Laikliği savunma hattı

Türkiye, geri dönülmez bir karanlığa girmenin eşiğinde. Bugün ülkemizde dinci gericilik, iktidarın ortağı olarak anayasadan laiklik ilkesini çıkartmak ya da işlevsizleştirmek için son kozunu oynayacak

Dinci gericiliğin, son 20 yıldır nasıl palazlandırıldığı ortada. Tarikat ve cemaat adı altında gerici siyasi yapıların açık ya da gizli olarak yürüttükleri faaliyetler, bugün Türkiye’nin en önemli toplumsal ve siyasal sorunların başında geliyor. Devlet bürokrasisi gericiliğe teslim edilirken, toplumsal alanda dernek, vakıf, cemaat vs. isimleriyle örgütlenen dinci gericiliğin geldiği seviye Türkiye açısından normal bir durum olarak görülemez. Anayasada yazan laiklik ilkesinin hükmü fiili olarak ortadan çoktan kalktı. Öte yandan AKP tarafından gündeme getirilen yeni anayasa hedefiyle fiili durum yasal hala getirilmek isteniyor.

Sayısız dernek ve vakıf faaliyet yürütüyor. Medreseler artık olağan görülüyor. Kuran kursu adıyla yatılı-yatısız binlerce mekânda on binlerce çocuk ve genç dinci gericiliğe teslim edilmiş durumda. Diyanet, Cumhuriyet’in kurumu olmaktan çıkmış, devletin resmi bir kurumu olmasına rağmen dinci gericiliğin başka bir odağını temsil ediyor. Devlet kurumlarının dinci tarikat ve cemaatlere paylaştırıldığı, bakanlıkların dinci gericiliğin yuvası haline getirildiği, yargının bizzat dinci gericilik tarafından örgütlendiği bir tablo bulunuyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın neredeyse “din eğitim bakanlığı”na dönüştüğü bir süreçle karşı karşıyayız. 12 Eylül cuntasının dayattığı zorunlu din derslerini tartışmak şöyle dursun, ders içerikleri baştan aşağıya değiştirilerek, yeni din dersleri müfredata eklenmiştir. Emekçi çocuklarına İmam Hatip o olmazsa özel okul dayatılıyor. Emekçi çocuklarına bugün ya özel okul ya da İmam Hatip seçeneği dayatılıyor. Bugün gelinen noktada karma eğitim tartışmaya açılmış durumda. Artık konserler yasaklanıyor, gericilik eliyle doğrudan şeriat hükümleri toplumsal yaşama ve hayat tarzına müdahale eden bir noktaya taşınabiliyor.

Gericiliğin bir başka boyutu ise siyasi gerici odak olmalarının yanında aynı zamanda doğrudan sermayenin bir kanadını temsil etmeleridir. Tarikat ve cemaatler, artık birer holding. Şirketleri, ağları, medyası ve finans kurumlarıyla ülkemizde gericilik yeni bir aşamaya geçmiştir. Sermaye ile gericiliğin organik bağı kurulmuş, tarihsel olarak ilerici barutunu çoktan tüketen burjuva sınıfı gericilikle yeni bir siyasal kimlik kazanmış ve gericilik ücretli sömürü düzeninin ideolojik kimliklerinden birisi haline gelmiştir.

