Eğitim-öğretimde 42 yıllık bir proje: YÖK

YÖK’ün ilkeleri pratikte keskin ve netti. Sorgulamayacak, sorgulatmayacaksın. Düşünmeyecek, düşündürtmeyeceksin. Neo-Liberal sisteme sömürülecek işçi yetiştirecek ve onları sömüreceksin. Onları sömürmenin en iyi yolu ise Vakıf üniversitelerini kurmak olacaktı. Vakıf Üniversitelerinin kurulması Türkiye de patron sınıfı için iyi bir rant alanı oluşturuyor. Şirket işletiyor gibi yürütülen bu sistemin faturası her zaman olduğu gibi işçi sınıfına kesiliyor.

Eylem Kol

Üniversitelerin bugünkü anlamından çok farklı olduğu, akademisyenlerin ve devrimcilerin öncülüğünde ülke gündemine yön verildiği yıllarda hükümet, sopasını göstermek amacıyla 6 Kasım 1981’de 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasasını çıkarak Yüksek Öğretim Kurullarını kurdu. YÖK kurulduktan hemen sonra ilerici, aydın akademisyenler üniversitelerden tasfiye edilmiş, müfredatlarda sert değişimler yaşanmıştır. YÖK başkanı ve rektörler cumhurbaşkanı tarafından atanırken dekanlar ise YÖK tarafından atanmaktadır.

YÖK’ün kuruluş amacında ne kadar akademideki araştırma faaliyetlerini yönlendirmek ve kaynakların etkili biçimde kullanılmasını sağlamak gerekçesiyle kurulduğunu ifade etse de YÖK, üniversitelerin baskı altına alınmasının aracı , SSCB’nin çözülüş sürecinden hemen sonra dünyayı saran kapitalist, neo-liberal ve piyasalaşma politikalarının bir ayağı olarak kullanılmaktadır.

YÖK’ün pratikteki yansımaları ise ilk YÖK başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı tarafından Bilkent Üniversitesinin kurulması ile görülmüştür. Kendisine ait vakıf adına üniversite kurmuş, öğrenciden katkı payı alınması uygulamasını başlatmıştır. İhsan Doğramacı’nın Türkiye’de eğitimin piyasalaşması ve içinin boşaltılması için ışık tutan bir pozisyonda olması, üniversitelerin geldiği nokta açısından bakıldığında pek de tesadüf değildir.

Piyasalaşmanın önünü açmak adına ilk adım YÖK’ün kuruluşu sonrasında ise teker teker vakıf üniversitelerinin kurulması olmuştur. Her yeni açılan üniversite, bir önceki üniversitenin üstüne basa basa daha da gericileşmenin, akademinin içinin boşaltılmasının ve piyasalaşmaya hizmet eden bir duruma getirilmesinin sorumlusu, bugün de kuruluş tarihi olan YÖK’tür. YÖK’ün kurulduğu günden beri bugünün AKP zihniyetinden çok da farklı olmadığını görmekteyiz. Üniversitelere atanan akademisyenlerin Siyasal İslam destekçisi olduğunu; ilerici aydınların, akademisyenlerin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile üniversitelere girişlerinin engellendiğini biliyoruz. YÖK’ün yazılı olmasa da kuruluş ilkelerinde sorgulayan, araştıran, aydın, ilerici bir kimsenin üniversitelerde barındırılmayacağı işaret ediliyordu.

YÖK’ün siyasi ayağı bir kez daha gün yüzüne çıkmıştı. Yıl 2013… Kocaeli Üniversitesinde öğretim üyesi olan Seydi Çelik öğrencilerine derste Komünist Manifesto’yu okuttuğu ve Michael Moore’un “Sicko” ve “Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi” belgesellerini izlettiği gerekçesiyle öğrenciler tarafından YÖK’e şikâyet edilip YÖK tarafından bir savunma istenmiştir. Bazı öğrencilerine gönderdiği mailde şunları yazmıştı:

