Narvik: Savaşta anne olmak
Gunnar’ın İngrid’e olan önyargılı tavrı, Björk’ün temsil ettiği toplum baskısından olduğu kadar, aldığı askeri eğitim ve savaş deneyiminden de kaynaklanmaktadır. Kadını cinsel varlığıyla tanımlayan ataerkil zihniyet doğaldır ki, erkeğin eşini cinsel sadakatsizlikle sorgusuz sualsiz itham etmesini de kolaylaştıracaktır.
Tülin Tankut
“Narvik”, gerçek yaşamdan uyarlanmış, yönetmenliğini Erik Skjoldbjaerg ‘in yaptığı, 2022 Norveç yapımı bir film. Emperyalistlerin savaşına önyargısız yaklaşan filmin tanıtım yazısındaysa, “2. Dünya Savaşı’nda Hitler’in ilk yenilgisi olarak bilinen bir muhabere sırasında evine dönen Norveçli bir asker, karısı hakkında şoke edici bir gerçeği öğrenir,” ifadesi yer alıyor. Peki o “şoke edici gerçek” acaba ne ola ki? 2022 yılında bir tanıtım yazısı gerçeği hâlâ açık seçik “çarpıtarak” yansıtıyorsa eleştiriyi hak ediyor, demektir.
Film, siyah- beyaz, toplu tüfekli , etkileyici savaş sahneleri eşliğinde, dönemin gazete manşetlerinin ( İngilizce) görüntüsüyle başlıyor : ‘Norveç İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalacağını açıkladı’…’ Alman silah endüstrisi, ham demirin yüzde 85’ini Norveç’ten alıyordu’… ‘Demir cevheri sınırdan trenle geçirilip Narvik’ten sevk ediliyordu’…’ İngiltere, demir sevkiyatının kesinlikle durdurulmasını beyan etti’…’ 8 Nisan 1940’ta İngiliz Deniz Kuvvetleri, Norveç karasularına mayın döşedi ‘…’ Demir kavgası: Norvik Limanı’nda hareketli günler yaşanıyor’…’ İngilizler ve Naziler, Norveç’te yan yana demir cevheri yüklemesi yapıyorlar’… ‘ O gün Norveç, Norvik’e tarafsız askeri birliklerini gönderdi. Ancak, Norveç’in tarafsızlığının çoktan ihlal edildiğinden habersizlerdi’… Norveç, savaşın getirdiği yıkımla “tecrit konumuna düştü.”
Narvik isimli askeri geminin limanda görünmesiyle renkli filme geçilir. Norveçli askerler iskeleye çıkarlar. İzinler iptal edilmiş; evlerine gidecekler ama akşama yerlerine dönmüş olacaklardır. Onbaşı Gunnar , bir otelin kafesinde çalışan eşi İngrid’i görmeye gider. İngrid, Almanca bilir, İngiliz, Alman ve Norveçli yetkililer arasında çevirmenlik yapmaktadır. Gunnar’ın yokluğunda kayınbabası ve altı yaşındaki oğlu Ole ile yaşamaktadır.
Gunnar ailesini ziyaret ettikten sonra birliğine döner. Alman gemileri, Norvik limanındaki Norveç gemilerini batırmıştır. Norveçli general, “kentin havaya uçurulmasına göz yumamam” diyerek askerlerine geri çekilmeleri emrini verir. Alman askerleri oteli işgal ederler. İngrid ve iş arkadaşı Björk , o sırada otelde olan iki İngiliz’i saklayıp daha sonra, güvenli olduğu için dağ kulübesine götürürler. Gunnar esirliği kabul etmeyip tehlikeyi göz alarak birliğiyle Narvik’ten kaçar. Siviller de kaçmak zorundadır. Ancak feribot sivillere kapalıdır. İngrid yanında oğlu, trenle Narvik’i terk eder.
