Kadınların seçimi
Günümüzde İKD, geçmişin mirasına sadık kalarak , onu çağın gereği geliştirerek, aynı kararlılıkla , ödünsüz , örnek oluşturacak faaliyetlerle sürdürmektedir.
Tülin Tankut
14 Mayıs seçimlerine bir ay kaldı. Peki, iddia edildiği gibi, seçim sonuçlarında kadınların ve gençlerin tercihleri belirleyici olabilir mi? Gençler için belki umut var; 21.yüzyılda, “milli ve manevi değerlere” aykırı düşmemek savıyla gençleri, tarım toplumunun değerleriyle yetiştirme politikaları ters tepebilir ama kadınlar için durum oldukça karmaşık görünüyor. Oysa ülkemizde kadın hakları için verilen mücadelelerin köklü bir geçmişi var. (1) Günümüzde de bu mücadele sürdürülüyor. Kadın örgütleri, kadınların bedenleri üzerindeki haklarını ödünsüz savunuyorlar. (2) Toplumdaki kadın algısının değişmesi için uğraşıyorlar. Ancak kadınlara yönelik ayrımcılıkla mücadelenin yasal zeminde yavaş seyretmesi ve başta şiddet olmak üzere kadınların uğradıkları mağduriyetin giderilememesi, sorunu toplumun temel meselelerinden biri haline getirmiştir.
Günümüzde hemen hemen tüm ülkelerde dozu farklı da olsa iktidarıyla, muhalefetiyle ekonomiden hukuktan siyasete, her konuda, din alanından seçilmiş referansların popülist politikalara alet edilmesi, özellikle muhafazakâr toplumlarda kadınların mağduriyetini artırmakta büyük rol oynamaktadır. Keza, bilimin ve dinin araçsallaştırılması, toplumdaki geleneksel cinsiyetçi önyargıların meşrulaştırılmasına yol açmıştır. Kadınları kuluçka makinesine döndürmek isteyen zihniyet palazlanmıştır. Din adına ahlâk bekçiliği yapan siyasetçilere gün doğdu da diyebiliriz.
Ülkemizdeki durum bundan farklı değildir. Feodalizm, kapitalizm, neoliberalizmin bir arada yaşandığı ve her birinin başında da ataerkil sıfatının bulunduğu toplumumuzda, geniş kadın kitlelerinin hal i pürmelali gün gibi ortadadır. Kadın cinayetleri davalarında verilen “haksız tahrik” indirimi “kararlarıysa, artık sabırları taşıracak noktadır. Seçim pazarlıklarında “anayasal koruma altındaki kadın- erkek eşitliğinin kaldırılması”na yönelik talepler fütursuzca dile getirilebiliyor. Liste kabarık; karma eğitime son verilmesinden, nafaka hakkının lağvedilmesi noktasına kadar uzanıyor.
Baskıyı artırarak kadınları hizaya getirme, kadın hareketlerinin ve onları destekleyen çevrelerin seslerini kısma girişimleri, kadına yönelik şiddetin önüne geçilebilmesi için çare olabilir mi? (Kadın istihdamının artırılması bile şiddeti azaltılabilir ama bu, siyasetçilerin gündemine girmez!) Artık her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor, bu iletişim çağında hiçbir şey gizli kalmıyor. Kadınların kamusal alanda yurttaş olarak varlık göstermeleri istenmiyor, çünkü kapitalist sistem, dinci çevrelerin desteğini de arkasına alarak ataerkilliği yeniden üretir; kadınlar da ev içi ve bakım emeğiyle kapitalist sistemin sürekliliğine hizmet ederler. (Onun içindir ki kapitalizme ev kadını ve anne gibi yâr olmaz.) Sağ partilerin ailenin güçlendirilmesi projesinin altında yatan da kadının toplumsal cinsiyet rolü içinde tutulmasının hedeflenmiş olmasıdır. (“yuvayı dişi kuş yapar”) Kadın aile içinde bu rolüyle güçlü olsa bile kadın- erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkileri nedeniyle bu rol onu özgürleştirmiyor. (Üstüne üstlük günümüzde kadınlar kendilerini aile ortamında güvende hissedemiyor, can güvenliği konusunda tedirginlik duyuyor.) Son araştırmalarsa uygulanan politikaların kadınlar üzerindeki etkileri açısından düşündürücüdür: “Zorunlu değilse kadın çalışmamalıdır” diyen kadınların oranı, yüzde 44’e yükselmiştir. Bu durumda DİSK verilerine (2022) göre, genç kadınlarda işsizlik oranının – buna âtıl işsizlik dahil değil- yüzde 48’ i aşmasına şaşmamalı.