“Sevgili öğrencilerim; Sizler de bir farkındalık yaratmak için gece gündüz uğraştığımı biliyorsunuz. Bilen, araştıran ve sorgulayan bireyler yetiştirmek ve dolayısıyla daha özgür ve daha demokratik bir Türkiye yaratmak sevdamdan vazgeçmem mümkün değil. Beni seven öğrencilerim, bu çabalarımın başıma bir iş açacağından endişe eder dururlar. Ben de onlara hep bir şarkının mısrasıyla seslenirdim. ‘Dillerimi hakim bey bağlayan durmaz.’ Beni ve üniversite kavramının ne olduğunu anlayan yüzlerce öğrencim oldu. Hepsini bu vatana kazandırdığım için mutluyum. Ancak hala SBKY (Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi) bölümünde beni, bilimi, özgürlüğü anlamayan ortaçağ öğrencileri var ki, beni YÖK’e şikayet etmişler. Hiç üzülmedim, bunu bekliyordum her zaman. Beni üzen YÖK’ün bu şikayeti ciddiye alması. Geldiğimiz demokrasi ortamı işte bu dedirtiyor. Suçlama şu: Sizlere yasa dışı olmayan, piyasada satılan (Komünist manifesto) kitabını ödev kapsamında okutmam. Ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bütün siyasi fikirlerin tartışıldığını düşünüyordum. Demek YÖK öyle düşünmüyormuş. Utandım. Bilim adına, özgür üniversite adına utandım. Kendim için değil ama gelecek adına üzüldüm. Sizler için üzüldüm sevgili öğrencilerim. Ödevlerinde ‘kırmızı hapı’ içen öğrencilerimin fazlalığı benim tek tesellim. Onlar beni anlayacak ve destekleyeceklerdir. Sizlere aynı şarkının diğer mısraları ile veda ediyorum: ‘Sussan olmuyor, susmasan olmaz. Dil dursa hâkim bey tende can durmaz. Yazsam olmuyor, yazmasan olmaz. Kaleme tedbir koma pek durmaz. Hoşça kalın.”

YÖK’ün ilkeleri pratikte keskin ve netti. Sorgulamayacak, sorgulatmayacaksın. Düşünmeyecek, düşündürtmeyeceksin. Neo-Liberal sisteme sömürülecek işçi yetiştirecek ve onları sömüreceksin. Onları sömürmenin en iyi yolu ise Vakıf üniversitelerini kurmak olacaktı.
Vakıf Üniversitelerinin kurulması Türkiye de patron sınıfı için iyi bir rant alanı oluşturuyor. Şirket işletiyor gibi yürütülen bu sistemin faturası her zaman olduğu gibi işçi sınıfına kesiliyor. Vakıf üniversitelerinin zamsız/zamlı dudak uçuklatan fiyatları ve bütün üniversitelerde yapılan yemekhane ve yurt zamları birçok kez gündeme tarafımızca da getirilmiştir. Kimi zaman topluma mal olan eylemlerle kimi zaman üniversite içinde kalan eylemlerle zamlar ya geri çekilmiş ya da zam oranı düşürülmüştür. Üniversite öğrencileri ‘’MÜŞTERİ DEĞİL, ÖĞRENCİYİZ!’’ başlıklı dövizleri ile alanlara piyasacı üniversitelere göz dağı verdiler.

Toplumda olduğu gibi üniversitelerde de çoğunluğu temsil eden emekçi çocukları bazen anneleri bazen babaları hatta bazen kendileri okuldan arta kalan zamanda okul harçlıklarını çıkarmak adına çalış(tırıl)ıyorlar. Tanım olarak literatürde ‘’Vakıf üniversiteleri kâr amacı gütmeyen kurumlardır.’’ diye geçirilen vakıf üniversiteleri bir kez daha gerçeklikten uzak olduğunu, amacının para olduğunu, YÖK’ün kuruluş ilkelerinde olduğu gibi gerçeklik içermediğini bizlere göstermiştir.

Geleceksizlik vadeden bu sistemden kimi öğrenciler fahiş fiyatları ödeyemedikleri üniversitelerden ayrılıp kapitalist sisteme işçi sınıfı kimliği ile giriş yapıyor. Kimi öğrenciler ise “geçinemiyorum, açım. Ölmek istiyorum.’’ deyip intihara kalkışıyor. Kaliteden, hijyenden, sağlıktan yoksun yemekhane yemekleri düzeltileceğine, öğrencilerin yemeklerden zehirlenmeleri, yemeklerin yetersizliği, yemekhane zamları gibi birçok başlık da akşam haberlerinde yer alıyor. Yetersiz KYK yurtları, özel yurtlar, evlerin fahiş kira ücretleri emekçilere ve emekçi çocuklarına bir yük daha demektir. Barınacak yer bulamayan üniversite öğrencileri ise Siyasal İslam’ın meşru kolu olan tarikat ve cemaat yurtlarına mecbur bırakılıyor. Sonrasında hep bildiğimiz olaylar silsilesi: taciz, tecavüz edilen, intihara sürüklenen ve öldürülen gencecik emekçi çocukları olan üniversite öğrencileri. Ücretsiz olması gereken eğitim, beslenme, barınma gibi temel haklarımız Neo-Liberal politikacıların tekeline terk edilmiştir.

Baraj puanlarının kaldırılması Neo-Liberal politikaların uygulanabilirliği için yeni bir alan olarak oluşturuldu. Devlet üniversitelerinde ve vakıf üniversitelerinde boş kalan kontenjanlar büyük ölçüde doldurulacak. 2022 yılında üniversiteye başvuran aday sayısı 3 milyon 243 bin civarındayken, 2023 yılı itibarıyla bu sayı %9’luk bir artışla 3 milyon 527 bine yükselmiştir. Açık öğretim programlarıyla birlikte bir milyonun biraz üzerinde olan kontenjanlar bu yıl %99,8 gibi çok yüksek bir doluluk oranına ulaşmıştır.