Gunnar ve ekibi dinamitle köprü patlatacakları sırada tünelden yaya sivillerin çıktığını görürler. Aralarında İngrid ve oğlu da vardır. Siviller İsveç’e sığınacaklardır. Gunnar canı pahasına köprünün tepesine çıkar. Görevini yapar. Ama Alman askerleri onu ve arkadaşlarını esir alır. İngrid ve oğlu otele geri gönderilir. Dağ kulübesinde saklanan İngilizler İngrid’den Alman askeri sırlarını öğrenmesini isterler. Kadın kabul etmeyince, ‘bizimle işbirliği içinde olduğunuzu Alman’lara ihbar ederiz’, diye şantaj yaparlar. Alman konsolos İngrid’in çevirmenliğinden hoşnuttur; kadının ricası üzerine Gunnar’ı esir listesinden sildirmek için generalle konuşacağı sözünü verir ama bir şartla: İngiliz gemileri Narvik limanına saldırırken İngrid, eşinin kurtulması için oteldeki Almanlardan çaldığı haritayı dağ evindeki İngilizlere götürür. Dönüşte İngilizlerin bombardımanı altında, ölümü göze alarak yıkıntılar arasında oğlunu arar. Kayınbaba ölmüştür; çocuk sağdır ama göğsünde yarası vardır, durumu tehlikelidir. Dört hafta sonra Almanlar Narvik’i demirden bir çember içine alır. Gunnar esirdir, kar, soğuk altında ölümle pençeleşirken Fransız askerlerinden yardım görür, bir arkadaşıyla birlikte kaçarlar. İngrid bir haftadır sığınakta hasta oğlunun yarasıyla uğraşmaktadır. Çevirmenliğini yaptığı Alman konsolos, kadına yine pazarlık teklif eder; çocuğunun tedavisi karşılığında, iki İngilizin saklandıkları yeri söylemesini ister. Düşmana yataklık etmeyi İngrid kendine yediremez ama anne yüreği dayanamaz, teklifi kabul eder ve çocuğun göğsündeki kurşun çıkarılır. Björk, bunu öğrenince milliyetçi duyguları kabarır, anne olmadığı için midir bilinmez, İngilizleri ele verdiği için iş arkadaşı İngrid’e öfke kusar.
Rombaken fiyordunda, 2 hafta sonra gemide komutandan emir bekleyen Norveç ve Fransız askerlerine Almanlar karadan saldırırlar. (Uzun, zorlu savaş sahneleri) Alman konsolos, İngrrid’e, Hitler’in her yerde kazandığını, kendisiyle birlikte Almanya’ya gelmesini teklif eder. Kadını ikna etmek için de esirler listesini gösterir, Gunnar listede ölü gözükmektedir. İngrid teklifi sertçe reddeder: “Ben sizden değilim.” Kafeye dönünce şefi Polly, İngrid’i uyarır: “Burada kalamazsın, Narvik’ten uzağa git”. Çevrede İngrid’in Almanlara yardım ettiği dedikoduları yayılmıştır.
Savaş sona erer. Gönderden Nazi bayrağı indirilir, Norveç bayrağı çekilir. Fransız komutan, savaştaki kahramanlığından ötürü Gunnar’ı kutlar, “Kent artık sizin”der. 28 Mayıs 1940 tarihinde askerler Norvik’e dönerler. Kalabalık sokaklarda büyük bir coşku, marşlar, askerlere tezahürat… Gunnar yolda Björk’e rastlar, eşini sorar. Kadın duygularını gizlemez, “Almanlarla içli dışlı olduğu için bugün İngrid için kolay değil” der. Gunnar şüphe içinde karısını ve oğlunu bulur. Karısının sevincine karşılık vermez. Oğluna, “hadi kutlamayı dışarıda yapalım” deyince çocuk, “Dışarı çıkma iznimiz yok, Polly Teyze kenti terk etmemizi söyledi” der. Gunnar eşini sorguya çeker. “Almanlarla ne yaptın?” / “Yapmam gerekeni.” / “Bir Almanla birlikte mi oldun?” / “Bu doğru değil. Bazı İngilizleri Almanlara ispiyonladım. İngilizlerin attığı el bombalarıyla baban öldü, oğlun yaralandı.” / Kazayla olmuştur. İnsanlar ölür! İngilizler bizi koruyorlardı. Taraf değiştirmen için bu bahane değil. / Sen yokken oğlumuzu kim koruyacaktı?” İngrid’in son sözü: “Hiç gelmeseydin daha iyi olurdu.”
