Karşı Manifesto

İhtiyaç duyduğumuz karşı manifestonun en temel düsturu; bu çatlakların büyütülmesine, giderek egemen sınıfın sorgulanmasından çıkarak iktidardan düşmesine yardımcı olacak bir bayrak görevi görmesidir. Sorduğumuz soruya yanıtı verirken, işin odak noktasında tam da bu akıl yürütmenin yerleşmesi gerekiyor.

Gazete Manifesto’nun kuruluşundan bu yana neredeyse sekiz yıl geçmiş durumda. 10 Ekim katliamının hemen ardından yayıncılık dünyasına “merhaba” diyen Gazete Manifesto ismiyle müsemma bir yayıncılık yapmaya özen gösterdi. Bununla birlikte Gazete Manifesto kendini sadece yayıncılık alanıyla kısıtlı görmedi.

Manifesto kendisini habercilik camiasına “yeni bir soluk” olarak değil, kendine kerteriz noktası olarak gördüğü sınıf mücadelesinin soluğu olarak gördü. O yüzden de çıkış manifestosuna “koca” harflerle “tarafımız bellidir” diye yazdı.

Gazete Manifesto; “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diyen Manifesto’dan aldığı ilhamı “internette bir hayalet dolaşıyor” şeklinde yeniden üreterek hayata başlamıştı. Sınıf mücadelesi gibi insanlık tarihi kadar eski bir olgunun tarihi içerisinde Gazete Manifesto’nun tuttuğu yer ve oynadığı rol henüz yeni doğmuş bir bebek kadar.

O yüzden okuyucularımız bu yazıyı bir döneme dair durum değerlendirmesi olarak görmeliler. Manifesto’nun oynadığı ve oynayacağı rol, hala başlangıç aşamasındadır. İlk perdenin kapanmasına hala zaman var. Ancak Manifesto’nun ilkelerinden yola çıkarak, günümüzde dair genel bir durum saptaması ve eksikliği de ortaya koymak zorundayız. İlhamımızı aldığımız “hayaletin”, “zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yok” iddiasına kavuşması için bu durum saptamasına ihtiyacımız vardır. Başlangıç noktamızda ilan ettiğimiz “manifesto” gibi, değiştirme iddiası olanların da bugün topluma seslenecekleri bir “karşı manifestoyu” ilan etmeleri gerekiyor.

“Karşı manifesto” programatik çizginin somutlanması, sivriltilmesi ve her şeyden daha önemlisi iddialarımızın güncellik baskısından sıyrılması anlamına gelmektedir. Bugün en büyük sorun; programatik yaklaşımlarla güncellik arasına giren mesafedir. En geniş anlamıyla bugünkü mevcut düzenden, sadece ülkemiz açısından sözünü etmiyoruz, kapitalist sistemin doğurduğu sonuçlardan rahatsız olanların, sadece “rahatsızlık” düzeyinde kalarak kendilerini tepkisel bir alana sıkıştırmaları mümkündür. Ancak tarihsel bir hedefi yerine getirmeye çalışanlar için bu affedilemez bir hatadır. Tepkisel düzeyin politik bir içerik kazandırılması, aynı zamanda sözünü ettiğimiz mesafenin kapanmasına bağlıdır. Mesafenin kapanması için ise temel bir soruya cevap bulunması gerekir: düzenin yarattığı egemen düşüncelerin çatlaklarının neresidir?

İhtiyaç duyduğumuz karşı manifestonun en temel düsturu; bu çatlakların büyütülmesine, giderek egemen sınıfın sorgulanmasından çıkarak iktidardan düşmesine yardımcı olacak bir bayrak görevi görmesidir. Sorduğumuz soruya yanıtı verirken, işin odak noktasında tam da bu akıl yürütmenin yerleşmesi gerekiyor.

Öte yandan, bugünlerde böyle bir akıl yürütmeyi yapabilmek ve işi somuta çevirmenin önünde engeller var. Bu engeller temizlenmeden, yol almamız mümkün değil. Birincisi; yukarıda çizilen çerçeveye kimsenin itirazı olmadığı halde, işin pratiğinde tam bir düşünce tembelliğine yenik düşülmektedir. Egemen sistemin düşünce kalıpları aşılamadığı gibi, geleneksel ve sosyal medya aracılığıyla yapılan girdilerin girdabına kapılıp gidiliyor.

