Emperyal paydaş kapitalizmi

Emperyalizm çağı sürdükçe kapitalizmin silah ve enerji tekellerinden başka paydaş aramasına gerek yok.

 “Bir şirket kamuya destek hedefiyle kaynak kullanırsa kârını maksimize edemez. Böylelikle doğrudan ve öncelikli olarak hesap vermek zorunda olduğu hissedarlarını zarara uğratır. Eğer şirket kârlı, verimli bir ekonomik faaliyet yürütüyorsa zaten kamuya yarar sağlıyor demektir”.

Bu görüşler, serbest piyasa ekonomisinin en önemli savunucularından olan Milton Friedman’a ait. Nobel ödüllü ekonomist, kâr amacıyla kurulmuş bir şirketin yalnızca hissedarlarına (shareholders) karşı sorumlu olduğunu savunuyordu. Friedman, 1970’lerden sonra yaşanan krizin temel nedenini Keynes’ten esinlenerek uygulanan ekonomik modele bağlıyordu.

Oysa 1929 buhranı sürecinde kapitalist ülkelerdeki yaygın işsizliğe ve ekonomik durgunluğa çare bulunamayınca çıkış için Keynes’in geliştirdiği model seçenek oluşturmuştu. Keynes’e göre bunalımın nedeni ekonominin piyasanın işleyişine bırakılmasıydı. Ekonomi ancak devletin müdahalesiyle sağlıklı bir yapıya kavuşabilirdi.

Görüldüğü üzere kapitalizmde krizden çıkış için uygulanan her ekonomik modelin gelecekte yeni bir kriz doğurması sürpriz değil. Sistemik krizlerin döngüsel karakteri nedeniyle bir dönem Keynesçilik, daha sonraki dönem de Friedmancılık tu kaka edilebiliyor. Öyle ki sermaye dostu çevreler günümüzde yaşanan ekonomik krizin  sorumlusu olarak Friedman’ın hissedar kapitalizmini gösteriyor. Bu çevreler uzunca bir süreden beri sosyoekolojik krizin aşılması için paydaş (stakeholder) kapitalizmi modelini öneriyor. Rekabet, kâr, tüketim gibi neoliberal döneme özgü kavramlar yerine sürdürülebilirlik, paylaşım, ihtiyaç odaklılık ve ekonomik küçülme gibi kavramlar dile getiriliyor.

Ayrıcalıklı paydaşlar  

Dünya Ekonomik Forumu, paydaş kapitalizmi modelinin kapitalizmi yeni bir aşamaya taşıyacağını öngörüyor. Forumun kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Klaus Schwab, “Şirketler yalnızca hissedarlarına değil, tüm paydaşlarına karşı sorumlu olmalıdır” görüşünü ileri sürüyor. Schwab, herkes için çalışan ve kazandığını toplumla paylaşan kapitalizm için yaptığı çağrıyı bir kaç yıl önce yayımladığı Paydaş Kapitalizmi adlı kitabıyla da yineliyor. Kitapta şirketlerin kısa vadede kâr elde etme hedefinden vazgeçip uzun vadede değer yaratmaya odaklanmaları öneriliyor. İnsanın ve gezegenin geleceği için çalışacak küresel bir ekonomik modelin inşası için böylesi bir değişimin kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor. Schwab, kamu ve özel sektördeki birçok bileşeni paydaş kapitalizmi modelinde yan yana durmaya davet ediyor. Dünyanın ve gelecek kuşakların esenliği için akılcılık, yüksek ahlâk, sevgi, saygı, anlayış gibi postmodern dönem öncesine ait değerleri yüceltiyor. İnsan haklarını ekonominin merkezine yerleştirerek sosyoekolojik krizle mücadele etmek için kapitalizmin sıfırlanmasını savunuyor.