O sırada havadan bombardıman başlar. Gunnar hırsını eşinden çıkarır: “Almanlar yardımına bak nasıl teşekkür ediyorlar.” Çocuk, “Anne, kanıyorum” diye sızlanır, Gunnar çocuğun psikolojisinden anlamaz, göğsüne bakar, “Hayır, kanamıyorsun” diyerek paylar. Onları bırakıp yaralı bir askerin yardımına koşar. Siviller limanda toplanır. İngrid’e öfkeli bakışlarını dikerler. “Sana Almanlar yardım etsin” diye söylenirler. Askerler kendi aralarında konuşmaktadırlar. Biri, “Hitler’in Fransa’yı aldığı doğru mu?” diye sorar. Komutan, milli duyguları şaha kaldıran bir konuşma yapar: “Sevdiğiniz her şey için savaşın, gerekirse ölün!” Siviller gemiye biner. Alman uçakları saldırır. Sivillerden biri İngrid’i iter, “onu denize atmalı” der. İngrid dağılan eşyalarını bavula yerleştiırmeye çalışırken Gunnar yanına gelir. Eşine ve oğluna sarılır, Alman uçakları kenti yerle bir etmeden balıkçı tekneleri sivilleri tahliye etmeyi başarır
Ekrandaki açıklama yazısı: Narvik’in alınışı, Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’ndaki ilk yenilgisi sayılır. Ancak, İngiliz ve Fransız birlikleri Norveç yetkililerine haber vermeden çekilince Norveç kuvvetleri yalnız kalır ve 8 Haziran 1940 tarihinde silah bırakır. Narvik Savaşı, Norveç topraklarında gerçekleşen en büyük savaştır.
Gelelim, tanıtım yazısının cinsiyetçi yorumuna:
Gunnar’ın İngrid’i cinsel sadakatsizlikle itham etmesi, daha önce yaşanmış bir deneyimden kaynaklanmamaktadır. İngrid yumuşak başlı, nazik ama ölçülü, rasyonel varlığıyla saygı uyandıran, dış görünüş olarak gösterişsiz bir kadındır. Eş ve annelik rolünün uzantısı olan otel hizmetlisi olarak çalışmaktadır. Eşine âşık olduğu her halinden bellidir. Gunnar’ın İngrid’e olan önyargılı tavrı, Björk’ün temsil ettiği toplum baskısından olduğu kadar, aldığı askeri eğitim ve savaş deneyiminden de kaynaklanmaktadır. Kadını cinsel varlığıyla tanımlayan ataerkil zihniyet doğaldır ki, erkeğin eşini cinsel sadakatsizlikle sorgusuz sualsiz itham etmesini de kolaylaştıracaktır. Evli kadının ahlakı çok önemlidir. Komutan, askerlerine savaş öncesinde: “En sevdiğiniz şeyi korumak için savaşın, gerekirse ölün” derken, en başta Norveç toplumunu ayakta tutan aileyi kastetmektedir. Ailenin korunması, yurt savunması kadar önemlidir. Olası savaşlar için doğurgan kadınlara ihtiyaç vardır. Toplum erkekten erkeklik, kadından kadınlık bekler. Dolayısıyla savaş algısı kadınlarda ve erkeklerde aynı değildir. Kuşkusuz her iki cins de kültürün taşıyıcıdır; ulusal bilinç ve yurtseverlik İngrid ve Björk’de de vardır, ancak asker olarak eğitilmemişlerdir. İngrid, toplumun kendisinden beklediği annelik görevini yerine getirmiştir. Ayrıca çocuğundan nasıl vazgeçebilir? Eşine haklı olarak şu soruyu sorar: “Sen yokken oğlumuzu kim koruyacaktı?” Annenin sorumluluğunu devredebileceği bir kurum mu vardır ki? Gunnar’ın tutumuysa bu konu üzerinde hiç düşünmediğini ortaya koyar.
Peki, Gunnar gemiye bindiklerinde neden geri adım atar? Savaştan dönmüş bir asker olarak, mesleki deformasyon içinde olduğundan eşine yaptığı hatadan ötürü pişmanlık duymuş olabilir mi? Ancak onun bu tutumunu bireysel olduğu kadar toplumsal açıdan da değerlendirdiğimizde evrensel bir durumla karşılaşırız; şöyle ki, gerçekliğe bakışımızı engelleyen etmenler ortadan kalktığında değişime yatkınlığımız artar. Gunnar da eşi ve diğer sivillerle gemideyken onlarla aynı konumu paylaşmaktadır. Savaşta olduğundan farklıdır bu konum (mültecilik), artık kahramanlık gerektirmez. Ne gerektirir? “Aynı gemide olanların” dayanışmasını.