Örnek vermek gerekirse; son Yılmaz güney tartışmalarında da benzer bir durum söz konusu, CHP tartışmalarında da, kadın sorununda da… Yapılan tüm girdilere refleks cevaplar verildiği gibi, bazı başlıkların sivriltilmesine de “yardımcı” olan bir pozisyon alınıyor. Düzenin zayıf karnına vuramadan, sürekli bekleme halinde kalan bir solun düşünce tembelliğini aşma ve değiştirme iradesini ortaya koyma şansı yok.

Halbuki hem ülke, hem dünya gündemi sistemin çıkmazlarını gözler önüne seren başlıkları her gün yeniden sergiliyor. Agrobay patronunun “işçiler 1-0 önde başlıyor” açıklaması da, tarikat liderlerinin neredeyse gün aşırı yaptıkları açıklamalar da, düzenin çelişkilerini ve zayıf karnını gözler önüne koymaktadır. Şimdi esas mesele, düzenin zayıf karnını açığa çıkarak bir karşı manifestonun ilan edilmesi, bunun ekseninde mücadeleye yapılacak çağrıdır.

Önümüzde bu anlamda iki temel başlık duruyor. Birincisi; ülkenin siyasal sisteminde yaşanan tıkanma ve bu tıkanmada gericiliğin alabildiğine elde ettiği devlet gücüdür. Elde edilen güç, toplumsal dinamikler açısından bir asimetriye denk düşmektedir. Siyasal sistemin bu anlamda kendi meşruluğunu kurması için gerektiği ideolojik dayanakları, burjuva muhalefetin siyasal ufku vermektedir. Seçimler bu noktada son on yıldır büyük bir kaldıraç görevi üstlenmiştir. Bu kaldıraç rolü hala devam etmekle birlikte, etkisi giderek azalmaktadır. İkincisi ise kapitalizmin alabildiğine kurduğu sömürü düzeninin yaratmış aldığı toplumsal eşitsizliktir. Sermayenin temerküzü emperyalist sistemin temel bir sonucu olarak ortaya çıkarken, eşitsizliğin büyük uçurumlar yaratması da aynı şekilde sistemin dayanaklarını zayıflatmaktadır. Holdingleşen tarikatlar, mafyalaşan holdingler, çürüyen bir toplumsal sistem ve kendi dar kalıplarına sıkıştırılmış geniş emekçi kesimleriyle düzenin toplumsal dayanakları her geçen gün daha fazla zorlanmaktadır.

Ancak sözünü ettiğimiz iki temel başlığın da, bugün büyük bir hareketlenmeye sebep olmamasının nedeni de yukarıda çizdiğimiz tablodan dolayıdır. Değiştirme iddiası olanların, güncel siyasette düzen muhalefetinin vasat bir destekçisi haline gelmesi, zayıf noktaların dahi genişlemesinin önüne geçmektedir. Başından beri ısrar ettiğimiz çizgi, düzenin ortalamasına değil, kendi siyasal ufku ile hareket edebilen bir düşünsel zenginliğe ve geniş bir pratiğe seslenmektedir.

Son bir noktaya daha değinerek yazıyı sonlandırmaya çalışalım. Bu sözünü ettiğimiz pratiğin ve düşünsel zenginliğin “tercüme odası” teorilerle, sihirli formüllerle, siyaset ile matematiği birbirine karıştıran akıl yürütmelerle hayata geçmesi, kuvveden fiile çıkarılması mümkün değildir. Siyasetin verili yapıların dar ittifaklarıyla değil, siyasal hedeflerin ve sınıfsal çıkarların temsil edilmesiyle yapılması önümüzü açacaktır.

O nedenle karşı manifestomuz, bağımsızlığı, laiklik ve emek mücadelesini her yerde somutlamak zorundadır. Tasarı ittifaklarla değil, somut başlıklarda siyasal doğrultusu net çağrılara ihtiyacımız var. Bu noktada; ilk adımı atan “Laiklik Meclisi” çağrıcılarını da ayrıca anmak gerekiyor. Tarihi bir anda gelen bu çıkışın hakkını vermek, bağımsızlık ve emek mücadelesini yükseltmek önümüzdeki dönem Manifesto’nun temel gündemidir.

Yolumuz açık olsun.