Türkiye’de Cumhuriyet 100. yılını doldurdu. 1917’de Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’nin üzerinden ise tam 106 yıl geçti. İki yakın coğrafyada iki imparatorluk 20. yüzyılın başlarında tarihsel dönüşümlere şahitlik ettiler. Biri Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne, bir diğeri ise Rus Çarlığı’ndan Sovyetler Birliği’ne dönüşerek büyük bir sıçramaya imza attılar. Türkiye’nin seçtiği kapitalist yol ile Rusya’da sosyalizmin inşası birbirinden çok farklıydı. Ancak büyük imparatorluklar döneminin sonunda iki ülkenin yolları birçok noktada ortaklaşmış, Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş dönemine Sovyetlerin dostluğu ve desteği rengini çalmıştır.
Türk-Sovyet ilişkilerinin oluşmasında iki ülkenin yaşadığı benzer süreçlerin önemli etkileri bulunuyor. 20. yüzyıl başlarında dünya doludizgin büyük bir savaşa doğru giderken, Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşları’nda ağır yenilgiler alıyordu.
Rusya’da da benzer bir durum yaşanıyordu. 1904 Rus-Japon Savaşı’nın yenilgisi Rusya’yı derinden sarsmıştı. Bu yenilginin getirmiş olduğu bunalım 1905 Devrimi’ni tetikleyen en önemli etken olmuştu. Fakat işçi sınıfının yeterince örgütlü olmadığı 1905’te devrim yenilgiye uğramış ve Çarlık otokrasisi devrimi kanla bastırmıştı.
1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı iki ülkenin yaşadığı bunalımların daha da derinleşmesine neden oldu. Savaşla birlikte, savaşa maruz kalan emekçiler açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmişti. Emperyalist devletlerin yürüttüğü paylaşım savaşı insanlığın o zamana kadarki tüm birikimini alt üst ederken, bunların en ağırını Rusya ve Osmanlı toprakları yaşıyordu.
Bu tabloda emperyalist savaşa ilk başkaldıranlar Bolşevikler oldu. Bolşevikler, 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte emperyalist savaşa dur diyerek, halkların birbirine kırdırılmasına karşı çıkmış ve barış talebinde bulunmuşlardı. Ekim Devrimi, Birinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren ve savaşa dur diyen en önemli kırılma olmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu ise savaşla birlikte dağılmanın eşiğine gelmişti. Mağlup devletler arasında bulunan Osmanlı, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile resmen silah bırakmış ve başkent İstanbul galip devletler tarafından işgal edilmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nın resmen bitmesine rağmen Osmanlı coğrafyası savaşın devam ettiği yegane yerlerden biriydi. Uzayan ve bir türlü bitmek bilmeyen savaş Doğu Trakya ve Anadolu’nun işgaliyle devam ediyordu. Osmanlı’nın emperyalizme tam boy teslimiyeti sonucunda ülkenin neredeyse her tarafı İngiliz, Fransız, İtalyan ve son olarak Yunan askerleri tarafından işgal edildi. Bu duruma bir tepki olarak oluşan direniş örgütleri gün geçtikçe güçlenirken, Mustafa Kemal ve arkadaşları 19 Mayıs 1919 itibarıyla yeni bir hareket başlatarak Anadolu’da direnişi örgütlemeye koyuldular.
Ekim Devrimi’yle birlikte kurulan genç Sovyet iktidarı ise işçi sınıfının iktidar mücadelesiyle sömürgeciliğe karşı direnen ulusların mücadelesini yan yana getirmek ve desteklemek konusunda adımlar atmaktaydı. Çarlık Rusyası’nın hinterlandındaki birçok ulus, Sovyet iktidarıyla birlikte birer birer bağımsızlıklarına kavuşmaya başlamışlardı. Sovyetlerin desteklediği ulusal kurtuluş mücadelelerinden biri de Türk Kurtuluş Savaşı olacaktı.
Bolşeviklerin yürüttüğü barış politikasının bir sonucu olarak, İtilâf Devletleri’nin önemli bir üyesi olan Rusya’ya savaştan çekildiğini ilan etmişti. Bu sayede Osmanlı’nın Doğu cephesinde devam eden savaşın sona ermesi gündeme gelmişti.
Ulusal kurtuluş mücadelesinin başlamasından kısa bir süre sonra ilk Türk-Sovyet görüşmeleri de gerçekleşmeye başladı. Sovyetler, emperyalist işgalin son bulması için silah, cephane ve para yardımında bulunmayı vaat ederek, Anadolu’daki direnişe destek vermeye başladılar.