Öte yandan toplum olarak son kırk yıldır hızlı bir değişim geçirmekteyiz. Genç kadın kuşağı, ebeveynlerinden farklılaştıklarını dışa vuran davranışlar sergiliyorlar. Modernle geleneksel arasındaki sınır aşınıyor. Sosyal medya, kullanıcıların özgürleşme arzularını tetikliyor. (Kamusal yaşama kayış; ev, oda paylaşma, ikinci el eşya kullanmayla yetinme v.b. ) Ancak, internet de başlangıçta özgürlük getirecekti ama süreç içerisinde ticarileşti. Egemen güçler interneti yönlendirmekte gecikmedi, üstelik haber kısıtlamasına gösterilen özen (!) toplumu yozlaştırabilecek olayların denetiminden esirgendi. Sosyal medya bağımlılığı, bilisizliğe göz kırparken bilinçlenmeye zarar verdi. Küresel ideoloji internet aracılığıyla kişileri bedensel hazlarını kullanarak kuşatma altına aldı. Sosyal medyadan tanıdığı ama yüzünü hiç görmediği biriyle ilişki kurma, fotoğraf paylaşma, kişinin evine konuk olma, v.b. modası yaygınlaştı. Ağır ekonomik sorunlarla cebelleşen evli ya da birlikte yaşayan çiftlerin birbirlerine tahammülü azaldı. Eşlerden birinin Tiktok videosu çekmesi ve paylaşması, Tiktok’la çok uzun vakit geçirmesi sonucu, çocukların ihmal edildiği iddiaları, boşanma sırasında nafaka ve velayet konusunda sorunları derinleştirdi. Günübirlik yaşama kültürü, evlilik- dışı ya da imam nikahına sığınılarak oluşturulmuş birliktelikler, ortada bırakılan, başıboş çocukların sayısını artırdı. Sonuç: Denetim eksikliğine bağlı olarak sosyal ağların kullanıcılar üzerindeki tehlikeli etkileri; yoksulluk, işsizlik gibi diğer etmenlerle birleşince kişiyi pusuda bekleyen yalnızlık, güvensizlik, alkole, yasaklı maddeye sığınma eğilimi, kişinin asıl sorunların üzerine odaklanmasını zorlaştırdı. Kimileriyse, “seçim var imiş, ya ki yok imiş, ne umuru” modunda.
Oysa kadınların yaşadıkları sorunların adını koyabilmeleri, yasal haklarını kullanmak için harekete geçmeleri kendi yararlarınadır. Kadını erkeğin malı gibi gören zihniyet, tarihte “yurttaş” tanımının olmadığı dönemlere aittir. (Bekaret kemeri, odalık, cariyelik v.b. Tanımları hatırlayalım.) Günümüzde bu zihniyet, ancak var olan hukuk sisteminin, yasaların çiğnenmesiyle hayat bulabilir. Yargı bağımsızlığı bu yüzden çok önemlidir; hukuk olmazsa yurttaşa başka kim yol gösterecektir? Dolayısıyla laikliğin devlet politikası olarak kalması için demokrasiyi, laikliği savunan güçlerin birleşerek direnmesi, içinde bulunduğumuz koşullarda yaşamsal önem taşıyor. Saksı çiçeği gibi, yaşamı pencere arkasından seyretme lüksümüz yok.
Başta ardı arkası gelmeyen şiddet olayları olmak üzere, kadına yönelik ayrımcılıkla yeterince mücadelede edilemez mi? Neoliberal kapitalizmin piyasalaşma politikaları, buna karşılık kamu mülkiyetinin tasfiyesi, evli ve çocuklu kadının yükünü daha da artırıyor. Sosyal yardımlarsa hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon yüzünden temel ihtiyaçları bile karşılayamıyor. Ekonomik krizse kadınlara evlilik dışında başka seçenek bırakmıyor. (3) Kadınlar için durumun ne denli kritik olduğu iyice su yüzüne çıkmış durumda. Demek ki, toplumdaki seküler- dinci bölünmesinin yansıması olarak, kadınları birbirine düşürme, dolayısıyla kazanılmış hakların tırpanlanmasına karşı bunların geri alınması için verilecek ortak mücadeleyi engelleme girişimlerine kanmamalı. Öncelikle, şu unutulmasın ki, şiddet karşısında tüm kadınlar eşit! Resmi veriler, buzdağının görünen yüzü. Uzmanların da vurguladığı gibi aile içi şiddet, kapitalist sistemde toplumsal şiddetin kökeninde yatan bir siyasal olgu olarak ele alınmalıdır. Ancak bugün için kadınların yalnızca şiddet konusu karşısındaki ortak tutumu bile takdire şayandır; geleneksel halk dinini sürdüren, yaşamını dini kurallara göre belirlemiş olan ve seküler kadınlar, artık kendi aralarında ideolojik olarak üretilen ayrımın yapaylığını fark ediyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına karşı çıkmaya gücü yetmeyenler, 6284’ e (Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi ve Ailenin Korunması Kanunu) sahip çıkıyorlar. (4)
Seçimler yaklaşırken geniş kadın kitlelerine ulaşmanın yolları mutlaka bulunmalı. Ampirik gözlemlere dayanıyor olsa da var olan tabloda aralarındaki farklılıklara karşın ayrımcılık konusunda kadınların yan yana durmaları mümkün görünüyor. Ülkede demokrasinin el verdiği ölçüde, bazen koşulları zorlayarak faaliyetlerini sürdüren kadın hareketlerinin sağcı, din istismarcısı, popülist siyasi çevrelerin etkilemeye çalıştığı kadınlarla dayanışmayı gerçekleştirmesi, seçimlerde muhalefet için ihtiyaç duyulan dayanışma ağını genişletecektir.
