GÖRÜŞ | Hukukçular Anayasa Mahkemesi'nin kararını değerlendirdi
Farklı alanlardan hukukçular Anayasa Mahkemesi kararını değerlendirdi.
Hatay Milletvekili Can Atalay’ın başvurusu ile ilgili tahliye kararı veren Anayasa Mahkemesi’nin kararını hukukçular değerlendirdi. Kararın ilgili mahkeme tarafından uygulanmayıp, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin de müdahil olması ile birlikte yargı alanından başlayan bir krizin ortaya çıktığı durumun tansiyonu yüksekliğini koruyor. İçinden çatlak sesler çıksa da Yargıtay’ın ve Cumhur İttifakı bileşenlerinin birlikte siyaseten de tavır aldığı ve Anayasa’nın sorgulanmasının önünün açıldığı böylesi bir evrede Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmamış olması önemli bir başlık.
Yurtsever Haber Portalı olarak hukukçulara Anayasa Mahkemesi’nin kararını ve Can Atalay’ın durumunu sorduk, değerlendirmelerini aldık. (Yayın kurulunun notu: Görüşler yayınlanmak üzereyken Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’ne karşı çıkışı geldi ve yargı alanındaki kriz başladı. Ancak olayın özü Anayasa Mahkemesi’nin kararı olduğundan dolayı almış olduğumuz görüşleri gecikmeli de olsa yayınlıyoruz.)
Prof Dr. Korkut Kanadoğlu – Anayasa hukukçusu
Can Atalay vakası tam bir Anayasa’ya aykırılıklar manzumesi olarak yaşanmaya devam ediyor. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali tespitine rağmen milletvekili Atalay demokratik hukuk devletine aykırı biçimde özgürlüğünden yoksun bırakıldığı gibi ulusu temsil yetkisini de kullanamıyor. Böylelikle seçme ve seçilme hakkının özüne de dokunulmuş oluyor.
Gerçekten de Anayasa Mahkemesi, milletvekili dokunulmazlığının Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki istisnalarının belirsiz, öngörülmez, keyfi yorumlanmaya elverişli ve neden olduğu özgürlük sınırlamasının Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunlik ilkesine aykırı olduğunu açık biçimde dile getirmiştir. Nihayetinde hak ihlali ortaya konulmuştur.
Hatta Anayasa Mahkemesi sonraki kararında bu ihlalin giderilmesi için Atalay’ın yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince yerine getirilmesine de hükmetmiştir.
Ancak izleyen süreçte Ağır Ceza Mahkemesi bu işlemleri yapmayarak Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesine karşı çıkmıştır. Derece mahkemesinin kendisini Anayasa Mahkemesi’nin üstündeymiş gibi gören bu tavrı çok vahim sonuçlar doğurmaktadır. Anayasanın 153. maddesi gereği Anayasayı nihai yorumlama yekisine sahip olan Anayasa Mahkemesi etksizleştirilmiştir. Bireysel başvuruya ilişkin Anayasa hükümleri de böylelikle ihlal ediyor. Sonuç olarak mahkemelerin siyasi iktidardan bağımsız davranamadıkları şeklinde bir görüntü ortaya çıkıyor. Milletvekillerinin bile anayasal güvenceden yoksun bırakıldığı bir ortamda yurttaşın yargı organına güveni sarsılıyor.
Açık kararı görmezden gelinek, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisi gasbediliyor. Derece mahkemesi eliyle milli iradenin tecellisi engelleniyor. Bu vahim durum bir an önce giderilmeli. Burada toplumun da tepkisini göstermesi gerekiyor. İstanbul Barosu’nun da belirttiği gibi Can Atalay, Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda derhal tahliye edilmelidir. Aksi durum kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve görevi kötüye kullanma suçlarını oluşturacaktır.
İbrahim Fikri Talman – Emekli yargıç
Gezi davası hükümlüsü Avukat ve Milletvekili Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi, 25.10.2023 tarihli kararı ile, “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma, ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğine” karar vererek dosyayı gereğinin yapılması için ilk hüküm mahkemesi olan İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Bundan
sonrasındaki olağan hukuksal süreç olarak, mahkemenin dosyayı ele alıp Can Atalay’ın infazının durdurulması ile tahliyesine, hak ihlallerinin ortadan kaldırılması ve yargılamanın yenilenmesi için gereğinin yapılması yolunda karar oluşturması gerekirken, bir kaç gün süre ile dosya üzerinde herhangi bir karar vermeden, bir anda dosyayı Başkan imzalı bir müzekkere ile Yargıtay 3.Ceza Dairesi’ne gönderdiği ortaya çıktı. Üstelik, mahkemece bu konuda hiç bir karar verilmeden, sadece mahkeme başkanının bir yazısına ekli olarak dosyanın gönderildiği anlaşıldı. Oysa Anayasa Mahkemesi, kararında açık seçik ilk hüküm mahkemesi olarak 13.Ağır Ceza Mahkemesini görevlendirerek, gereğinin buna göre yapılmasını istemişti.