Mustafa Kemal öncülüğünde kurulan Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılırken Sovyetlerin desteği de giderek artıyordu. Bu yardımlar Rusya’nın Tuapse, Novrosisky ve Batum limanlarından alınıp Trabzon’a getiriliyor, oradan da Anadolu’daki direnişe gönderiliyordu. Sovyetler tarafından gönderilen ilk yardım malzemeleri şu şekildeydi:
22 Eylül 1920’de bir motorla 184 adet tüfek, 192 kasatura ve 422 sandık cephane. 25 Eylül 1920 tarihinde, Salih Efendi’nin Hayrettin motoruyla 315 adet tüfek, 315 kasatura ve 299 sandık cephane. 27 Eylül 1920 tarihinde, Şükran motoruyla 191 adet tüfek, 191 kasatura ve 59 sandık cephane. 1 Ekim 1920 tarihinde, Harun Kaptan’ın Yıldız motoruyla 205 adet tüfek, 205 kasatura ve 30 sandık cephane. 4 Ekim 1920 tarihinde, Nazım Kaptan’ın Mebruke motoruyla 858 adet tüfek, 1108 kasatura ve 727 sandık cephane.
Sovyetlerin genç Cumhuriyet’e yardımları 1920-1922 yılları arasında düzenli olarak devam etti. Anadolu’ya gönderilen toplam yardımın, dönemin şartları içerisinde hiç de hafife alınmayacak miktarlarda olduğunu söylemeliyiz. Türk ve Rus kaynaklarında ufak farklılıklar olsa da, Kurtuluş Savaşı süresince (1920-1922) Anadolu’ya gönderilen toplam Sovyet yardımı aşağı yukarı şu şekildedir:
Tüfek: 39.325, Tüfek Mermisi: 62.986.000, Top: 54, Top Mermisi: 147.079, 100 Atımlık Top Barutu, El Bombası: 4.000, Şarapnel mermisi: 4.000, Makineli Tüfek: 327, Gaz Maskesi: 20.000, Kılıç: 1.500, Altın: 200,6 kilogram (Erzurum, Eylül 1920), Altın Ruble: 10.000.000 (Nisan 1921’den, Mayıs 1922’ye kadar).
Bu yardımlara ilaveten 3 Ekim 1921’de Jivo ve Jutkoy adlı iki destroyer Bolşevikler tarafından Trabzon’da Ankara hükümetine hibe edilmiştir.
Sovyetlerin yaptığı silah ve para yardımı dışında Ankara Hükümeti’ne verdiği siyasal ve diplomatik desteğin de çok kritik olduğu bilinmelidir. Sovyet iktidarı Batum’un kendilerine bırakılması karşılığında Kars ve Ardahan’dan çekilerek Doğu Cephesi’ndeki savaşı sonlandırmak konusunda önemli bir adımda bulundu. Sovyetlerin bu teklifi, Ankara Hükümeti’nin elindeki tek düzenli ordu olan Doğu Cephesi birliklerinin Batı’ya dönmesi anlamına geliyordu.
Ayrıca Ankara Hükümeti ile Sovyet Hükümeti arasında yapılan sınır antlaşmaları da İstanbul Hükümeti’ne karşı Ankara Hükümeti’nin elini güçlendiren ve meşruluk sağlamasına yardımcı olan bir durumdu.
Bu antlaşmalar Osmanlı’yı temsilen Ankara Hükümeti ile yapılmıştır. Ankara Hükümeti ilk kez başka bir ülke tarafından Osmanlı’nın meşru hükümeti olarak tanınmış, Çarlık Rusya’sıyla imzalanmış olan eski antlaşmalar ise geçersiz sayılmıştır. Yapılan antlaşmalar sırasıyla; Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920), Moskova Antlaşması (13 Mart 1921) ve ardından Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) olmuştur.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanmasının ardından, yeni kurulacak cumhuriyetin ilk ciddi adımı Lozan Konferansı’nda atılacaktı. Burada da Türk-Sovyet ilişkilerinin önemi büyüktür. Lozan Konferansı’nda Türkiye’yi özellikle Boğazlar konusunda sıkı bir biçimde destekleyen ülke yine Sovyetler Birliği olmuştur. Lozan Konferansı’nda özellikle İngiltere’nin baskılarına karşı Türk ve Sovyet heyetler ortaklaşa hareket etmişlerdir.
Konferans’a dair birkaç örnek üzerinden ilerlersek, Sovyet desteğinin ne denli hayati olduğunu daha iyi anlayacağız.