Dinci gericilik, siyasi düzlemde batıya karşı pan-islamist söylemi ve propagandayı zaman zaman dile getirse de, bunun büyük bir kandırmaca olduğu tarihsel olarak öncelikle saptanmalıdır. Komünizme karşı emperyalizmin yeşil kuşak projesinin aparatı olan siyasal İslamcılık, yakın tarihte ise yine emperyalizminin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin aparatı olarak işlev görmüştür. Dinci gerici siyasetin işbirlikçi karakterinin yanında belirtilmesi gereken bir başka nokta da kendisini “ahlakçı” bir zeminde tarif etmesidir. Kapitalizminin çürümüşlüğüne, laikliği gerekçe göstererek kendisini meşrulaştırmaya çalışan dinci gericilik, toplumsal çürümenin bizatihi ana kaynağı olduğunu ise saklamaya çalışıyor. Son yıllardaki istismar, intihar, taciz vakalarının tarikat ve cemaat yuvalarında onlarca örneği somut bir delil olarak karşımızda. Açığa çıkanlar kadar gizlenenlerin ise daha büyük olduğu kimseyi şaşırtmayacaktır. Çürüme, yozlaşma, ahlaki değerlerin erozyonu tersine en fazla gericiliğin merkezlerinde yaşanıyor.

Türkiye’de bugün laikliği hedef tahtasına oturtan dinci gericiliğin temel nitelikleri herkes için açık olmalı. Emperyalizmin taşeronluğu, sömürünün ideolojik kılıfı, bizzat kapitalizmin adamlığı!

Bugün laikliği hedef tahtasına oturtanların arkasına saklandıkları “ahlakçılık”, somut gerçeklik karşısında tuzla buz oluyor. Faize haram diyen ama ranta ve kâra helal diyen bir ahlakçılığın sadece vicdani değil felsefi olarak da sorgulanması gerekmez mi? Emek sömürüsü üzerine inşa edilen kapitalizmin ve özel mülkiyet rejimini kutsayan bir dinci gericiliğin hangi ahlakı temsil ettiği sorgulanmaz mı? Ahlakçılığı kadınların bedeninde arayan gericilik özünde kadın düşmanlığını temsil etmiyor mu?

Sabah akşam laikliği düşman olarak gösterirler. Bugün ülkemizde yaşanan toplumsal çürümenin kaynağı laiklik değil tersinden kapitalizmdir. Ancak hem kapitalizmi kutsayıp hem de çürümeden şikâyet etmek ve aynı zamanda bizzat ahlaki çürümenin en korkunç örneklerinin tarikat ve cemaatlerden çıkması karşısında susmak gericiliğin sahtekarlığıdır. Laikliği hedef göstermeleri, toplumsal ve siyasal alanda teokratik bir devletin yolunu döşeme niyetinden başka bir şey değildir.

Laiklik, din düşmanlığı değildir. Tersinden dinin, dinciliğin, gericiliğin, yobazlığın karanlığına karşı oluşturulmuş bir settir. Sabah akşam “dine karşı laikliğin zulmü” edebiyatı yapanlar bugün konserleri iptal ediyor, kendileri gibi olmayan ya da farklı inançtaki bütün yurttaşları düşman haline getiriyor, din adına aslında kendilerinin uydurdukları zihniyeti dayatıyor! Afganistan’da müziği yasaklayanları, kadınları üniversiteden uzaklaştıranları çok iyi biliyoruz. Kadınların polis zoruyla örtünme zulmü yanı başımızda İran’da yaşanıyor.

Bugün Türkiye’de, din dayatması, baskısı ve zulmü vardır. Artık sokaktaki insanların yaşam tarzına Diyanet, belediyeler, bakanlıklar tarafından müdahale ediliyor. Oluşturdukları kültürel ve ideolojik kuşatma nedeniyle nesnel bir baskı ortamı artık yurttaşları doğrudan etkiliyor.

Türkiye, geri dönülmez bir karanlığa girmenin eşiğinde. Bugün ülkemizde dinci gericilik, yine kendisi gibi dinci gerici iktidarın ortağı olarak anayasadan laiklik ilkesini çıkartmak ya da işlevsizleştirmek için son kozunu oynayacak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “sağa karşı sağ” siyasetini benimseyen CHP’nin laiklik mücadelesi vereceğini ve burada direnç oluşturacağını düşünmek saflık olacaktır. CHP, ülkenin merkez sağ partisi haline gelmiştir. HDP’nin ise dinci gericilik konusunda tutumu bellidir: Şeyh Sait başta olmak üzere gerici ayaklanmaları sahiplenen bir siyasal yaklaşımdan laiklik mücadelesi beklenemez. Ülkemizdeki liberallerin ise “özgürlüklüçü laiklik” söylemiyle aslında dinci gericiliğe nasıl alan açtığını çok iyi biliyoruz. Tarikat ve cemaatlere sivil toplum diyenlerin laikliğe sahip çıkmalarını beklemek ya da siyasal olarak dinci gericiliğe karşı direnç göstermelerini ummak büyük bir yanılsamadır.