Bu noktada, biraz yasal mevzuat incelemesi yapmak yararlı olabileceği kanısıyla değerlendirme yapmak gerekirse, Anayasa’nın 153/6 maddesinde aynen, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” hükmü bulunmaktadır. Bu hükmün içeriği, anlamı ve uygulanmasına dair sayısız karar itibariyle normal olan mahkemenin kararın gereğini yapması ve karar doğrultusunda hüküm oluşturması iken, hiç beklenmeyecek bir uygulamaya imza atan mahkeme başkanı, bir üst yazı ile dosyayı asıl dava ile ilgili hükmü onayan Yargıtay dairesine göndererek karar verilmesini istemiş. Anayasa hükmü bir tarafta dursun, soruşturma ve yargılama hukuku hakkındaki temel yasamız olan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 104/1. maddesinde, “soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir” hükmü bulunduğu gibi, yasanın 105.maddesinde, “..yapılan istem üzerine ….3 gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verilir” denilmektedir. Ancak, mahkeme (daha doğrusu Başkan !) hem Anayasa hükmünü hem CMK hükmünü görmezden gelerek süreci belirsizliğe itmekte, hem de Atalay’ın mağduriyetini arttırmaktadır.
Başkanın bu tutumunun nedenini anlamak olası gözükmemektedir. Neden dolayı mahkemenin diğer üyeleri ile birlikte olması gereken bir karar vermemiştir? Neden dolayı bir üst yazı ile dosyayı Yargıtay dairesine göndermiştir? Mahkemenin üyeleri neden sürece dahil olmamıştır? Dosyanın Yargıtay dairesine gönderilmesi ile ne demek istenmektedir? Madem ki esas kararı onadınız, o halde bu konuda da siz karar verin anlamında bir yazı ile, hem Anayasa hükmü, hem de CMK hükümlerinin açıkça ihlal edilmesi olağan mıdır ? Yakın zamanda tümüyle ayni nitelikteki milletvekili Enis Berberoğlu kararı neden emsal alınmamıştır? Mahkeme başkanının hukuki bilgisi ve deneyimi yetersiz olduğundan mı bu yola gidilmiştir, veya, bir yerlerden esen bir rüzgar etkisi ile mi böyle karar verilmiştir?
Yoksa, Gezi davasındaki hukuka aykırılıkların ortaya dökülmemesi için Can Atalay’ın cezaevinde kalması mı gerekmektedir? Peki tüm bu süreç içinde ortaya saçılan hukuksuzlukların ve Can Atalay’ın bir yıldan fazla süren mağduriyetinin hesabını kim ya da kimler verecektir? Atalay’ın, yasalara açıkça aykırı şekilde hükümlülüğünü ve infazını devam ettirmenin sorumluluğunu kim ya da kimler üstlenmek zorunda kalacaktır ? 13.Ağır Ceza Mahkemesi Başkan ve Üyelerinin, verdikleri veya vermedikleri kararlar nedeniyle görevi kötüye kullanmak ve kişi özgürlüğünü yasaya aykırı şekilde sınırlamak suçlarından soruşturulmaları ve ayrıca haklarında disiplin işlemi yapılması gerçekleşecek midir?
Ülkede hukukun ayaklar altına alındığı, bağımsız yargının “ruhuna fatiha okunduğu”, temel hak ve özgürlüklerin yok edilme aşamasına gelindiği bir dönemde, Can Atalay’ın salıverilip Milletvekili sıfatını aldığı bir gelişme yaşanmaz ise, “tuzun koktuğu” sonucuna varmamız normal olacak, hukuk, yargı ve adaletin tümüyle yok olduğu bir ülkeye dönüşüyor olmamız kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya serilecektir.
Av. Kemal Aytaç
Can Atalay milletvekili seçildiğinden bugüne kadar işleyen süreç Anayasa Mahkemesi’nin olumlu kararı dışında hem usüle hem de esasa ilişkin olarak Anayasa’ya, yasalara ve hukuka aykırı işletildi. Seçildiğinde zaten derhal tahliye edilmesi gerekiyordu, tahliye edilmedi. Anayasa Mahkemesi’ne hak ihlali için başvurulduğunda Yargıtay Ceza Dairesi anlaşılmaz bir biçimde dosyayı öne alarak mahkumiyetine karar verdi, daha doğrusu kararı onayladı. Amacı belliydi: Anayasa Mahkemesi’nin önünü kesmek. Artık hükümlü hale geldi oysa bunun hiçbir anlamı yok. Hak ihlali çok daha önce ortaya çıkmış bir durumdu.