“…Lord Gurzon [Curzon] bile, Boğazlar meselesini, Lozan Konferansı’nın halli en güç davası sayıyordu. Diğer taraftan Sovyet Rusya’nın da bu müzakerelere karışması, o zamana kadar yalnız İsmet Paşa ile uğraşan Lord Gurzon’un karşısına, bu sefer Tchitcherin [Çiçerin] gibi Bolşeviklerin milletlerarası politika sahasında yetiştirdikleri en cüretli, en iyi konuşan, kültürlü en kuvvetli ve gözü pek bir diplomatlarının da peyda olmasına fırsat veriyordu.
Otoriter mizaçlı bir adam olan Lord Gurzon’un Lozan Konferansı’nda en çok sinirlerine dokunan adam, Sovyet Rusya baş murahhası [Baş delegesi–aynı zamanda Dışişleri Bakanı-] Tchitcherin idi.
(… ) Konferansa Türki heyetinin yanı başına böyle kuvvetli bir yardımcı grubun gelmesi, derhal ilk tesirlerini yaratıverdi.”[1]
Görüleceği üzere Lozan Konferansı’nda Türk heyetine en yakın görüşü savunan ve İngiltere’ye karşı ortak hareket eden Sovyet heyeti olmuştur. Öyle ki, Konferansı yöneten İngiliz Lord Curzon şaşkınlığını şu kelimelerle ifade etmiştir:
“Ruslara gelince. Türkiye menfaatlerini müdafaa eden asıl programı onlar bize verdiler. O kadar ki Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ı temsil eden Mösyö Tchitcherin aynı zamanda Türkiye’yi de temsil eder göründü. Hatta bir an, İsmet Paşa’nın kalpağını Mösyö Tchitcherin giymiş sandım!”[2]
Sovyet desteği Türkiye’nin bağımsızlığını uluslararası arenada tescil ettirdiği Lozan’da da önemli bir etki yaratmış ve Türkiye’nin eli bu destekle birçok anlamda rahatlamıştır.
Türkiye, 24 Temmuz 1923’de Lozan Antlaşması’nı imzalayarak Cumhuriyet’in ilanına giden yolu tamamen açmıştı. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in Sovyetlerle olan ilişikleri kuruluş sonrası da devam etmiştir. 17 Aralık 1925 tarihinde Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı bu ilişkinin önemli aşamalarından biriydi. Devam eden yıllarda Sovyetler Birliği’ne çok sayıda heyet giderek çeşitli alanlarda ilişkiler geliştirilmiştir. 1926 yılında dönemin Ziraat Bakanı Sabri Toprak’ın Moskova ziyareti, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın Odessa ziyaretti ve İsmet İnönü’nün 1932’de yaptığı uzun Sovyetler Birliği gezilesi bu ilişkilerde önemli aşamaları göstermektedir.
Cumhuriyet’in 10. yılı için 1933 yılında düzenlenen kutlama programlarında Sovyet heyeti yine en öndedir. Bugün İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan meşhur heykel, Türk-Sovyet dostluğu adına yapılmış en bilinen eserdir.
Fakat asıl önemlisi Sovyetlerin Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’ye verdiği ekonomik ve teknolojik destektir. Türkiye’nin ağır sanayi işletmelerinin neredeyse tamamında Sovyet mühendisliği ve finansal desteği bulunmaktadır. Bugün özelleştirmelerle sermaye gruplarına peşkeş çekilen Makine Kimya Enstitüsü, TÜPRAŞ, İSDEMİR, Sümerbank, Aliağa gibi onlarca işletme; cam fabrikaları, madenler, limanlar bu desteklerle kurulmuştur.
Sovyetler olmasaydı Devlet Planlama Teşkilatı, beş yıllık kalkınma planları, Çocuk Esirgeme Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu, gibi örnekler bu kadar hızlı hayata geçirilemezdi.
Köy Enstitüleri’nin, Eğitim Enstitüleri’nin ve Halkevleri’nin arkasındaki fikri anlayış da yine Sovyet sisteminin Cumhuriyet’e kattığı kazanımlar arasında sayılmalıdır.
Ekim Devrimi’nin 106., Cumhuriyet’in 100. yılını anarken; ülkemizin bağımsızlık savaşında, kuruluşundaki diplomatik başarıda, ağır sanayi alt yapısında, eğitimde, kültür ve sanatta Sovyetlerin tartışmasız desteği bulunmaktadır.
[1] Ali Naci Karacan, “Lozan Konferansı ve İsmet Paşa”, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları: 3, Sayfa 108-109, Maarif Matbaası, İstanbul 1943
[2] Ali Naci Karacan, “Lozan Konferansı ve İsmet Paşa”, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları: 3, Sayfa 113-114, Maarif Matbaası, İstanbul 1943
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…