Kissinger’ın ardından: Ölünün arkasından konuşmak

Burjuvazi en güçlü olduğu gün bile işçi sınıfını, hareketini ve siyasetini unutmaz, boş bırakmaz, cehennemin dibinde de kutupların ortasında da olsa en ufak bir alan açılmasını istemez, bunun için her şeyi yapmaya hazırdır.

Burjuvazi ile bir hesabımız var. Ama her sabah bir noktada “saygı duyarak” ve hiç unutmayarak uyanmalıyız.

Burjuvazi en güçlü olduğu gün bile işçi sınıfını, hareketini ve siyasetini unutmaz, boş bırakmaz, cehennemin dibinde de kutupların ortasında da olsa en ufak bir alan açılmasını istemez, bunun için her şeyi yapmaya hazırdır. İşçi sınıfının öncüsü veya bir parçası olduğunu iddia edip her fırsatta bir kaçamak arayan ve hatta bulanların bunca olduğu bir dünyada bize bir mücadele alanı da buradan çıkmaktadır.

Bir tür hemşerimiz Truvalıların hatasına düşmemek…

Bu yazıyı bu açıdan burjuva siyasetçilerinin yediği naneler üzerine değil, bizim unutmamamız gerekenler üzerine okumanızı rica etmek durumundayım.

* * *

Burjuvazinin en süslü ve etkili yalanının “demokrasi” olduğunu söyleyebiliriz. “Hür dünya” insanların istediklerini seçtikleri, seçilenlerin yönettiği ve seçmeyenlerin de var olduğu bir dünyadır. Elbette serbest piyasada isteyen istediğini destekler, onlarca gazete, televizyon kanalı, akademi ve düşünce kuruluşu her gün sizi anlatır ve daha önemlisi karşıtlarınızı ise mümkünse hiç anmaz.

Seçimler milyonlarca liralık dev reklam kampanyalarına dönüştürülür ve siyaset konuşulmaz, imajlar yarıştırılır, türlü hassasiyet sömürülür, yalanlar ve vaatler ile kitleler manipüle edilir.

Büyük sermayenin milyonları türlü yollardan siyasete akar. Buradan biri seçilir. Ne gam… “Hür dünya”da bir kez daha “demokrasi galip gelmiştir”.

* * *

Komünistler olarak hep tarihimizi açıklamak zorunda hissederiz.

Efendim katliamlar olmuş da, yok kıtlıklar, vay sürgünler, işte her muhalifin hapislerde çürütülmesi de…

Stalin şu kadar milyonun kanına girdi, Mao şunları yaptı, orada şunlar oldu, burada bunlar yaşandı…

Çoğu uydurma, her yerinden yalanlarla bezenmiş bir yeniden tarih yazımıdır karşımızdaki. Ve lakin sürekli bundan utanmamız açıklama yapmamız istenir. Açık söylemek gerekirse, Kızıl Kmerler ve Pol Pot dışında Komünistlerin tarihinde acaba diyeceği tek bir örnek bile bulunamaz. Bu örneğe de esas olarak SSCB’nin desteğini alan komünist Vietnam güçlerinin müdahale ettiğini ve engellediğini de ifade etmek gerekir.

Ukrayna’da büyük toprak sahiplerinin ve onların etkisinde kalan köylülerin üretim yapmaması nedeniyle yaşanan kıtlıkları söyleyenler önce İngiltere’nin İrlanda, Hindistan gibi sömürgelerinde, Fransa’nın Fas’ta neden olduğu kıtlıkların, kapitalist aşırı tüketim hevesinin Afrika’yı bu yüzyıla kadar mutlak bir açlığa terk ettiğinin açıklamasını yapmasını istemek gerekir.

