Meslek liseleri memleket meselesi

"Liseliler, kendi çabalarıyla buldukları staj yerinde asgari ücretin üçte birine çalışıyor, günlük sekiz saati geçmemesi gereken mesaileri on-on iki saati buluyor, hafta sonları dahi işe çağırılıyorlar. İnsanlık dışı koşullara itiraz etme şansları da çok az çünkü tüm bunların üstüne staj yerindeki patronları tarafından notlandırılıyorlar. Yani derslerini geçebilmek için istemeseler de susmak zorunda bırakılıyorlar."

Her seçim sonrası göreve gelen yeni kabine, iktidarın önümüzdeki beş yıla yönelik tercihlerini önümüze seriyor. Geçtiğimiz dönemin eğitim bakanı eğitimde piyasalaşmanın ismi olurken bu dönem gerici kimliğiyle öne çıkan Yusuf Tekin’le karşı karşıyayız. Her dönem farklı eğilimler ağırlık kazansa da değişmeyen bir gerçek var; o da bu yazıda değineceğimiz meslek liseleri ve sermaye ilişkisi.

İdeal olarak birçok alanda üniversite eğitimine ihtiyaç duymaksızın nitelikli işçi yetiştirmesi ve üretime doğrudan katılımı sağlaması gereken bu okullar, sermayeye pazarlanabilecek iyi bir fırsat olarak görülüyor. Bu düzende meslek liseleri patronlar için iyi bir ‘yatırım’. AKP de iktidara geldiği günden bu yana meslek liselerini patronların hizmetine sunacak bir sürü protokole ve projeye imza attı. Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü Sosyal Ortaklar ve Projeler Dairesi Başkanlığı’nın 2019 verilerine göre yürürlükte 131 kurum ile imzalanmış 118 protokol var.

PROTOKOLLER VE MESLEK LİSELERİ

Bu konuyu ele almak için güçlü sermayedarlardan Koç Holding’in MEB ortaklığıyla başlattığı ve Tüpraş, Migros, Tofaş, Otokoç ve Ford Otosan’ın desteklediği ‘Meslek Liseleri Memleket Meselesi’ projesini örnek vermek yerinde olacak. İlk adımı 2006’da atılan proje, yıllar içerisinde meslek liselileri sermayenin ‘çocuk işçisi’ yapmış; 2015’te genişleyen kapsamıyla Okul-İşletme İşbirliği Modeli’ne geçerek niyetini pekiştirmişti. Hedefi “okullar ile işletmeler arasında sektörel bazda işbirlikleri geliştirerek, eğitim ve iş dünyası arasında köprülerin kurulması” olan model, emekçi çocuklarının karşısına staj sömürüsünün makyajlanmış hali olarak çıktı. Patronlar vergi indirimlerinden faydalanıp çalıştırdıkları çocuk işçilerin sigortasından bile muaf olurken liseliler köleliğe mahkum edildi.

Eski Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk döneminde patronların örgütü olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında yapılan protokol kapsamında 81 ildeki 81 meslek lisesi TOBB’a devredildi. Protokol kapsamında okullara tamamen sermayenin ihtiyaçlarına göre atölyeler kurularak müfredat da sermayenin talepleri doğrultusunda şekillendirildi.

AKP’NİN ÇOCUK İŞÇİ KAYNAĞI

AKP’nin meslek liselerine dair planını belki de en iyi özetleyen, İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Yahşi’nin şu cümleleriydi: “İstihdama yönelik birçok sektör bize gelerek tekliflerde bulunuyor, biz de fabrikalarınızda sınıf açalım, meslek liselerini ayağınıza getirelim diyoruz.” Bu sözlerle öğrencileri üç kuruşa çalıştırmanın derdine düşen MEB’in sermayeye çocuk işçi devşirdiğini hiç korkmadan utanmadan ilan etmiş oldu.

Eğitilmiş ucuz iş gücü yaratan meslek liseleri, organize sanayi bölgelerinin yanı başına taşınmaya başlandı ve sermayenin her türlü ihtiyacını gören işlevli birer araç haline getirildi. İşler öyle bir noktaya vardı ki pandemi sürecinde tüm okullar kapalıyken ilk kademede açılan meslek liselerinde öğrenciler maske ve dezenfektan üreterek hem ‘ülke ekonomisine katkıda bulunurken bilgi ve becerilerini arttırdılar’ hem de yalnızca sermayenin değil kamu kurumlarının ihtiyaçlarını giderdiler(!) Bu ve onlarcası örnekten anlayacağımız üzere “meslek liseleri memleket meselesi” diyenlerin meselesi, staj sömürüsünü dayatabileceği, ucuz iş gücü ve geleceksizlik üreten kurumlara duyulan ihtiyaçtır.

STAJ SÖMÜRÜSÜ VE KÖLELİK KOŞULLARI ÇÖPE

Staj ise başlı başına bir sınav. Liseliler, kendi çabalarıyla buldukları staj yerinde asgari ücretin üçte birine çalışıyor, günlük sekiz saati geçmemesi gereken mesaileri on-on iki saati buluyor, hafta sonları dahi işe çağırılıyorlar. İnsanlık dışı koşullara itiraz etme şansları da çok az çünkü tüm bunların üstüne staj yerindeki patronları tarafından notlandırılıyorlar. Yani derslerini geçebilmek için istemeseler de susmak zorunda bırakılıyorlar. Sermaye için daha kârlı bir ‘yatırım’ olabilir mi? Hem çalıştırdığın işçinin sigortasını ödeme hem “nasıl olsa sesini çıkaramaz” diyerek güvenlik önlemlerini alma hem parasını vermeden fazla mesaiye bırak hem de kalkıp sana itiraz ederse notunu kırmakla tehdit et…

Geçtiğimiz haftalarda zorunlu stajını yaptığı şeker fabrikasındaki ihmaller yüzünden kaybettiğimiz sıra arkadaşımız Ulaş’ı anmadan bu yazı eksik olur. Ulaş da bir meslek lisesi öğrencisiydi ve arıza gidermek için çıktığı elektrik diğerinden arıtma havuzuna düşerek hayatını kaybetti. Çalıştığı fabrikada önemsenen kâr değil güvenceli çalışma olsaydı Ulaş hala aramızda olacaktı. Ulaş’ın o fabrikada çalışmasına sebep olan; “gençleri istihdam ederken sermayenin ihtiyaçlarını gözeten” işbirliklerinden biriydi.

BU DÜZEN BÖYLE GİDER Mİ?

İktidarı sermaye sınıfının siyasi temsilcisi yapan; tüm kurumları kendi ihtiyacına göre şekillendirmesine alan açan; bir avuç patronun örgütlülüğünden başka bir şey değil. Onların karşısında bizler milyonlarız ama öncelikle yüz binlerce liseli, on binlerce meslek liseliyiz. Geleceksizliğe, staj sömürüsüne, iş cinayetlerine karşı örgütlenerek; bizlere biçilen “okurken çalışmak, çalışırken ölmek” kaderini yırtıp atabiliriz. Geleceğimizi ancak mücadele edersek kazanabiliriz. Bu düzen bizleri ucuz ve yedek iş gücü olarak görüyor; güvenceli koşullarda insanca ücretlere çalıştığımız; her ürettiğimizle kendimize kazandırdığımız bir düzen ise Sosyalizmde!