25 Kasım Demişken…
"Emeğe, laikliğe, kadınların özgürlüğüne savaş açan; ülkemizi açlığa, sefalete, yoksulluğa, gericiliğe mahkûm eden AKP iktidarının 21 yıllık geçmişini düşünürsek, yukarıda özetini geçtiğimiz diktatörlük rejimi bize tanıdık gelecektir. AKP iktidara geldiği günden beri kadınlara karşı bir sınav vermektedir."
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı. Kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.”
Minerva Argentina Mirabal
1930 yılında Rafael Leonidas Trujillo askeri darbeyle Dominik Cumhuriyeti’nde iktidarı ele geçirdi. Önce halk oylaması ile devlet başkanlığı yaptı, sonra koltuğundan inmeyi reddederek, ABD’nin ve burjuvazinin de desteğiyle ülkeyi 31 yıl boyunca diktatörlükle yönetti. Tüm faşist diktatörler gibi, tutuklanmalar ve faili meçhul cinayetlerle ülkesini ‘dizayn etti’.
Elbette ABD ve burjuvazi destekli Trujillo dönemi halk için yoksulluk, açlık ve sefalet demekti. Dominik işçilerinin büyük çoğunluğu diktatörün topraklarında çalışıyordu; zaten ülke topraklarının büyük bir kısmı da kendisine aitti.
Trujillo’ya karşı zaman zaman özgürlük talepleriyle çeşitli ayaklanmalar oldu. Yazımızın konusu, 25 Kasım tarihinin bizler açısından anlamlarından biri olan Mirabal kardeşler, Trujillo’ya karşı mücadele eden bir yer altı örgütü olan -daha sonra adı Clandestina olacak- 14 Haziran Devrim Hareketi’nde örgütlendiler. Hareket, Küba’daki devrimci gelişmelerden etkilendi, bir vadede ciddi bir ivme kazandı. Mirabal kardeşler rejim tarafından pek çok kez hapse girdi, mülklerine el konuldu. 25 Kasım 1960’da Mirabal kardeşler, Trujillo’nun emriyle gizli polis tarafından pusuya düşürüldü. Kardeşlerden ikisine önce tecavüz edildi, sonra dövülerek vahşice öldürüldüler. Resmi kayıtlarda bu katliam ‘trafik kazası’ olarak geçecekti. Onların ölümüyle birlikte 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü olarak anıldı.
Emeğe, laikliğe, kadınların özgürlüğüne savaş açan; ülkemizi açlığa, sefalete, yoksulluğa, gericiliğe mahkûm eden AKP iktidarının 21 yıllık geçmişini düşünürsek, yukarıda özetini geçtiğimiz diktatörlük rejimi bize tanıdık gelecektir. AKP iktidara geldiği günden beri kadınlara karşı bir sınav vermektedir. Kadınların sokakta şiddete uğramasıyla, ev içi şiddetle, kadın cinayetleriyle hiçbir sorunu olmayan AKP, tersine şiddeti körükleyen, şiddetin sınıfsal kökenine dair adımlar atan bir noktada. Ülkemizde kadına yönelik şiddetin temelinde ilk olarak gericilik yatmakta. Kadınların sosyal hayatta var olmaması gerektiğini AKP bulduğu her fırsatta dillendiriyor; kadınların yeri evidir, kocasının dizinin dibidir diyor. Kadının görevlerinin çocuk bakımı, ev işleri, kocasına karşı sadakat olarak özetliyor. Şiddete uğrayan, katledilen kadınlara için ise ‘fıtrat’ diyerek, bizlere reva görülenleri hatırlatıyor.
Emekçi kadınları, iş yaşamında kendini var etmeye çalışan kadınları ise sermaye patronları bekliyor! Mobbingler, eşit olmayan ücret, çocuk bakımının ücretsiz kamu hizmeti olmaması, iş yerlerinde sömürü, baskı, taciz… Sermaye tarafından kadınlar ucuz iş gücü olarak görülüyor, iş yaşamında iki kat emek sömürüsüyle karşı karşıya kalıyor. AKP düzeni hem gericilik hem de emek sömürüsü sarmalıyla kadınları önce eve, ev işlerine; sonra da bu düzene biat etmeye, boyun eğmeye çağırıyor. Tam da bu yüzden ülkemizde bugün 25 Kasım’ın anlamı şiddete, sömürüye, gericiliğe karşı mücadele olmalıdır. Hem de bir gün değil, her gün mücadele olmalıdır. Ne demek istiyoruz? Kadınların işyerlerinde, fabrikalarda sermayenin sömürüsüne; toplumsal hayatta gericiliğe ve şiddete dur diyebilmesi ancak örgütlü gücümüzle mümkün. Mirabal kardeşlerden bizlere kalan en önemli ders: sömürüye, baskıya verilecek en önemli cevap, örgütlü mücadelemiz.