Görünür görünmez çocuk istismarı
Günümüzde çocuk istismarı kadar onun yorumlanması da düşündürücüdür. Bunun son örneğini “Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne” filminde (2023) gördük. Muhalif kimliğiyle tanınmış bir şairimiz, filmdeki taşrada bir okulda geçen çocuk istismarı olayına kendisinden hiç beklemediğimiz cinsiyetçi bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Tülin Tankut
Medyada çocuk istismarı ve yargının yetersizliği haberlerinden geçilmiyor. (En son bir ensest vakası hakkında skandal bir karar alındı.) Meğerse çocuk istismarının , görünür görünmez çeşitleri varmış. Peki, hangi davranışlar istismar suçu olarak kabul edilir? Uzmanlara göre, çocuk istismarı , sözlü ve duygusal istismar, ihmal ve sömürü gibi her türlü kötü muameleyi içeriyor. Geride bir yara, bir iz bırakılmadığında bunlar fark edilmiyor ve raporlanmıyor. Duygusal istismar çocuğun duygularını bastırmasına neden olur; cinsel istismarsa, yalnızca okşamak, yanaktan makas almak gibi de olsa , çocuğu yetişkinin karşısında savunmasız bırakır ve çocuğun psikolojisini bozar.
Suçluyu cesaretlendiren , ataerkil zihniyet, binlerce yılın birikimidir. Araştırmalar, toplumsal cinsiyetin inşasında ve pekiştirilmesinde vahiy dinlerin öğretilerinin rolünün büyük olduğunu gösteriyor. Yahudi cemaatlerinde kızlar genç yaşta evlendirilir. Ancak modern yaşama geçildiğinde erken yaşta evlilik yasaklanır. Hıristiyanlıkta evlenme yaşı zamana ve ülkelere göre değişiyor. Eski Kilise Hukuku’na göre erkek için 14, kız için 12 , günümüzde 18 ve 16 yaşları uygun görülmektedir. İslam toplumlarında , şeriat kurallarınca kızların 18 yaşın altında evlendirilmesi yasak değildir. Bunun gibi başka iddialar da var: Kuran-ı Kerim’de çocuk yaşta evliliği teşvik eden ayet yoktur. Osmanlı toplumunda 1917’de Hukuk –ı Aile Kararnamesinde 12 yaşındaki erkeklerin ve 9 yaşını bitirmiş kızların evlenmesi onaylanmıştır. İslam fıkıhında bir kız buluğa erince kendisiyle evlilik yapılması caizdir. ( Ülkemizde hâlâ 6 yaşında kız çocuğu, evlendiriliyor; 8 ve 9 yaşındaki çocuklara nişan töreni yapılıyor ve bu sosyal medyada görüntüleniyor. Neyse ki kamu oyunun tepkisiyle yargı gerekeni yaptı. İran’da İslam Devrimi’nin mimarı Ayetullah Humeyni’nin Tahrir- el Vesile adlı kitabında ibret verici bir ifade yer alıyor. 9 yaşından küçük eş ile cinsel ilişkiye girmek caiz değildir; ama oynaşmak serbesttir.
Günümüzde çocuk istismarı kadar onun yorumlanması da düşündürücüdür. Bunun son örneğini “Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne” filminde (2023) gördük. Muhalif kimliğiyle tanınmış bir şairimiz, filmdeki taşrada bir okulda geçen çocuk istismarı olayına kendisinden hiç beklemediğimiz cinsiyetçi bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Şöyle ki: Öğrencileri, Samed ve Kenan isimli modern görüşlü olarak bilinen öğretmenlerini cinsel taciz suçlamasıyla okul idaresine şikayet ederler. Samed, on üç yaşındaki Sevim’le yakın ilişkide bulunduğu için, Kenan çocukların yanağından makas aldığı için. Okul idaresi, okulun ismi lekelenmesin diye olsa gerek, öğretmenleri uyararak olayı ört bas etme yanlısıdır. Öte yandan iki öğretmen de, öğrencilerine istedikleri gibi davranmayı kendilerine hak görmektedir. Yaptıklarının taciz olduğunu kabul etmezler. Samed’in öğrencilerine ilgisizliği , yardım kolilerini dağıttığı sıradaki kayıtsızlığından bellidir. Ama Sevim’e bir ayna hediye etmiş, bunu kimseye söylememesini tembihlemiştir. Bu iyi niyetli bir davranış mıdır? ( Ne var bunda mı diyeceğiz? Bir öğretmen öğrencisine ancak kitap hediye edebilir.) Samed’in Sevim’e kızınca onu sınıftan atıp koridorda ayakta durma cezasına çarptırması şiddet değil midir? Kızdan beklediği ilgiyi göremeyince esip gürlemesi? Kendi patolojilerinden kurtulmak için kızı deney hayvanı gibi kullanmıştır. Filmde, öğretmenin kız öğrencisi üzerinden kurduğu iktidarı görünür kılınırken şairimizin yorumu bizi düş kırıklığına uğratıyor: Neymiş , Samed Sevim’le “takılıyor”muş.
Yönetmen Lucile Hadzihalliovic’in “Masumiyet”( 2004, Birleşik Krallık) filminde , “ emir kulu” kadınların sıkıdüzen içinde idare ettiği yatılı bir kız okulunda , “Kuru Otlar Üstüne” filimdeki gibi, şiddet ve korkuya dayalı iletişim, cezalandırma işleniyor ama bu kez “görünmez taciz “ ele alınıyor.
