McCarthy dönemi ve günümüz Türkiye akademisi

Akademisyenlerin McCarthy dönemi Amerikalı meslektaşlarından ne farkı var? İçinden karşı çıkmak veya tepkisini sadece yakın çevresiyle paylaşmak yetmez. Bence her öğretim üyesi olanlara karşı ne yaptığını kendisine sormalı, hatta belgelemeli. Boğaziçi eylemleri işte bu yüzden çok değerli.

Amerikan üniversite tarihinin en karanlık döneminin McCarthy’nin etkin olduğu 1949-1954 yılları arası olduğu düşünülür. Bu tarih, aslında soğuk savaşın da ilk dönemlerine denk gelir. Sovyetler Birliği’nin önce atom, sonra da hidrojen bombası yapması ABD yönetiminde şaşkınlık yaratırken, bunu topluma korku ve histeri karışımı bir hastalık olarak yansıtmışlardı. Böyle bir zemin beraberinde muhafazakâr politikacıların önünün açılmasını getirmişti ve bunlardan biri de senatör Joseph Raymond McCarthy idi. McCarthy ve arkadaşları ABD’nin tüm kurumlarında komünist ve kendilerine göre bununla eşanlamlı olan Sovyet casusu aramaya koyuldular. Başlangıçta cadı avı tüm kurumlara yönelik olsa da sonraları hedeflerini asıl olarak kültür, arkasından da üniversite olarak belirlediler.

Öncelikle soruşturma komisyonları kurularak pek çok ünlü sanatçı ve bilim insanı buralara çağrıldı. Komisyon, ilk olarak “komünist misin?” diye soruyordu. İfade vermeyi reddedenlerin veya komünist olduğunu düşündüklerinin isimlerini açıklamayanların, iş bulma ve çalışmaları olanaksız hale geliyordu. Bu kişiler ya ülkeyi terk ediyor ya da yokluk içinde yaşamak zorunda kalıyordu. Kara listeye alınanlar arasında Charlie Chaplin, Robert Oppenheimer, Bertolt Brecht, Orson Welles, Jules Dassin gibi isimler vardı.  İsviçre’ye yerleşmek zorunda kalan Chaplin, komünist olmamasına karşın, komisyona ifade verirken komünist olmadığını söylemeyecek, “komünist olmak en doğal hakkımdır” diyecekti. Rosenbergler’in idam edildiği bu dönemde komisyona utanç verici ifade verenler de vardı; örneğin Elia Kazan gibi.

Akademisyenler için de durum farklı değildi: komisyonlar, soruşturmalar, arkadaşlarını ihbar etmelerini istemeler, kabul etmeyenlerin tasfiyesi…Benim anlatmak istediğim ise bağımsız birer kurum olarak üniversitelerin olan bitene karşı aldığı tavır. Roger L. Geiger’ın saptamaları (1) üç noktada toparlanabilir:

1-Akademideki bilim insanları kendilerini ortama hızla uyarladılar.

2-Öğretim üyeleri kadroya girmek için sadakat yemini etti veya komünizme karşı olduğunu ilan etti.

3-Üniversiteler, bu süreci bir adım daha öteye taşıyarak kendi soruşturmalarını yürüttü. (1)

McCarthycilik üniversitenin temel değerlerine aykırıydı ama üniversiteler hak ihlallerine karşı durmadı, kınamadı bile. Pek çok akademisyen olağandışı bir dönem yaşanmıyor gibi davranıyordu.

***

McCarthy döneminde yaşananları artık savunan kimse yok. Aksine herkes kınıyor.  Şimdi burada bir soluk alıp Türkiye’ye bakalım. Son dönemde ülkede yaşananlara üniversitelerin yanıtı McCarthy döneminden farklı mı? Özellikle 2017 tasfiyesiyle birlikte üniversiteler yeni bir yapılanma içerisine girdi. Dışarıdan bakılınca resim net de içeriden sürecin anlaşılamadığını, öğretim üyelerinin kendi konumlarını anlayamadığını, her şey olağanmış gibi davrandığını görüyorum. Geiger’in belirttiği noktalara göre Türkiye’deki üniversiteleri değerlendirdiğimde aşağıdaki gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Dikkatinizi çekecektir, örnekleri tek bir üniversiteden, son çalıştığım yerden verdim. Bunun nedeni, çoğunun artık haber değeri bile olmayan bu örnekleri gerektiğinde kanıtlayabilme zorunluluğu duymam. Yoksa, benzer olaylar her üniversitede yaşanıyor.

