Hangi sol, hangi yol?

"Geride kalan seçim süreci, Türkiye aydınının da bir sınavıydı. Şimdi hangi sol ve hangi yol sorusunu sorma zamanıdır. İlk kural, emek ile sermaye arasında uzlaşmaz çelişki vardır! İkinci kural, ayağa kalkmak için bütün prangalardan kurtulmak gerek."

Solcular muhaliftir ancak her muhalefet solcu değildir. Solun “muhalefeti” doğrudan hedefinden kaynaklanır ve bu hedef mevcut sömürü düzeninin, kapitalist sistemin karşıtlığıyla belirlenir.

Bugün Türkiye’de kapitalizm tartışma konusu yapılmamaktadır. Solun üzerinde iki büyük gölge, solun gerçek kimliğini bulmasının önündeki en temel engeldir. Sosyal-demokrasi ve liberalizm ne yazık ki bugün “sol” alanı işgal etmiş durumdadır. Daha doğrusu, toplumsal ve ideolojik olarak solun temel paradigmaları, bu iki kesim tarafından paralize edilmektedir.

Seçim siyaseti ne demek istediğimizi fazlasıyla göstermiyor mu? CHP’ye payanda olunan ve HDP’ye yamanan bir siyasetin devrimci bir çıkış ve kopuş yapması kolayca beklenebilir mi? Aynı zamanda, sosyal demokrasi ve liberalizmin gölgesinde yürütülen siyasetin, teorik, ideolojik ve kültürel olarak ödettiği bedeller bulunmaktadır.

Nasıl olmasın ki? Örneğin seçim propagandasına bakınız. Birey kutsanması üzerinden bir seçim propaganda kampanyasının, özünde kapitalizminin “bireyciliği”ni yeniden üretmediğini kim iddia edebilir? Ya da tersinden liberalizm virüsü, “biz” yerine “ben” paradigmasını kutsarken bunun sol saflarda “örgütlenmesini” nasıl tarif etmeliyiz? Marx gitmiş, “Ben, ben, ben” diyen ve “egoizmin” temsilcisi olarak bildiğimiz Stirner bayrak yapılmış durumda. “Meclis senin, oy senin, sandık senin, parti senin, aday senin” şeklinde sıralanan “sen, ben, senin, benim” şeklinde devam eden küçük burjuva birey kutsanmasının örneği başka nasıl yapılabilirdi? Kapitalizme atfettiğimiz bireyciliği merkeze koyan bir sol siyaset tarzından toplumsal kurtuluşçuluğun, örgütlü kültürün ve yoldaşlık hukukunun nasıl çıkacağı kimsenin sorunu değil mi? Liberal reklamcı kafayı “yeni siyaset” diye kodlayıp devrimci propagandayı “arkaik” ilan edenlerin yol açtığı tahribatın sol siyasetteki etkileri hafife alınamaz.

Bugün “sistem, düzen, kapitalizm, rejim” karşıtlığının ertelenemeyeceğini, düzenin restorasyon siyasetinin umut olarak pazarlanmasının kapitalizmin yapısı nedeniyle “yeniden üretim” dışında anlamı bulunmadığını, doğrudan düzen karşıtı bir politik eksenin daha etkin şekilde kurulması gerektiğini söylemiştik. Yazmıştık; yalancı baharlarla ülkenin emekçi sınıflarını oyalandırmanın yanlışlığını… Karşılığı ise sosyalist solun devrimci kanadını temsil edenlerin sansürle seslerinin kısılması olmuştu… Her gün “düzen muhalefetinin” ekranlarında ve sayfalarında boy gösterilmeyi “etkili siyaset” diye pazarlayıp buradan “siyasi zekâ” keşfedenlerin özünde düzenin payandası ve “meşruiyet unsuru” oldukları bir kez daha görülmedi mi?

CHP’den daha çok CHP’ci olanların, “bir oy ona bir oy bana” şeklinde yürüttüğü siyasetin doğrudan burjuvazinin bir başka kanadını temsil eden düzen muhalefetini meşrulaştırmak ve eninde sonunda düzenin meşrulaştırılması dışında bir anlamı olmadı. CHP, AKP düzeninin paradigmalarıyla siyaset yapmış, ekseni sağa çekmiş, “sağa karşı sağ” çizgisini örmüş, sol da bu kervana katılmıştır.

