Kriz üstüne kriz (mi)?

En son oluşan siyasal ve toplumsal gelişmeleri bu pencereden bakınca bir noktanın önemli bir şekilde öne çıktığını düşünüyoruz. Gerek ekonomik alanda atılan adımlar olsun, gerekse de siyasal alanda en son Yargıtay-AYM çekişmesinde olsun, mevcut sistemin kendini tahkim edici hamlelerinin önceden hesaplanmış olmaktan çok; gelişmelere göre şekillendiğini söylemek gerekiyor.

Son yıllardaki her gelişme “büyük skandal” haline geliyor. Siyaset ve toplumsal yaşamdaki her gelişme “yok artık bu kadarı da olmaz” şeklinde bir tepkiye sebebiyet verirken, bu gelişmelere dönük olarak “kriz” tanımlaması yapanlar da giderek artıyor. Hatta biraz abartarak söylemek gerekirse ortalık “kriz tespiti” yaparak yazanlarla dolu. Kriz tespitlerinin bu denli yaygınlaştığı bir ortamda, alışılagelmiş çözümler dışındaki yollarından da ağırlık kazanması ister istemez beklenmekte.

Halbuki siyasette ve toplumda ardı ardına krizlerle çalkalanan bir dönemde, olağan dışı çözümlerin sadece iktidar tarafından gelmesi kafaları bir hayli karıştırıyor. Yoksa yaşananları “kriz” olarak adlandırmak mümkün değil mi? Belki de siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelerin arkasında yatan dinamiklerin “doğal” çıktısı ile karşıya karşıyayızdır?

Yaşanan gelişmelerin ağırlığı, durumun “olağan” olmadığını bize gösteriyor. Herkesin kendi sezgileriyle çıkardığı sonuç olan; “bu durumda bir terslik var” hissi yaşananların ağırlığını göstermesi açısından ayırt edicidir. Yaşananların krizler doğurduğu, siyasal, sosyal sistemin olağan bir dönemde olmadığını söylemek gerekiyor. William Shakespeare’in unutulmaz eseri Hamlet’te söylediği gibi “Çürümüş bir şeyler var Danimarka Krallığı’nda” cümlesinin bu kadar geçerli olduğu bir dönem daha yaşanmadı. Ancak mevcut çıkışsızlığı iyi anlamak, kriz üstüne kriz sarmalından çıkmak gerekiyor. Ortadaki açmaz; siyasal, sosyal ve ekonomik sistemimizin doğasıyla ilgilidir. Türkiye’nin ve Dünya’nın içinden geçtiği son yirmi yılda mevcut toplumsal ilişkiler sonucu bize bir açmaz hediye etmiştir; bu açmazı siyasal iktidarlar egemen düzen lehine çözmek için hamlelere dönüştürmektedir. bir başka şekilde söylemek gerekirse; olağan dışılığın olağanlaştığı bir dönemde önceden düşünülmüş siyasal açılımlar değil, mevcut olanın korunması, yenilenmesi, toplumsal meşruiyetini arttırması için yapılan hamleler vardır.

En son oluşan siyasal ve toplumsal gelişmeleri bu pencereden bakınca bir noktanın önemli bir şekilde öne çıktığını düşünüyoruz. Gerek ekonomik alanda atılan adımlar olsun, gerekse de siyasal alanda en son Yargıtay-AYM çekişmesinde olsun, mevcut sistemin kendini tahkim edici hamlelerinin önceden hesaplanmış olmaktan çok; gelişmelere göre şekillendiğini söylemek gerekiyor. Böyle bir ortamda krizler üstüne krizler çıkaran bir sistemden çok, çelişkileri kendi lehine avantaja çevirmek isteyen siyasal iktidar vardır. Yargıtay-AYM çekişmesinde de bu durumu çok daha net bir şekilde görmekteyiz. Mesele tek bir milletvekilinin gündemi olmaktan çıkmış, Anayasa’nın değiştirilmesi için yapılacak siyasal hamlenin başlangıcı olmuştur.