AKP, önümüzdeki süreçte “sivil anayasa” adıyla yeni rejimin anayasasını gündeme getirecek. Gerici ve emek düşmanı istibdat rejimi kendi anayasasını toplumun onayına sunarken bilinmelidir ki asıl hesap laiklik olacaktır. Buna sessiz kalınamaz. Önümüzde laikliği savunmak için büyük bir görev bulunmaktadır.

Türkiye Komünist Hareketi’nin (TKH) Ağustos ayında yaptığı Kongre’de aldığı kararlardan birisi bugünkü siyasal ve toplumsal mücadelede büyük önem taşıyor. TKH Kongresinde alınan kararın ilgili bölümü şöyle:

“Sermayenin çıplak diktatörlüğü olarak ülkenin üzerine karabasan gibi çöken gerici rejim, 1923 Cumhuriyet’i ile hesaplaşmasının son aşaması olarak laikliği hedef tahtasına oturtmuş bulunmaktadır. Dayandığı gerici örgütlenmeler üzerinden başlatılan laiklik karşıtı ideolojik tutum, önümüzdeki dönemde laikliğin anayasadan ve yasalardan ilgası ile toplumsal alanda laikliğin tasfiyesine dönüşeceği bir siyasal düzleme geçmiştir.

Yasaklanmış tarikat, cemaat gibi yapıların devlet kurumlarından başlayarak toplumsal yaşamı teslim almasına izin verilmesi, gençliğin barınma sorunu ile baş başa bırakılıp yasadışı tarikat yurtlarına mecbur bırakılması, okullara imam görevlendirilmesi, karma eğitimin kaldırılması gibi eğitimin dinselleştirilmesinden, yargının dini referanslarla oluşturulmasına kadar bir dizi alanda hedeflenen yeni dönem anayasadan da laiklik ilkesinin çıkarılmasını ve laikliğin her alanda tasfiyesini hedeflemektedir.

İran ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi, bugün Türkiye’de laikliğin tasfiyesi ülkemizin tam boy karanlığa ve sermayenin gerici diktatörlüğüne teslim anlamına gelecektir. Laikliğin tasfiyesine yönelik her türlü girişime karşı Türkiye’nin ilerici birikiminin geri çekilmesi, geri dönülmez siyasi ve toplumsal sonuçlara yol açacaktır.

Bu tehlikeye, sürece ve laikliğin tasfiyesine karşı Parti, emekçi sınıfların kurtuluş ve özgürlük mücadelesi için toplumum ilerici, yurtsever ve Cumhuriyetçi toplumsal kesimlerini ve dinamiklerini harekete geçirmeli, laikliğin tasfiyesine karşı büyük bir toplumsal direncin ayağa kalkması ve barikat olması için harekete geçmelidir. Parti, laikliğin tasfiyesine karşı başta toplumun ilerici birikimini ve dinamiğini temsil eden kesimlerle birlikte halkın yaşam alanlarında laikliğin tasfiyesine karşı barikat öreceği bir siyasal mücadelenin örgütlenmesine öncülük edecektir.”

Bu çağrıya kulak verilmelidir. Laikliğin tasfiyesine karşı toplumun ilerici bütün birikimi yan yana gelmeli, bir laiklik barikatı örülmelidir. En başta ilerici, devrimci, cumhuriyetçi, yurtsever aydınlara büyük görev düşüyor.