Film, ilk andan itibaren geçmişe dair bir söylence gibi gizemiyle merak uyandırıyor. Uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında kocaman bir okul binası. Çevrede koru, bahçe, göl ; bir yerden bir yere bahçeden , uzun koridorlardan, dehlizlerden geçilerek gidiliyor. Aslında anlatılacak hikayenin zamana ve mekana bağlı olmadığı ima edilmek isteniyor . Kzların bahçede hula hoop çevirmelerine bakılırsa hikaye, 1950’lerde muhtemelen Batı’da geçiyor.
Kızlar geçmişlerini ve buraya nasıl getirildiklerini bilmezler. Yaşlarına göre gruplara ayrılmışlardır. Küçükler (6-7) okul üniformasına ek olarak saçlarını kırmızı kurdele bağlar; büyükler (9-11) onlar da mor kurdele. Okula kabul ritüeli de gariptir; örneğin 6-7 yaşlarında , Uzak Doğu’lu bir kız tabuttan çıkar. Üzerinde yalnızca külotu vardır.
Kızların bütün ihtiyaçları karşılanmaktadır . Eğitimlerinde spora, özellikle baleye önem verilir. Yüzme, salıncak, hulo- hoop gibi eğlencelere izin vardır. Aralarında tek tük bu tecrit hayatından bunalanlar çıkar. Biri, gölde sandalla dolaşırken geri dönmez. Ama olay ört bas edilir.
Bale dersi zor geçmektedir. Kızların üzerindeki performans baskısı yıpratıcıdır. Kiloları titizlikle kontrol edilir. Buluğ çağında olanların dersine yılda bir kez Müdire Hanım gelir , baleden çok kızların bedenlerini kullanma biçimiyle ilgilenmektedir. Okuldan ayrılacak olan ergenlik çağındaki kızı seçer; kutlarken “Siz tırtılsınız, seçildiniz, şanslısınız” der. Daha önce öğretmenlerden birinin kelebek koleksiyonu yaparken gördüğümüzde, okulun gizli dünyasına dair zihnimizden çeşitli olasılıklar geçmiştir. Ama daha sonra gördüklerimiz, olasılıkları silip süpürür, gerçek ortaya çıkar.
Kızlar, sık sık Ortaçağ şatolarının dehlizlerini andıran tekinsiz koridorlardan geçirildikten sonra , salondaki izleyicilerin oturduğu bölümün karanlıkta kaldığı bir tiyatro sahnesinde bale yaparlar. Sonra hiç konuşmadan geri dönerler. Ancak kızların kelebek kanatlarıyla dansettikleri bir gece karanlık locadan bir erkek sesi gelir: “Bravo Bianca” ve sahnedeki kıza kırmızı bir gül fırlatılır. Bianca gülü alır. Olup biteni anlamak için bakıcı kadınlardan birini sıkıştırır. Kadın okulun masraflarını gösterilerin karşıladığını söyler ve ekler: “ Yoksa kim sizin için kesenin ağzını açar? “Ve ergenlik çağına geldiği için okuldan ayrılması gereken Bianca’ya acı gerçeği ifşa eder. “Sen dışarıda bacaklarından en iyi nasıl yararlanacağını bileceksin.”
Arkası çorap söküğü gelir. Bianca’ya, erkek cinsel organının belirgin olduğu bir heykel fotoğraf verilir, cinsel dürtülerini canlandırmak için. Kız haz almaya zorlar kendini ama başaramaz. Kırmızı gülü de göle atar.
Derken Bianka’yı ve ergenlik çağındaki kızları, iki öğretmenin nezaretinde insansız, tarihi ve resmi modern binaların önünden geçirilerek meçhule giden yolcusuz bir trene bindirildiklerini görürüz. Bu tekinsiz tren kızları bomboş bir istasyonda bıraktıktan sonra öğretmenleri alıp geri döner. Dış dünya hakkında hiçbir fikri olmayan , modern bir kentin orta yerinde terk edilmeleri , akla bir felakete sürüklenebileceklerini getirir. Kızlar fıskıyeli kocaman süs havuzlarını gördüklerinde çocuk olduklarını hatırlarlar. Neşe içinde fıskiyelerin altına girerek eğlenirler. Bir ara Bianca fışkıran suların arasından genç bir delikanlıyla bakışır. Birbirlerine gülümserler.
Film , yorumu izleyiciye bırakır. Bale gösterisinden sonra kızlardan “başka hizmetler “ beklenip beklenmediği anlaşılmaz. Kesin olan şey, ergenliğe ulaşmış kız “işe yaramamaktadır”. Zaten kızlar okuldan ayrılmadan önce , kurdelelerini çıkarıp kutuya koyarlar, gelecek olan “taze kuvvet “ e verilmek üzere. Filmde çeşitli simgelerle tarihsel , fahişelik / seks işçiliği döngüsünün kaçınılmaz olduğu ima edilir. Dolayısıyla Bianca geçmişi geride bırakıp bakıştığı delikanlıyla gençliğinin tadını mı çıkaracaktır; yoksa fuhşa zorlanarak sistemin parçası mı olacaktır?Çok seçenekli bir yaşam! Bale sanatını bile sömürü nesnesi haline getirebilen sistem ! ‘Görünmez efendiler’in hayal güçlerini de devreye sokarak yaşadıkları “göz banyosu” türü dikizci, çarpık zevklerini– bale dersinde bacak arasını açarak dans etmeleri için uyarılıyordu kızlar- sineye eken kandırılmış çocuklar, hayata tutunabilecekler mi? En önemlisi insanlara güvenebilecekler mi? Finalden sonra izleyici olmaktan çıkıp zihnimizdeki soru işaretleriyle cebelleşmeye başlıyoruz. Bu arada savaşlarda kadınların, çocukların başına neler gelebileceğini akıldan geçirmek bile korkunç!