Liberal demokrat HDP’den liberalizmin kalesi Yeşil Sol Parti’ye
14 Mayıs seçimleri öncesinde AKP iktidarının HDP’yi kapatma tehdidi karşısında Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSP)’ni sahaya süren HDP’nin bu adımı seçimlere dönük bir taktik özelliği taşıyor. Ancak YSP’nin gerek aday profili gerekse temsil ettiği değerlere bakılırsa liberalizmin yeni kalesinin burada şekillendiği açık bir şekilde görülecektir.
Neşe Deniz Babacan
2013 yılında Barış ve Demokrasi Partisi’nden (BDP) Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) geçişle birlikte Kürt siyasi hareketinin Türkiye’de yürüttüğü siyasi faaliyet yeni bazı boyutlar kazanmıştır.
Öncelikle bazı hatırlatmaları yapmakta yarar bulunuyor. HDP’nin kuruluş dinamikleri ve AKP ile yürütülen son “çözüm süreci” arasında paralellik mevcut olduğunu, daha kaba bir ifadeyle HDP’nin “çözüm süreci”nin bir bileşeni olarak siyaset sahnesinde yer aldığını ilk başta not edebiliriz.
Bu durum Abdullah Öcalan açısından da, sermaye devleti açısından da, BDP’den HDP’ye transfer olan Kürt siyasetçiler açısından da, liberaller ve AKP iktidarı açısından da böyledir. 2013’ün hemen öncesindeki 2010 referandum konjonktüründe Kürt hareketinin aldığı boykot tutumu ve 2013 Gezi Direnişi döneminde “çözüm süreci”nin zarar görmemesi adına yapılan “darbe” değerlendirmeleri HDP’nin Türkiye siyasetinde alacağı yerin şekillenmesi açısından önemli işaretlerdi.
Bunlardan birincisinde yani 2010’da Kürt siyasi hareketi ile liberaller arasındaki açı, 2013’te ise AKP ile olan mesafe kapanmıştı. Kürt hareketi ile liberalizmin dirsek teması 1990’lı yıllara dayanır. Bu temasın gerçek anlamda örtüşmeye varması ise HDP aracılığıyla olmuştur.
2002’den itibaren AKP ile siyasal anlamda doğrudan işbirliği ya da ortaklaşmaya girmeyen Kürt siyasi hareketi, AKP ve liberal ittifakının ideolojik duruşu ile ise büyük paralellikler taşımaktaydı. Bunun için Ergenekon süreçlerine, darbe değerlendirmelerine, Cumhuriyet ve Kemalizm bağlamındaki duruşlara bakmak yeterlidir.
Daha geniş bir planda değerlendirmek gerekirse HDP’ye biçilen misyon Kürt emekçilerinin ya da Kürt emekçi dinamiğinin, AKP ve liberaller aracılığıyla kurulan İkinci Cumhuriyet rejimine eklemlenmesidir ki, son dokuz yıl boyunca bu konuda oldukça mesafe kaydedilmiştir.
Sürecin bütününün işaret ettiği nokta ise bugün liberaller ve Kürt hareketi açısından AKP düşman ilan edilmiş olsa da, sermaye düzeninin restorasyonunda alınacak pozisyonda billurlaşmaktadır. Burada HDP’nin liberaller ile birlikte düzen muhalefeti düzleminde yer alması ise şaşırtıcı değil, tersine sürecin doğası gereği ve İkinci Cumhuriyet’in yerleşme dinamikleri ile ilgilidir.
HDP RADİKAL DEMOKRAT MI, LİBERAL DEMOKRAT MI?
Liberaller açısından Kürt sorunu bir aparattır. Sermaye düzeninin devamlılığına zarar vermeden çözülmesi ya da çözülmemesi gereken bir meseledir. Daha da ötesinde Türkiye gibi bir ülkede liberallerin siyasal alanda yer kaplayabilmesi için Kürt sorunu onlar için can simidinden başka bir şey değildir. Onların bakışı çerçevesinden hareket ederseniz objektif olarak bu meselenin çözümü yoktur. Bu durum, bugüne kadar onlarca örnekle kanıtlanmıştır.
Sübjektif olaraksa burjuvazi ve sermaye devleti açısından, Kürt sorunu sermayenin çıkarları bağlamında ele alınır. Çok zorlanırsa inkâr ve imha politikası, zorlanmazsa basit kültürel haklara indirgenen bir politika devreye girer. O anlamıyla basitçe ifade etmek gerekirse, sermaye düzeni içerisinde Kürt sorununun gerçek anlamda bir çözümü yoktur.
Devam etmek gerekirse liberaller ile HDP arasında kurulan ilişkinin tanımını yapmak önem taşımaktadır. Sistematik olarak İkinci Cumhuriyet rejimine entegre olan HDP’nin liberal demokrat bir çizgiye yerleştiğini ortaya koymak gerekmektedir. HDP’nin AKP iktidarı ile alışverişinin sona ermesi ile liberallerin AKP’den umudu kesmesinin arasında bir paralellik mevcuttur.