Seçimlerde solun ve kadın hareketlerinin önünü açacak partilere oy vermek yalnızca kadınların değil, erkeklerin, çocukların, tüm toplumun yararınadır. Bunun için kadınların diğer hak mücadelelerine de destek vermeleri beklenir. Toplum eşitlikçi oldukça yönetim kurallarının rolü azalır, diye bilinir. Seçimden sonra da mücadele bitmeyecektir. Seçimlerde kadınlar olarak geleceğimiz için taleplerimizi siyasal bir güç olarak ortaya koyabilmeliyiz. 1975- 1980 arasında faaliyetlerini sürdüren İKD’nin (İlerici Kadınlar Derneği) , ülkemizde solun giderek güçlendiği bir dönemde, sistem karşıtı bir hareket olarak ortaya çıkması; “siyaset dışı “ kadın derneklerinin, ağırlıkta olduğu koşullarda topluma yepyeni bir soluk getirerek bunu gerçekleştirmiştir. (4) Günümüzde İKD, geçmişin mirasına sadık kalarak , onu çağın gereği geliştirerek, aynı kararlılıkla , ödünsüz , örnek oluşturacak faaliyetlerle sürdürmektedir.
DİPNOT :
- 80 sonrası kadın araştırmaları arasında ilk akla gelen isimlerden Prof. Dr. Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi adlı doktora çalışmasıdır. 1994 ilk basım, 3. basım, Metis.
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı yayınlarından Kadınların Belleği Dizisi de bu konuda önemli başvuru kaynağıdır. Dizideki, Hanımlara Mahsus Gazete (1895- 1908), Demet (1908- 1908), Kadın (Selanik)(1908-1909) , Kadınlar Dünyası ( 1913- 1921) , Genç Kadın ( 1918- 1918) , Türk Kadını ( 1918- 1919) , Süs ( 1923- 1924), Kadın Yolu/ Türk Kadın Yolu (1925- 1927) süreli yayınlarının , günümüz okuruna ulaşılması için çeviri yazımı yayınlanmıştır.
- Türkiye’de 80 sonrası kadın hareketinin kitlesel destek bularak gerçekleştirdiği belli başlı etkinliklerden bazıları:
- CEDAW ( ) uygulamasını talep eden dilekçe kampanyası, Medeni Kanunun reformu mücadelesi
- Aile içi şiddete karşı ilk yürüyüş, Kariye Şenliği
- Mor İğne kampanyası, KEKBM Vakfı, Mor Çatı Sığınma Evi, KADER (kadın adayları destekleme derneği) kuruldu; üniversitelerde Kadın Araştırmaları bölümleri açılmaya başladı.
- Aile İçi Şiddete Karşı Kadınları Koruma Yasası çıkarıldı.
- Medeni Kanun kadınların talepleri doğrultusunda modernleştirildi.
- Ceza Kanunu, kadınlara yönelik şiddeti önlemek için reformdan geçirildi.
3) Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçimlere bir ay kala ev kadınlarına getireceği iyileştirmeleri doğru değerlendirmeli. “Bu pilav daha çok su kaldırır.” Ayrıca parti görüşünün, uluslar arası bir norm olarak kabul edilen toplumsal cinsiyet eşitliğini tanımayıp kadını bir birey olmaktan çok ev kadınlığı ve anneliğe yakıştırdığı göz önüne alındığında bu görüşe göre kadınların özgürlük mücadelesi de söz konusu olamaz. Kadının özgür olabilmesi için önce aile içinde can güvenliğinin sağlanması gerekir. Kadın istihdamının artırılması, çalışan kadının üzerinden ev işi ve bakım emeğinin kamusal kurumlara devredilmesi vb. haklar, yasalarca güvence altına alınmalıdır ki, bu konuda gerçekçi çözümler ancak sol partilerden beklenebilir.
4) “Evet, elbette 6284 ‘ü tarûmar ederseniz hakkımız helal değil”, başlıklı yazı, Habertürk yazarı, Nihal Karaca Bengisu, 19.03.2023
5) İKD gibi, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi’nde direniş ve grevlerde kadınların oynadığı roller hakkında çeşitli kaynaklara baş vurulabilir. İKD’nin arşivlerine Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’nden ulaşılabilir.