İngrid’e gelince; gururu kırılmışken, üstelik eşi özür bile dilemeden barış çubuğu uzatınca sanki aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi doğallığını korur. Acaba gemidekilerin gözü önünde Gunnar’ın eşine yakınlık göstermesi özür yerine mi geçiyordu? Belki de genç kadın eşiyle duygusal bağını koparamamıştır. Ya da “geçmişi unutalım” kolaycılığı mı? Ancak eşlerin diyaloglarından da kestirilebileceği gibi, toplumsal cinsiyet rolleri konusunda o döneme göre ileri düzeyde bir yaklaşım sergileniyor filmde; kültürel olarak belirlenmiş kadınlık ve erkeklik rolleri sınanıyor, gerçeklikten kopmadan kadın –erkek eşitliğine çağrı yapılıyor. Daha çocuklukta her iki cinsin farklı biçimde yetiştirilmesine, Ole aracılığıyla dikkat çekiliyor. Çocuk, babasından aldığı erkek çocuğu için üretilmiş oyuncaklarla rolüne hazırlanırken, babasının yokluğunda kendisinden beklenmeyen bir şey yapar; otelde annesinden gördüğü için otel havlularını katlar. Anneyle daha sık temasta olduğu için ona nazlanır, babaysa bundan hiç hoşlanmaz. (“Yaran kanamıyor” diye paylar çocuğu) Dolayısıyla İngrid, evlilik kurallarını bildiğinden eşinden özür dilemesini beklemez, diye düşünebiliriz. Yetiştiriliş biçimi nedeniyle bir kadın olarak eşinden gelen bu tür davranışları tolere etmeye zaten yatkındır. Kaldı ki savaş koşullarında İngrid’ten başka türlü bir çözüm yolu bulması beklenebilir miydi? Gunnar, kendisini doğru karar vermekten alıkoyan egemen kültürden bağımsız düşünemezken, İngrid’in eşinin ithamı karşısında toplumsal cinsiyet normlarını çiğnemeyi göze alarak yaptığı öz savunma, çağdaş kadını da kapsayacak niteliktedir. Burada asıl çarpıcı olan, aradan onca yıl geçmesine karşın filmde altı çizilen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, sürekliliğidir. Kadınlığı eş ve annelikle sınırlandıran zihniyet, dinen de kutsanan anneliğin yüceltilmesine ve kadının doğurganlığıyla özdeşleştirilen, namusunun kendisini değil, toplumu ilgilendirdiği algısına dayalı egemen kadın tanımı hortlatılmıştır. Neoliberaizmin yol açtığı dünyanın bu günkü belirsizlik ortamında kadınları kamusal alandan uzak tutup eş ve bakım hizmetleri için eve kapatılmaları politikaları hız kazanmıştır. İngrid günümüzde yaşasaydı, devletin beklentisini yerine getirdiği için Anneler Günü’nde’ yılın annesi ‘mi seçilirdi, yoksa vatana ihanetten hapse mi gönderilirdi? Filmin bir özelliği de politik eleştiri konusundaki isabetli yaklaşımı: Gunnar’ın eşine çatarken, milliyetçi duygularla yanlış hayallere kapılıp İngiliz ve Fransız emperyalizmini aklama çabasının nasıl boşa çıktığının altı çiziliyor. Emperyalist odakların aldatmacalara dayalı politikalarının barışa yönelik olmadığı, İngiliz ve Fransız birliklerinin Norveç halkını yazgısıyla baş başa bırakarak ülkeyi gizlice terk etmelerinde su yüzüne çıkıyor. Gunnar gibilerin dış politika hakkındaki bilisizliğinin bedelini, günümüzde de halklar ödemiyor mu?
NOT: 8.06.2019 ve 6. 05. 2022 tarihlerinde, Anneler Günü vesilesiyle yazdığım yazılar, Gazete Manifesto’da yayınlandı. Yazıyı uzatmamak için konuya burada değinmedim.