 Schwab, kitabında pandemi öncesini de içeren yapısal sosyoekonomik sorunları mercek altına alıyor. Özellikle verimliliğin ve ücret artışının yavaşladığı toplumlar başta olmak üzere dünya çapında büyüyen gelir eşitsizliğine dikkat çekiyor. Ayrıca çeşitli endüstriyel alanlarda artan pazar yoğunlaşması ve buna bağlı olarak yavaşlayan büyüme, inovasyon, üretkenlik ve yüksek borçlanma gibi konuları ele alıyor.  Kitabın tanıtımı için Schwab’a övgü sözcükleriyle destek verenler arasında Microsoft, Bank of America, Banco Santander gibi küresel şirketlerin CEO’ları da var!

Bilindiği gibi neoliberal dönemde küresel şirketler kapitalist ekonominin başat aktörü oldu.  Hisse sayısının piyasadaki hisse değeriyle çarpımı sonucu oluşan sıralamaya göre bugün dünyanın en değerli şirketleri ağırlıklı olarak elektronik, bilgi teknolojileri, yazılım, e-ticaret gibi dijital çağa özgü alanlarda mal ve hizmet üretiyor. Ayrıca küresel ekonomik düzende söz sahibi olan sigorta, finans, demiryolu taşımacılığı, petrol ve gaz üretimi gibi alanlarda faaliyet gösteren dev şirketler de var. Bu şirketlerin çoğunun merkez yönetimleri ABD’de bulunuyor[1].

Aynı sektördeki şirketler rekabet içinde olsa da farklı sektörlerde faaliyet gösterenler arasında simbiyotik bir ilişki var. Üretim için gereken enerji ve hammaddenin sağlanmasından lojistiğe, tanıtımdan satışa, online hizmetlerden para transferine kadar akla gelmeyen bir çok girift işlem sektörler arasındaki gönüllü ya da zorunlu işbirliği sayesinde gerçekleşiyor. Kapitalist ekonomi böylesi devasa bir organizasyon yapısına göre işliyor.

Yeşili bırak, silaha sarıl

Dünyanın en değerli şirketlerini yöneten plütokratlar ile halk arasında asimetrik bir ilişki var. Kapitalist sistemin sözcülüğünü yapan siyasal aktörlerin temel görevi bu ilişkiyi meşrulaştırmak. Kapitalizm için halk, ancak  üretim ve tüketim sürecinin sömürülecek paydaşı olabilir. Dolayısıyla sınıfsal ayrım sürdükçe adına paydaş eklenmesi kapitalizmin sömüren lehine çalıştığı gerçeğini değiştirmez.

Öte yandan plütokrat kesimin vereceği ödünlerle sosyal devlet görece güçlendirilse bile radikal bir paradigma değişimi gerçekleşmedikçe ekolojik krizi geriletmek mümkün olamayacak. Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadele etmek üzere imzalanan Kyoto Protokolü’nden bu yana tam 26 yıl geçmiş. Mevcut üretim alışkanlıklarını ivedilikle terk ederek yeşil ekonomi denen sistem için dişe dokunur yatırımlar yapmak küresel güçlerin işine gelmiyor. Birleşmiş Milletler öncülüğünde 1990’ların başından itibaren imzalanan iklim anlaşmalarında alınan kararlara ilişkin uygulamaların sürekli ileri tarihlere ertelenmesinin nedeni de bu. Oysa savaş kışkırtıcısı ABD yönetiminin direktifiyle Avrupalı kapitalist devletler silahlanmaya bir yıl içinde milyon dolarlar ayırabiliyor.

Öyle anlaşılıyor ki emperyalizm çağı sürdükçe kapitalizm, savaş ve enerji lobilerini en değerli paydaşları olarak baş tacı edecek. Bu yalın gerçeğe karşın bizden hâlâ Süpermen’in son anda gezegeni kurtarıp iyileştireceğine inanmamızı bekliyorlar.

[1] https://tr.fxssi.com/dunyanin-en-degerli-sirketleri

 

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024