Şimdi herkes Kılıçdaroğlu’na kızıyor, CHP’yi tartışıyor. CHP ne yapar ne eder; bu CHP’nin sorunu. Ancak “CHP sussun” diyerek bugünkü seçim sonuçları üzerinden CHP’nin sağa açılma siyasetini soldan eleştirenlerin büyük bir muhasebeyi önlerine koyması gerekmez mi? “Kılıçdaroğlucu solculuk”, Kılıçdaroğlu ya da CHP eleştirisi üzerine bina edilebilir mi? Neden Kılıçdaroğlu üzerine kurulan kurgunun ortağı, paydaşı, destekçisi oldunuz peki diye sorulmaz mı? CHP’nin aynı zamanda NATO’cu olduğu, emperyalist tekellerle uyumu temsil ettiği ve kemer sıkma siyasetine “aday” olduğu bilinmiyor muydu?

Tablo nettir: CHP, ülkenin merkez sağ cephesini kurmuş, kendisini ortanın solundan ortanın sağına çekmiştir. Uzun süredir CHP sola değil sağa yönelmişken, Türkiye solunda bir dizi kesimin doğrudan CHP’ye destek vermesi CHP’nin sağa yönelişine cevaz değil midir? İttifaklar siyaseti CHP tarafından kurulmuş, HDP buraya bağlanmış, TİP köpürtülerek bu bağlantının köprüsü olmuş, ne yazık ki sosyalist soldan bir dizi kesim de bu trenin peşinden gitmiştir. Hatta kraldan çok kralcı bir Kılıçdaroğluculuk bizzat solun bazı kesimleri tarafından yapılmıştır. Gerekçe hazırdır: “Bu seçimler referandum idi”. Ama sonuç açıktır: Sağa yönelim, sağın tahkimatından başka bir sonuç doğurmadı. Meclis’te ortaya çıkan tablo, solun Meclis’te aksesuar olmasının ötesinde bir anlamı olmadığını göstermiştir.

Ama başka bir yol mümkündü.

Çünkü, sağın geriletilmesi sol ile mümkündür. Solculuk ise, yüzünü sağa dönmüş bir Kılıçdaroğluculuk ile mümkün değildir. Ülkenin sola ihtiyacı var deyip, “Kılıçdaroğlucu solculuğu” siyaset yapmak diye gündeme getirip bir de üstüne buradan siyasi zeka tezleri üretmek garabet olduğu kadar gaflettir. Seçim öncesi düzenin ister Cumhur ister Millet kanatları olsun, doğrudan sermaye programına sahip olduklarını ifade ederken, bizlere “marjinal siyaset” ya da “kendi dar dünyamızda oynamak” gibi suçlamalar yapanları, bu açıdan mizah yazılarına havale ediyoruz.

Seçim döneminin yaratmış olduğu sıkışma geride kaldı, sermaye düzeninin restorasyon siyasetinin yarattığı yalancı baharın da etkisi son buldu. Türkiye kapitalizminin kriz dinamiklerinin aşılmasına yönelik sermaye programının eninde sonunda bir kemer sıkma politikasına denk geleceğini söylemiştik. Şimdi beklenmesi gereken bu.

Geride kalan seçim süreci, Türkiye solunun sınavıydı.

Düzen siyasetine sıkışmış bir sol siyasetin devrimci bir kopuşu ve iradeyi üretmesi mümkün değildi, olamadı. Bugün rejim, düzen, sistem, kapitalizm tartışmalarını yürütmeden bir devrimci kopuş ve irade çıkamayacağını vurgulu bir şekilde ifade etmek gerek.

Şimdi de sola dönük akıl vermeler peşi sıra geliyor. Aydınların, yazıp çizenlerin, Türkiye sosyalist hareketine akıl vermesinin anlaşılır yanı olmakla birlikte, bu tablodaki sorumluluklarını bir aydın sorumluluğuyla değerlendirmeleri gerekmez mi? Kılıçdaroğluculukta en önde gidip, sonra sosyalist sol yan yana gelmeli demenin bir muhasebesi yok mu?

Geride kalan seçim süreci, Türkiye aydınının da bir sınavıydı.

Şimdi hangi sol ve hangi yol sorusunu sorma zamanıdır. İlk kural, emek ile sermaye arasında uzlaşmaz çelişki vardır!

İkinci kural, ayağa kalkmak için bütün prangalardan kurtulmak gerek.