     1-Akademideki bilim insanları kendilerini ortama hızla uyarladılar.

Öğretim üyelerinin en büyük uyum tepkisi, duymamak, görmemek, ama çok daha önemlisi ses çıkartmamak şeklinde oldu. Üniversitenin neredeyse tüm kademelerine AKP’liler atanırken, bunlar kimi zaman akademisyenleri açıktan tehdit ederken, üniversite senatosu AKP politikaları doğrultusunda açıklamalar yaparken, üniversitede ‘manav’ açılırken, kendilerine sorulmadan yöneticiliklere atanırken, kendi inisiyatifleriyle istifa edemezken, rektörün mafyatik piyasa ilişkileri basında yer alırken, seçimler her kademede ortadan kaldırılırken, dekanlar Barış İmzacılarının odalarını mühürlerken… sessiz kaldılar. Çözüm olarak üniversiteden uzak durmayı buldular. Genellikle uzaktan eğitimi yeğleyerek veya Tıp Fakültesinde muayenehane açarak üniversiteyi gericiliğe terk ettiler.

Muayenehane açanların bir kısmı üniversitede hasta bakmayı kabul etmeyerek, dışarıda yaptıkları hasta müdahalelerini de başka hekimler üzerinden yaparak kamuyu zarara uğrattılar. Bunu anlatmamın nedeni bir tür ‘Beşli Çete’ örneği vermek değil. Ancak yapılanların yönetimce bilinmesinin ve elde koz olarak tutulmasının artık isteseler de öğretim üyelerini tepki gösteremeyecek hale getirmesidir.

     2- Öğretim üyeleri kadroya girmek için sadakat yemini etti veya komünizme karşı olduğunu ilan etti.

Akademik kadrolar dağıtılırken solcu olarak bilinen ve/veya muhalif sendika üyeleri dışarıda bırakıldı ve geçmişlerini reddetmeye zorlandı ama buna da tepki gösterilmedi.

     3-Üniversiteler, bu süreci bir adım daha öteye taşıyarak kendi soruşturmalarını yürüttü.

Barış İmzacıları ile ilgili kapanmış bir soruşturmayı yeniden açıp, KHK ile atılmaları için devletin tüm kurumlarıyla yazışmalar yapıldı. Türk Tabipleri Birliği bu işte parmağı olan Tıp kökenli dönemin rektör yardımcısı Prof. Dr. Hale Ören’e bir ay süreyle meslekten men, açığa alınan öğretim üyelerinin odalarını kapatıp, içeri girmelerini engelleyen dönemin Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oğuz Dicle’ye uyarı cezası vermesine (2) karşın öğretim üyeleri böyle bir olay yokmuş gibi davrandı. Hatta TTB soruşturması sırasında bildiklerini bile anlatmadılar, “bilgim yok” dediler.

***

Şimdi durum böyleyken ve diğer üniversitelerde de benzer şeyler yaşanırken, akademisyenlerin McCarthy dönemi Amerikalı meslektaşlarından ne farkı var? İçinden karşı çıkmak veya tepkisini sadece yakın çevresiyle paylaşmak yetmez. Bence her öğretim üyesi olanlara karşı ne yaptığını kendisine sormalı, hatta belgelemeli. Boğaziçi eylemleri işte bu yüzden çok değerli.

 

(1)Araştırma ve Bağlantılı Bilgi. II. Dünya Savaşı’ndan İtibaren Amerikan Araştırma Üniversiteleri. Çev.: Erhan Baltacı, Küre Yay., 2015.

(2)https://gazetemanifesto.com/2022/baris-imzacisi-akademisyenleri-aciga-alan-hekimlere-ceza-ornek-olsun-479568/

Yazarın Diğer Yazıları
Bilim ve laiklik 1 Eylül 2024
Carmina Burana 18 Ağustos 2024