İleri derece miyop toplum
Son günlerde dolaylı vergilerin hafifletilebileceği gibi yeni süslü ifadelerle halkımız bu kez de yerel seçimlere hazırlanmaktadır. Umarım halkımız ikinci kez bu zokayı yutmaz.
Göz ameliyatı olmadan önce ileri derece miyoptum. Gözlüksüz olarak üzerinde hiçbir şekil ya da yazı olmayan temiz bir duvara baktığımda rahatsız olmazdım. Ne zaman ki, duvara tek bir çizgi çizilir ya da ufak bir şekil resmedilirdi, işte o zaman gözümün ne denli bozuk olduğunu anlardım. Halkların davranışını çoğu zaman düz duvara bakan ileri derecede miyop insan davranışına benzetiyor, belirsiz bir sona yuvarlanan insanımızın gerçeği görmesini engelleyen sosyo-ekonomik ve siyasi aygıtlardan söz etmek istiyorum. Bu kısa tartışmada şu üç ana konu üzerinde durmak istiyorum: ideolojik körlük; konjonktür ve trend farklılığı körlüğü; ve, taşıyıcı araçlar-ana etmen körlüğü.
Malûm, kapitalizm içinde savruluyoruz, fakat ne kapitalizmin ne olduğunu ne de kapitalizmin ne tür ekonomilere ne tür olanak(sızlık)lar sunduğunu algılayabiliyoruz. Oysa kapitalizmin ne olduğunu ve sistemin nasıl işlediğini hem anlık görüntüsü hem de tarihsel hikâyesi ile anlatan çok değerli insan dostları var. Ne var ki, günlük yaşamımızda soluklandığımız hava misali öylesi yoğun bulut kümesi/ideoloji etrafımızı kaplamış ki, kaynağını bilemeden sorunlarla boğuşmaktayız. Boğulmayı, aile yapısından başlayıp, okullarda devam eden, üniversite denen topluma ışık saçtığını savladığımız ulvî(!) kurumlarda bilim görüntüsünde yoğunlaşan ve nihayet arkadaşlarımız ve çalıştığımız mekânlarda yaşadıklarımızla farkında dahi olmadan her saniye yaşıyoruz, fakat suda yüzen balık misali denizi fark edemiyoruz. Kısaca ideoloji bize öyle bir gözlük veriyor ki, arka fondaki çirkinliği değil, lazerle yansıtılan cennet bahçelerini görüyoruz. O kadar ki, sokaktaki adamdan en okumuş münevverine dek kapitalizmi tercih eden hemen herkes, kesinlikle sözcüğün kökeninde ne olduğunu dahi idrak edemeden, ‘kapitalizm-piyasa-özgürlük-demokrasi’ kutsal dörtlü katarı hayranlıkla benimserken ciğerini harami temsilcilerine emanet edebiliyor.
İkinci konumuz konjonktür ile trend farkının algılanmasında yaşanan körlüktür. İşsizlik, bütçe açığı, cari açık, yoksulluk gibi sorunlar münferiden ve konjonktür dalgalanmaları içinde ele alınırken, zaman zaman yaşanan kısmî iyileşme yönündeki kıpırdanışlar toplumu olumlu havya sokarak, problemin kökenine inmeyi engellemektedir. Zaman zaman kamuoyu ile paylaşılan, örneğin bir buçuk yılda ilk kez cari fazla yaşanması ya da son çeyrekte bütçe açığının daralması veya TÜİK’in nasıl yaptığı gün gibi açık olan işsizliğin yüze 11 oranından yüzde 10,4’e gerilemesi gibi haberler toplumun, ondan da öte siyasilerin egosunu şişirmeye yetebilmektedir. Oysa Türkiye gibi potansiyel kaynak, insan, enerji ve sermaye/tasarruf yetersizliği yaşayan bir ülkede, bu tür arızî iyileşme görüntüleri kısa dönemlerde görülebilmekle beraber, ne doğaldır ne de kalıcıdır. Ekonomilerin/toplumların temel göstergeleri konjonktür dalgalanmaları değil, orta ve uzun dönemli trendleri, yani eğilimleridir. Kısa vadeli göstergeler siyasi planlamada kullanılabilir, fakat halkı aydınlatmada asla. Bu körlükle “yetemez, ama evet” aymazlığı yaşanmıştır. AKP’nin eline geçen bol kaynağı sanayileşmede değil de inşaatta kullanması ve siyasette bununla yol alması halkın konjonktür-trend körlüğünün bir sonucudur. Konjonktür bilgisi ancak halkı kandırmada kullanılabilir. Buna inanan halk varsa, siyasiden günah gider. Bizim meselemiz, çok elzem olan parayı, bedelini geri