Baraj puanlarının kaldırılması yeni eşitsizlikler yaratacaktır. ‘’Her insan üniversite okumalıdır.’’ cümlesi ile savunma yapanlar bilsinler ki eğitimin niteliksizliğini bu adım ile halının altına süpüremezler. SAY, SÖZ, EA ve DİL puan türlerinde sınav puanı hesaplanması için uygulanmakta olan TYT puan türünde 150 puan almış olma şartı ile yerleştirme puanlarının hesaplanmasında; TYT puan türü için 150, SAY, SÖZ, EA ve DİL puan türleri için 180 olan sınav puanı barajı uygulaması kaldırıldı. YÖK’ün bu kararı üniversitelerin niteliğini düşüreceği gibi Türkiye’de yüksek seviyede seyreden diplomalı işsizliği de artıracak. Ki biz bunun sonuçlarını son yıllarda gördük. Bu kadar çok yeni üniversite ve bölüm açıp, buradan mezun olan öğrencileri istihdama katamadığınızda, üniversiteli işsizlik yüzde 30’ların üstüne çıkıyor.

YÖK yeni bir üniversite veya yeni bir bölüm açarken istihdam olanaklarını düşünmek yerine piyasada dikkat çekebilecek bölümlerin üstüne gidiyor. Birçok vakıf üniversitesinde verilen hukuk fakültesi eğitiminin içinin boş olduğunu ve piyasaya sömürülecek işçi yetiştirmek için açıldığını görmekteyiz.

Üniversitelerin para kaybedeceği bölümlerden ziyade sosyal bilimler alanında bölüm açmaları da gözden kaçırılmamalıdır. YKS sınavının niteliği konuşulup bunun üzerine tartışılması gerekirken, daha nitelikli, bilimsel eğitimden, aydınlık bir eğitim sisteminden bahsetmemiz gerekirken (YÖK’ün kuruluş ilkelerinin bazıları bu başlıklardı) biz bugün kaldırılan baraj puanlarını ve bunun çıktısı olarak gelen niteliksiz eğitim
ve geleceksizlik başlıklarını konuşuyoruz. Üniversiteden mezun olup iş bulamayan gençler için ise yapılan açıklama: “sertifika programlarına gidin bizim verdiğimiz eğitim sizi sömürmeye yetmedi başkaları da sömürsün’’ gibi trajikomik bir düzlem üzerinde hazırlanmıştır. “Bu da yetmediyse ikinci üniversiteyi okuyun.’’ unutulmamalıdır ki üniversiteleri, akademisyenleri, bölümleri niteliksiz hale getiren YÖK, AKP zihniyetinde hareket etmektedir. YÖK kurulduğu günden bugüne her bir üniversiteyi pazar alanı olarak görmekte ve bu pazarda geçirdiği krizin faturasını emekçilere ve emekçi çocuklarına kesmekte.

2023-2024 akademik yılı açılışında YÖK’ün ilkelerinden vazgeçmediğinin hâlâ sıkı sıkıya kapitalist siteme bağlı olduğunu yapılan açıklamalar ile görmekteyiz. Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar’ın açılışta yaptığı konuşmayı buraya taşıyamasak da yayınlanan metni okuyan yurttaşlar göreceklerdir ki 6 Kasım 1981’de neo-liberal politikalar ile kurulan YÖK, 2023 yılında da hâlâ aynı kararlılıkla sisteme hizmet etmektedir. Üniversiteler gerici kuşatma ve ekonomik kriz altında yeni bir döneme kapılarını açarken, YÖK ”üniversite-sektör iş birliği modellerini destekleyen” bir sistemi kendilerine amaç edindiklerini açık bir şekilde dile getiriyor.

Öğrencilerin barınma, beslenme, ulaşım yetersizliği günden güne öğrencileri çıkmaza hatta intihara sürüklerken YÖK başkanının tek derdinin bunlar olması kapitalizmin ve uzantısı olan AKP’nin bir kez daha öğrencileri umursamadığının kanıtı niteliğindedir.

Tüm bunlar göz önüne tutulduğunda varılması gereken hedefler şunlardır: YÖK kapatılmalı; laik, bilimsel eğitim amaçlayan bir eğitim programı yaratılmalı; öğrencilerin beslenme, barınma hakkı, parasız ve eşit eğitim hakkı yeniden kazanılmalıdır. Bu kazanımların yoluysa mücadeleden geçmektedir. Bu düzen birçok sıra arkadaşımızı bizden aldı! Bu kapitalist, gerici ve piyasacı düzen, barınma sorununa çözüm bulmak bir yana; hayalleri olan üniversite öğrencilerini tarikat ve cemaat yurtlarında ölüme mahkûm etti. Öğrencileri intihara sürükleyen bu iktidardan hesap soracağız! Bu düzenden hesap soracağız! Borçlu değil, alacaklıyız!