Bizim tarihimizde utanacağımız, şüphe edeceğimiz hiçbir durum bulunmuyor. Elbette bazen yanlışlar, aşırı sert tedbirler ve eksikler söz konusudur. Ama tarihimizde imha kampları yoktur, kendi yurttaşlarımızı sırf belirli bir etnik gruptan oldukları için toplama kamplarına doldurmak yoktur, Amerika’da, Avustralya’da yerli halklar, Kore’den Vietnam’a milyonlarca insanın katledilmesi, travmaları nesiller boyu sürecek kimyasal silah kullanımı, bombardımanlar yoktur, Güney Amerika’da, Orta Amerika’da, Türkiye’de, Endonezya’da politik karşıtlara kontrgerilla yöntemleriyle toplu katliamlar, işkenceler ile soykırımlar uygulanması da yoktur.

Bu nedenle de, yıllar sonra yeniden yazılan tarihe kanıp Stalin’i hedef almanın dayanılmaz hafifliğine kapılanlara inat tarihimizde utanacağımız bir şey olmadığını, emperyalistler gibi açıkça sosyalizmi hedef alamayıp utangaç bir şekilde Stalin’e saldırmanın iki yüzlülüğünü tekrar tekrar söyleyeceğiz.

* * *

Bu “hür dünya”nın en kanlı figürlerinden biri öldü. 1969 ve 1975 yılları arasında Ulusal Güvenlik Danışmanı ve 1973 ve 1977 yılları arasında Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger’ın döneminde yaşananlar şöyle:

• Kamboçya: Kızıl Kmerler’in Vietnam Savaşı’na katılmasını engellemek için Kamboçya’ya 540 bin ton bombanın atıldığı hava saldırılarında ölen 150 bine yakın sivil. Daha sonra ise Kızıl Kmerler’in Vietnam’a karşı kullanılmak üzere desteklenmesi.

• Doğu Timor: Endonezya’nın Doğu Timor’da soykırım uygulamasına izin verilmesi ile ölen 200 bine yakın insan.

• Şili: Seçimle iktidara gelen sosyalist Salvadore Allende’nin Pinochet cuntası tarafından askeri darbeyle devrilmesi ve on binlerce kişinin öldürülmesi, kaybedilmesi, işkencelerden geçirilmesi

• Arjantin: Isabel Peron’u deviren ve doğrudan desteklenen askeri cuntanın öldürdüğü veya kaybettiği 40 bin insan

• Bangladeş: Sovyetler Birliği’ne karşı yararlı olan Pakistan’ın ayrılıkçı Bengallere karşı giriştiği soykırımda sayıları milyonlara vardığı söylenen insanların öldürülmesi, 30 milyon kişinin yerinden edilmesi ve yüzbinlerce kadına tecavüz edilmesine sessiz kalınması

• Vietnam: Savaşın yıllarca daha sürdürülmesi ve ölenlerin sayısının 3 milyona kadar çıkmasına neden olunması.

Şimdi herkes sıraya girmiş, 1973’te Nobel Barış Ödülü verilmiş bu 100 yaşındaki eski diplomat üzerinden emperyalizmi aklama yarışında. Nixon ve Carter yönetimlerinde doğrudan görev alan, sonrasında Clintonlara dahi danışmanlık yapan Kissinger’ın ABD’nin politikalarını şekillendirmekteki etkisi elbette yadsınamaz.

İş emperyalizme gelince meseleyi kişilerin kötülüğünden öteye bir açıklama getirmemeye sessiz mi kalacağız?

Ama şimdi bunun üzerinde tepinip para babalarının ellerindeki kanı yıkamalarına izin mi vereceğiz?

Washington Post’undan Huffington Post’a, Independent’tan Guardian’a emperyalist ülkelerdeki liberal yayınların Kissinger başlıklarına kanacak mıyız?

Fehmi Koru’nun, Hasan Cemal’in vicdanları olduğuna mı inanacağız?

Kissinger’ı biliriz deyip, öğrencisi Bülent Ecevit’i unutacak mıyız? (Türk işi de olsa) Sosyal demokrasinin dümen suyundan çıkacak mıyız?

Ölünün arkasından atıp tutmakla mı yetineceğiz, yoksa sistemle mi mücadele edeceğiz?