Homo Academicus Vicanus

"Yani üniversite bir aktör olarak piyasada yer almalıydı; yani üniversiteler tümüyle bir ticari işletme gibi, şirket mantığıyla yönetilmeliydi. Krizi aşmak için kullanılan neoliberal politikaların üniversiteye uyarlanması, öncelikle kamu kaynaklarının tümüyle kesilmesiyle başladı. Bu noktadansonra piyasalaşmanın diğer aşamaları arka arkaya geldi. Üniversiteler piyasaya mal sunan, ihalelere giren, taşınmazlarını gerektiğinde kiraya veren, çalışanlarının ücretlerini düşüren şirketler halini aldı. Bourdieu, kitabı hazırlarken Fransız üniversiteleri bu sürece yeni başlıyordu."

Çağımızın önemli düşünürlerinden Pierre Bourdieu’nun kitabı Homo Academicus’un (1) okuduğum en ciddi akademi eleştirilerinin başında geldiğini söyleyebilirim. Bourdieu, akademiyi tahakküm ilişkilerinin kurulduğu bir alan olarak ele alırken, akademisyenleri de “uzmanlaşmış ve seçilmiş bir hoca olabilmek için kendilerini profesyonelleştirerek ve özel metodolojiyle donatarak, eleştirinin günlük geleneklerinden kopmaya meyilli olan” kişiler olarak tanımlıyor. Kültürel sermayelerini, ekonomik sermayeye dönüştürme sürecinde kendilerini bazı derneklere üyelik, belirli okullardan mezuniyet, dergilerde yöneticilik, ödüller, sempozyumlarda konuşmacı olma gibi şekillerde var
ettiklerini anlatıyor ve yaratılan iktidar ilişkilerinden söz ediyor. 1967 yılında yapılan bir araştırmanın verilerinden yola çıkarak Homo Academicus’u sekiz özellik etrafında tanımlıyor Bourdieu:

1. Edinilmiş konumlara ulaşmada ve habitusun oluşumunda belirleyici olan ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye ile toplumsal köken ve aidiyet;
2. Önceki belirleyicilerin eğitime dayalı olan sermayesi: (eğitim sermayesi), okul tercihleri,ortaöğretimde kazanılan eğitim başarısı ve yükseköğrenimde tercih edilen kurum ile kazanılmış ünvanlar;

3. Akademik iktidar sermayesi: enstitü yöneticiliği, dekanlık, gibi;

4. Bilimsel iktidar sermayesi: bilimsel yayın organlarında yönetici olmak; araştırma komisyonlarına katılım;

5. Bilimsel prestij sermayesi: bilimsel ödüller, yabancı dillere çeviriler, uluslararası toplantılara katılım;

6. Entelektüel şöhret sermayesi: Bilim Akademisi üyeliği, televizyonda görünmek, gazete ve dergilerde yazmak gibi;

7. Ekonomik ve politik iktidar sermayesi: hükümetin siyasi organlarında yer almak, iktidarın okullarında eğitim vermek ve çeşitli ödüllere layık görülmek;

8. Siyasal yatkınlıklar: belli siyasi eğilimi yansıtan bildirilere imza atmak, siyasi kongre ve
toplantılara katılmak.

Dediğim gibi, Bourdieu bu çalışmayı 1960’lı yılların ikinci yarısında Fransa’da yapmıştı. Yani üniversitelerin piyasalaşma süreci ABD’de bile tam anlamıyla yerleşmemişti. 1970’li yıllarda krizin temel özelliği durgunluk ve enflasyonun bir arada görülmesiydi. Kapitalizm buna bir çözüm olarak esnek birikim modelini getirdi. Bu durumun üniversite açısından önemi, artık piyasa gereksinimlerine göre konumlanmasının yetmemesiydi. Üniversitenin sadece krize karşı korunması değil, doğrudan krizin aşılmasına katkıda bulunabilecek bir ekonomik ve yönetsel yapılanma içerisine girmesi gerekiyordu. Yani üniversite bir aktör olarak piyasada yer almalıydı; yani üniversiteler tümüyle bir ticari işletme gibi, şirket mantığıyla yönetilmeliydi. Krizi aşmak için kullanılan neoliberal politikaların üniversiteye uyarlanması, öncelikle kamu kaynaklarının tümüyle kesilmesiyle başladı. Bu noktadan sonra piyasalaşmanın diğer aşamaları arka arkaya geldi. Üniversiteler piyasaya mal sunan, ihalelere giren, taşınmazlarını gerektiğinde kiraya veren, çalışanlarının ücretlerini düşüren şirketler halini aldı. (2) Bourdieu, kitabı hazırlarken Fransız üniversiteleri bu sürece yeni başlıyordu. Yani Homo Academicus, piyasaya henüz açılmamıştı. Ardan geçen kırk yılın sonunda (kitabın ilk baskısı 1984 tarihli), artık ‘Üniversite A.Ş içerisinde yuppie akademisyen’ (3) ile karşı karşıyayız Fransız akademisini ele alan bu kitaptaki saptamaların evrensel olduğu rahatlıkla söylenebilir ama toplumsal ilişkilerde feodalizmin etkilerinin bütünüyle silinmediği Türkiye gibi ülkelerde daha bir alt tonda seyrettiği görüşündeyim. Bu ülkelerde Bourdieu’nun saydığı var olma biçimlerine “kısa ve yan
yollardan” ulaşmak için gereğini yapma ve bir tür köylülük de eklenerek “Homo Academicus Vicanus” demek yanlış olmaz sanırım. Uluslararası tanınırlığı olan, aksansız yabancı dil konuşabilen, papyon kravat takan ancak entelektüel açıdan burjuva demokratik devrimlerinin öncesinde kalmış çok sayıda akademisyen tanıyorum. Demek istediğim, artık o çokça söylenen fildişi kulelerde yaşayan
akademisyenler yok, olasılıkla böyle bir metafordan habersiz, ‘bugün kaç para kazanabilirim’ diye düşünen ve köylü kurnazlığıyla iktidarla iş birliğini gizlemeye çalışan yeni bir tipolojiyle karşı karşıyayız. Karşı çıkmamanın da iş birliği olduğunu altını çizerek anımsatmalıyım. Zaten bu yüzden Homo Academicus Vicanus diyorum ya.

(1) Bourdieu P. Homo Academicus. Çev.: Ökten N, Kocasu AN, Gülbey E. İstanbul Bilgi Üni., Yay., 2021.
(2) Günal İ. Üniversitelerin piyasalaşma süreci. Toplum ve Hekim 35: 371-7, 2020.
(3) Nalbantoğlu HÜ. Üniversite A.Ş.de bir ‘homo academicus’: “ersatz” yuppie akademisyen. Toplum
ve Bilim, 97: 7-42, 2003.