Anayasa Mahkemesi de büyük bir çoğunlukla doğru kararı verdi ancak en yüksek mahkeme olan ve kararları kesin olan herhangi bir şekilde itiraz ve temyiz edilemeyecek bir durumda iken, Anayasa 153. maddeye de bağlı olmasına rağmen çok enteresan bir şey oldu. Yerel mahkeme altı gün boyunca dosyayı bekletti, karar vermedi. Sonra mahkeme başkanı mektup yazar gibi dosyayı tek imzayla Yargıtay’a gönderdi. Daha sonra Yargıtay bunun böyle olmayacağını, yerel mahkemeye karar vermesi gerektiğini ifade etti. Oysa Yargıtay el çektiği bir dosyaya bakamaz. Yani Anayasa Mahkemesi’nin kararını yerel mahkemenin uygulaması, ona uygun hareket etmesi gerekir. Burada Yargıtay Ceza Dairesi’nin “bizim işimiz yok” deyip dosyayı iade etmesi gerekirdi. Oysa tam tersini yaptı. Bunun karar haline getirdi ve diğer üyelerin de imzasıyla birlikte yerel mahkeme tekrar dosyayı karara alıp Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. Bunu anlamak, kabul etmek mümkün değil ama ne yazık ki siyasi iktidarın yargı üzerinde nasıl bir baskı, nasıl bir tehdit oluşturduğunu, nasıl yargıya talimat verdiğini aslında bu yapılanları gördükçe çok daha iyi çok daha net anlıyoruz. Aslında sorunumuz bu.
Yani şu veya bu şekilde bu ülkede bir anayasa var, yasalar var, kurallar var, usüller var. Ama bunlar uygulanmıyor. Çok açık bir şekilde bunlar ihlal ediliyor. İşin kötüsü hem siyasi iktidar hem de Adalet Bakanlığı buna payanda oluyor. Buna bizzat hizmet ediyor, bizzat onlar eliyle bu hukuksuzluk Anayasa’ya, yasaya aykırılık bu ülkede yaşanıyor ve devam ediyor. Önümüzdeki süreçte göreceğiz. Yani uzatmaları oynuyoruz. Ben sonuç olarak umutlu olduğumuzu söylüyorum, umudumuzu yitirmeyeceğiz. Can Atalay’ı bir şekilde mutlaka oradan alacağız. Biz Can Atalay’ın arkadaşları ve meslektaşları olarak bu süreçte birçok etkinliği, bir çok eylemliliği sağlıyoruz. Dosyayı takip ediyoruz, gerekli yerlere müracaat ediyoruz, birçok yerde etkinlikler yapıyoruz. Bunları devam ettireceğiz. Sesimizi hiç kısmayacağız, hiç susmayacağız. Mutlaka bir sonuca ulaşacağız önümüzdeki dönemde.
Av. Tümay Çetin – Avukatlar Sendikası Yönetim Kurulu üyesi
14/5/2023 tarihinde yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde Hatay Milletvekili seçilen Şerafettin Can Atalay’ın 27.10.2023 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa Mahkemesi’nin 25.10.2023 tarihli kararıyla; Anayasa’da güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği kararı verilmiştir.
Anayasa 153. maddesi açıktır. Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir, Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.
Anayasa’nın açık hükmü ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı karşısında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tahliye kararı vermemiş olması ne yazık ki ülkemizde hukuk güvenliğinin sorgulandığı değil, artık kalmadığının bir ifadesidir.
Anayasa Mahkemesi kararlarında hukuk devleti şöyle tanımlanır: Hukuk devleti demek, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendisini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk ve anayasaya uyan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunan bir devlet demektir.
Oysa bugün ne adil bir hukuk düzeni kuran ne de bütün davranışlarında hukuk ve anayasaya uyan bir devletten söz edemiyoruz. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin; Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tahliye kararı vermemiş, verememiş olması; yargıdaki çürümeyi, mahkemelerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybettiğini, hakimlerin hukuk adamı gibi değil, memur gibi davrandığını en çarpıcı haliyle ortaya koymuştur.
Can Atalay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına rağmen tahliye edilmemiş olması, ülkemizde bugüne kadar süregelen hukuksuz uygulamaların artık yargı organlarını esir aldığını, mahkemelerin tarafsızlıklarını ve bağımsızlıklarını kaybettiklerini esaslı biçimde gözler önüne sermiştir. Mahkemelerin, Anayasa hükmünü dahi uygulamakta tereddüt ettiği, “Hukuk Devleti” ilkesi ile bağdaşmayan şekilde hareket ettiği açıktır. Çünkü devrimci hukukçu Halit Çelenk’in de söylediği gibi hukuk, sınıflı toplumlarda, egemenlerin iradesinin bir yansıması olarak ortaya çıkmakta, bu iradenin bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır.
Oysa mahkemeler ne kişilere, ne belli bir gruba, ne de iktidara hizmet etmezler, hukuku da bu hizmet uğruna feda edemezler. Hatta öyle ki hakimler, yasa uygulayıcısı olmanın da ötesinde birer hukuk adamı gibi davranmak ve hukukun üstünlüğü ilkesini gözetmek zorundadırlar.
Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığını savunan bizler; hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan yasalar, hukukun üstünlüğünü gözetmeyen mahkemeler ve hukuk adamı gibi davranmayan hakimlerin karşısındayız, karşısında olmaya da devam edeceğiz! Meslektaşımız Hatay Milletvekili Avukat Can Atalay, derhal serbest bırakılmalıdır!