Siyasal, ekonomik restorasyona bir de şekilde yaklaşmak gerekmektedir. 20 yıllık siyasi iktidarın kendi açmazları, devlet-sermaye-toplum üçlüsü içinde elde ettiği mevziler arasındaki çelişki ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bir kez daha yargı bir manivela işlevi görmekte, gerilim ve çelişkilerin iktidar lehine çözüldüğü bir siyasal ortam oluşturulmaktadır. Bu durumun çıktısı olarak ele alınan Anayasa değişikliği ile rejim adlı adınca “değişmez” ve “değişmesi teklif dahi edilemez” bir. kılıf ile üstü örtülmek istenmektedir.

Öyleyse ortada gördüğümüz tablo krizlerin kriz üstüne bindiği bir açmazdan öte, bir yeniden düzenleme sürecinin başlangıcıdır. Asıl mesele ise zaten buradan başlamaktadır; ele alınmak istenen değişiklikler “sorunsuz” atlatılamaz. Sadece düzen içerisinde ve devlet örgütlenmesi içindeki gerilimlerden söz etmiyoruz. Bunlar belki de siyasi iktidarın en kolay çözebileceği, sorunsuz diyebileceğimiz noktalar. Ancak rejimin karakteri gereği çözemediği nokta toplumun mevcut biçilen gömleğe “sığmaması”, dar gelmesidir. Üstelik mesele seçim sonuçlarından da ötededir. Yüzde 50-50 dengesi her türlü manipülatif siyasal girdi ile oluşmuş bir seçim tablosudur ve biçilen gömlek bundan bile dardır.

Öte yandan, altını çizdiğimiz toplumsal gerilimin siyasi iktidar kadar, sol açısından da bazı açmazları beraberinde getirdiğini söylemek gerekiyor. Yıllar boyu süren sürgit gündemler bir tür girdap oluşturmuş, siyasi doğrultu düzen muhalefetinin bir uzantısı olmak dışında bir seçenek bırakmamıştır. Üstelik bu alandaki genel ortalamanın “yenilgi psikolojisi” ile hareket ettiğini ve yüzde 50-50 dengesinin giderek küçülen bir parçasında “güvenli” bir limanda “sığıntı” bir görünüm verdiğini de itiraf etmek gerekiyor. Böyle bir sığıntılığın siyasal bir etkiyi bırakın, genel ortalama açısından dahi bir yön çizmesi mümkün değil.

20 yılın açmazını çözecek olan formül, sözünü ettiğimiz toplumsal gerilime sınıfsal bir karakter kazandırmaktan geçiyor. Ekonomik ve sosyal gerilimlerin içinde hamle üstüne hamle yapan iktidar görüntüsü karşısında sınıfsal azmi büyütmek dışında bir yol bulunmuyor. Bu noktada sıkça düşülen bir başka hatanın daha altını kalınca çizmek gerekmektedir. Bugünkü mevcut tabloda sınıfsal karakter kazanmak yalnızca “ekonomik kavganın” içinde kalmakla mümkün değil. Dahası “ekonomik” dediğimiz kavganın dahi siyasallaştığı, mevcut siyasal sistem ile arasındaki bağın silişkleştiği bir döneme girmiş durumdayız.

Karşımızda özelleştirmelerden, emekçilerin haklarının sonuna kadar alınmasından, uluslararası sermayeye kaynak aktarmaktan başka bir şey düşünmeyen bir siyasal komiser varken, rejim ile ekonomik mücadele arasındaki bağ inanılmaz ölçüde daralmıştır. Esas aşmamız gereken yer; bu silikleşen bağın aynı zamanda mücadeleyi aynı şekilde silikleştirmesidir. Geniş kesimlerde “bizim yerimize birisi gelsin bu problemleri çözsün” algısı ile “herkes kendi gemisinin kaptanıdır” düşüncesi şimdilik hakim hale gelmiştir. Bu duyguları ortadan kaldıracak şey; yeni bir ülke, yeni bir cumhuriyet mücadelesinin yükseltilmesinden geçmektedir.

Öyleyse işimiz tam şimdi başlıyor.

Kararsızlık geride kalmıştır. Kararlı olanların ellerinde bu mücadele büyüyecek ve kendi yolunu açacaktır.