Liberaller, Avrupa solundan beslenmeyi sevdiği kadar oradaki siyasi gelişmeleri de Türkiye’ye ithal etmekten hoşlanır. Bu açıdan, 2015 döneminde Yunanistan’daki Syriza ve İspanya’daki Podemos örnekleri “radikal demokrat” çizgi adı altında HDP’ye monte edilmeye çalışılarak düzen muhalefetinin bu kanadı şekillendirilmiştir. Oysaki yaşanan süreç çok açıktı. Bu süreç ile birlikte, HDP gerçek liberal demokrat bir parti olarak Türkiye siyasetinde kimlik edindi. Çünkü gerçek anlamda ve radikal bir biçimde sol ya da demokrat bir çizgide duracaksanız, NATO’ya karşı olmak, Şeyh Said’i anmamak, ABD’nin Suriye’deki varlığına karşı çıkmak ve TÜSİAD ile görüşmemek gerekirdi. HDP bunların tam tersi bir çizgidedir. Çünkü liberaller bugün NATO’culuk yapıyor, Şeyh Said’i özgürlük savaşçısı olarak görüyor, göstermelik olarak savaşa karşıyız deseler de Suriye’yi emperyalizmin demokratikleştireceğini savunuyor ve sonuna kadar TÜSİAD’ın arkasında diziliyor. HDP’nin de ne yana düştüğünün somut birkaç göstergesi olarak bunları da ifade etmek gerekmektedir.
Kürt sorunundan bahsettiğiniz zaman daha radikal bir yerde durulacağı ya da demokrasi mücadelesinin birinci basamağının Kürt sorununda çözümden geçtiği önermesi çok eski bir önermedir. Kapitalizmin en önemli ideolojisi ve siyaseti olan liberalizm, son kriz döneminde kendine radikal demokrat maskesi takmış, kendi çevre ve çeperindeki siyasi oluşumlara da bunu giydirmeye çalışmıştır.
Ancak, gelinen nokta açıktır; HDP, liberal demokrat bir karakter kazanmıştır. HADEP ve HEP’ten bugünlere gelinen yolculuk, ulusal demokratik hakların ötesinde sisteme entegrasyonun adı olmuştur. Bunun belirleyen gücü ise liberallerdir.
YEŞİL SOL PARTİ: LİBERALİZMİN KALESİ
Gerici faşist AKP iktidarı ve Cumhur İttifakı’nın HDP’ye dönük kapatma ve siyasi yasaklar tehdidini kullanmasının sonucunda HDP, Yeşil Sol Parti’yi (YSP) seçimlere sokacak bir adım atmış ve 14 Mayıs’ta bu parti ile pusulada yer alma kararı almıştır. Bu durumun bir tarafı elbette seçim taktiği ve Kürt siyasi hareketinin siyasal alandaki temsiliyet hakkı açısından atılmış bir adım olarak görülebilir, meşruluk taşımaktadır. Kimse de bu başlığı sorgulamamaktadır.
Ancak işin önemli olan kısmı ise YSP’nin Türkiye siyasetinde artık liberalizmin kalesi olarak boy gösterecek olmasıdır. Bu durumun ayak seslerini geçtiğimiz yıl yapılan HDP Kongresi’nde belirlenen HDP Danışma Kurulu’na Hasan Cemal ve Mehmet Altan’ın alınması ile duymaya başlamıştık. Akacak su deliğini bulmuştur. Bu bağlamda liberallerin Kürt sorununu iğdiş etme ve siyaseti manipüle etmek arayışının son noktası Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın YSP listelerinden aday gösterilmesi ile konulmuştur.
Geçmişte AKP’ye en has desteği veren, geçiş döneminde HDP’yi enstrüman olarak kullanan liberaller gerçek anlamdaki partilerini de ilan etmiş ve siyaset sahnesine açıktan dönmüş durumdalar. Kürt siyasi hareketi YSP’nin resmi organlarında ya da yönetim kademelerinde ağırlık oluşturmuş olabilir. Ancak, güncel anlamda da tarihsel anlamda da Yeşil Sol Parti’nin ruhu, aklı, siyaseti ve ideolojisi liberal hegemonya tarafından belirlenmektedir. Bu anlamıyla liberal demokrat HDP, liberallerin amiral gemisi YSP’ye binmiş durumdadır.
Kürt emekçilerinin sınıfsal talepleri yerine salt kimlik siyaseti ve statü talebini geçirmenin; Kürt yoksullarının kapitalizme karşı öfkesini Kürt ve Türk patronlarla uzlaşma arayışına kurban etmenin; emekçi halkların en büyük düşmanı emperyalizm ile pazarlık arayışının ve laikliği sulandıran anlayışa alan açmanın sonuçlarını yaşıyoruz.
Sonuç ise bellidir. Tayyip Erdoğan’ın ve emperyalizmin en has adamlarından biri olan Cengiz Çandar, YSP’in Diyarbakır’dan adayı olarak boy gösteriyor ve Türkiye solunun “dekorasyon malzemesi” olduğunu rahatça ifade edebiliyor.
Liberaller utanmaz. Onlar da aynısını düşünmektedirler. Çandar onların en büyük sözcüsüdür. Çandar da liberaller de sermaye diktatörlüğünün devamlılığından yanadır, Türkiye burjuvazisinin restorasyon programının temsilcisidirler. O yüzden son tahlilde sola ve sosyalizme mesafelidirler.
Sessiz kalanlar utansın!