İdamının 43. yılı: Erdal Eren'in eşit ve özgür bir ülke mücadelesi devam ediyor...

Bugün Erdal Eren'in idam edilmesinin 43. yılı.

İdamının 43. yılı: Erdal Eren'in eşit ve özgür bir ülke mücadelesi devam ediyor...

Toplumsal hayatın her alanındaki eşitsizlikler, emekçilerin sırtına binen sermayedarlar… Her şeyin farkında olan 17 yaşında bir fidan… Okumuş insanın emekçi halka karşı sorumlu olduğunun bilincinde gencecik bir devrimci, Erdal Eren… 70’li yıllar, kapitalizmin asalak ve insan onuruna aykırı bir sistem olduğunun gün yüzüne çıktığı, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin yükseldiği, en temel taleplerin tek bir ağızdan söylendiği yıllar olarak hafızamızda yer ediyor.

Böyle bir dönemde kapitalizmin krizleri derinleştikçe emekçiler yüzlerini sola dönmeye başlamıştır. Erdal Eren ise böyle bir süreçte devrimci mücadele içerisinde yerini almıştır. Bu dönem, emperyalist-kapitalist sistemin çarklarına birer dişli olmayı kabul etmeyenlerin, düzenin çarklarına çomak sokanların dönemi olmuştur. Emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği misyonun kabul edilmediği yıllardır.

70’lerin sonuna gelindiğinde işçi sınıfının örgütlülüğü, sermaye sınıfı açısından korkutucu bir raddeye gelmiştir. Sermaye sınıfının yardımına ise 1980 Amerikancı askeri faşist darbe yetişmiştir. Bu darbe ile 24 Ocak kararları yürürlüğe girmiş, işçilerin hakları ellerinden alınmış ve devrimcilerin bir kısmı işkencelere, bir kısmı da darağacına gönderilmiştir. Darağacına giden devrimcilerden biridir Erdal. Bir çocuk düşünün, idamı için yaşı büyütülen… Erdal Eren idam masasına çıktığında 17 yaşındadır. Suçlandığı davada, suçsuz olduğunun somut delilleri varken verilmiştir idam kararı. Bu kararı verenlerin niyeti de bellidir. Bir suçlu değil, idam edecek bir genç, bir devrimci arıyorlardır. Çünkü bu genç düzene karşı gerçekleri gün yüzüne çıkaranlardan biridir. Sermaye düzenini kabul etmemiş, halkının yanında mücadele etmiştir. “Ne zamandır kimseyi asmıyoruz, bu çocuğu asalım da ibret olsun” diyerek Erdal Eren’i asanların safı ise bellidir.

Erdal Eren’den geriye eşit ve özgür bir ülke için verdiği mücadele kaldı. Bize düşen de mücadele bayrağını daha ileriye taşımak, eşit ve özgür bir ülke kavgasını büyütmek, geleceğin aydınlık günlerini örmektir.

ERDAL EREN’İN ÖYKÜSÜ

Erdal Eren, yoldaşı Sinan Suner’in öldürülmesini protesto ettiği olaylarda bir askeri öldürdüğü iddiasıyla suçlandı ve yaşı büyütülerek idam edildi…

Erdal Eren, 25 Eylül 1964’te Giresun Şebinkarahisar’da doğdu. 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.

Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, ODTÜ’lü yoldaşı Sinan Suner’in MHP’li bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından öldürülmesinden sonra yapılan protestolara katıldı ve burada çıkan olaylarda gözaltına alındı. Olay esnasında asker Zekeriya Önge’yi vurduğu suçuyla tutuklanıp Mamak Cezaevine gönderildi.

Eren, 12 Mart 1980’de idama mahkum edildi. Delil yetersizliğine rağmen suçlu bulundu ve istenilen kemik yaşı raporunu da reddeden mahkemece Erdal Eren, 12 Eylül Darbesi’nden sonra 13 Aralık 1980’de idam edildi.
Avukatı Nihat Toktay, bir televizyon kanalında yayınlanan “Son Celse” adlı programın “Erdal Eren Dosyası” bölümüne Askeri Yargıtay 3. Dairesi Üyesi ve emekli hakim Ahmet Turan’ın katıldığını ve burada, kararı bir kez esastan, bir kez de usulden bozduğunu, idam kararının adli hata olduğunu itiraf ettiğini ve “Dosyada Erdal Eren’in eri öldürdüğüne dair yeterli delil yoktu. Benim vicdani kanaatim bu delillerle idam kararı verilemeyeceğiydi. Ve arkadaşlarımı bu yönde ikna ederek kararı bozduk. Ancak başsavcılık itiraz etti, ikinci kez bozduk, en sonunda daireler kurulu idam kararını onadı.” dediğini aktarmıştır.

ERDAL EREN’İN İDAM EDİLMEDEN ÖNCE YAZDIĞI MEKTUP

“Sevgili annem, babam ve kardeşlerim,

Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemiz de olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.

Cezaevinde yapılan (neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.

Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.

Devrimci selamlar, oğlunuz Erdal.”