döndürecek yatırımlara yönlendirmek ve üretimi yükselterek emek istihdamının önünü açmak olmalı idi, Lütfen, “emek istihdamının önünün açılması” kavramına dikkat edelim! AKP aklının yettiği inşaat/alt-yapı emekçinin önünün kısa süreli açar, açmıştır da. Fakat inşaat, yapım süreci bittikten sonra ne bir sanayi tesisi gibi yatırılan parayı amorti eder, ne de emekçiye devamlı istihdam olanağı yaratır. İnşaat işleri ticari alana sürüklenince, binaların zaman içinde değerlenmesi gerçekleşebilir. Fakat bina değerimin yükselmesi ne ulusal gelire katkı yapar ne de emeğe istihdam olanağı sağlar. Bu süreç, belki başka bir zamanda tartışacağımız rant ile gelir arasındaki derin farklılığa işaret eder. Bugün AKP’nin halkını sürüklediği ekonomik açmaz, gelir yaratmayan bazı kaynakların rant yaratır konuma dönüştürmesinin sonucudur. Ne var ki, bu süreç kimilerinin cüzdanlarını olağanüstü şişirdi, hatta dolaylı yoldan siyaseti de finanse ederek, halkın kendi boğazına idam ilmiğini geçirmesine yol açtı. Kalkınma sorunu konjonktür kıpırdanmalarıyla değil, uzun dönemli, ısrarlı trendlerle çözülebilir.
Bugünkü üçüncü konumuz da ana sorun ile taşıyıcılar arasında yaşanan körlüktür. Halkımız olağanüstü yükseltilen katma değer vergisi ve özel tüketim vergisinden, buna karşı ciddi zam yapılmayan düşük maaşlardan (düşük satın alma gücü) rahatsızdır. Meseleye biraz geniş açıdan baktığımızda, vergilerin de yükseltilmeyen emekli ya da memur maaş zamlarının da halkı yoksullaştıran aslî unsurlar olmayıp, asıl sebebin birer taşıyıcılar olduğunu görürüz. Taşıyıcıdan ana unsura döndüğümüzde ‘devlet-emperyalist ilişkisi’ karşımıza çıkar. Ana unsur olan mesele şudur: AKP’nin eserleri(!) olan köprü-tünel-metro gibi alt yapılar bütçeden bir kuruş dahi çıkmadan yapıldı safsatalarına karşın, iş bittikten sonra tabii ki maliyet bedelini ülke halkından söke söke alacaklardı, işte almaktadırlar. Kısacası, çok uluslu firmalar devletimizle bir şekilde anlaşarak bu tesisleri yapmış ve şimdi faturayı önümüze koymuş bulunmaktadır. Bu fatura, AKP yöntemi sebebiyle olağanüstü yüksektir. Son seçime giderken, AKP ve yandaşlarının devamlı terör üzerinde yoğunlaşıp, eserleri olarak gördükleri alt-yapılardan bir cümle dahi etmemeleri, hatta seçim propagandalarında “bütçeden bir kuruş dahi çıkmadı” gibi bir cümle kurmamaları amaçlı idi. Çünkü bu konuların gündeme gelmesi durumunda, bütçeden bir kuruş dahi çıkmayacak gibi ipe-sapa gelmez gerçek dışı ifadelerin nasıl bir aldatmaca olduğu tartışılıp anlaşılabilirdi. Bundan dolayı emperyalistler açısından AKP’nin iktidardan uzaklaşmaması gerekiyordu, ne garip ki bugün sızlanan halkımız tercihi de aynı yönde tecelli et(tiril)miştir. İşte ana konuyu kavrayamayıp, onun taşıyıcıları üzerinden anlamsız serzenişlerle oyalanan halkımızın körlüğü!
Son günlerde dolaylı vergilerin hafifletilebileceği gibi yeni süslü ifadelerle halkımız bu kez de yerel seçimlere hazırlanmaktadır. Umarım halkımız ikinci kez bu zokayı yutmaz.
Halkımızın ve ülkemizin huzura ve refaha kavuşabilmesi için neo-liberal dönemin yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığı uygulamasının nasıl bir halk soygunu olduğunu, bu projelere soyunan iktidarların halklarını nasıl emperyalistlere peşkeş çektiğini idrak etmeliyiz. Emperyalistlerle yaptığı işbirliğinin faturasını ulusal paraya değil de, dolarla bağlayan iktidarın kimin siyasi ajanı olduğunu düşünmeliyiz. Belki yerel seçimler hatırına bazı göz boyayıcı işlemler yapılabilir. Aldanarak o treni de kaçırırsak, artık hiçbir şeyden şikâyet etmeye hakkımız da, gücümüz de olmaz.