"Önemli olan karşı devrimin yenilgiye uğratılması ve sosyalist-devrimci hattın güçlendirilmesidir"
"Biz 20 yıllık istibdat rejiminin dün olduğu bugün de ekmeğine yağ sürmeyiz, sürmeyeceğiz, ama bizden kimse kefalet beklemesin! Biz Millet İttifakı’na da adaylarına da asla kefil değiliz. Kimsenin payandası, destekçisi ya da meşruiyet dayanağı değiliz. Milletvekili pazarlıkları içinde hiç değiliz. Önemli olan karşı-devrimin yenilgiye uğratılması ve sosyalist-devrimci hattın güçlendirilmesidir. Bizim politikamız bu çizgi üzerinden şekilleniyor."
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite Üyesi Kurtuluş Kılçer ile düzen muhalefetindeki siyasi krizi, seçimleri, Sosyalist Güç Birliği’nin tutumunu ve TKH’nin seçime yönelik çalışmalarını konuştuk. Kılçer, “Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda, karşı-devrimin çıkarlarına hizmet eden her girişimin karşısında dururuz, bu bizim sınırımızdır. Karşı-devrimin, istibdat rejimin, gericiliğin işine gelecek politik adımlar da atmayız. Sosyalist ve devrimci hattın güçlenmesi için ise çalışmaya devam ediyoruz ve edeceğiz.” diyerek sosyalistlerin mücadelesine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Düzen siyasetinde önemli gelişmeler oluyor. Altılı masada yaşanan kriz bugün ülke gündemine oturmuş durumda. Millet İttifakı’ndaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle her şeyi yerli yerine oturtmak lazım. Cumhur İttifakı, AKP ve MHP’nin kurduğu gerici-faşist blok olarak düzenin bir kanadını temsil ediyor. 20 küsur yıllık iktidarın kurduğu rejim, “tek adam rejimi” ya da “şahsım devleti” olarak kodlansa da sınıfsal olarak burjuvazinin gerici diktatörlüğünü temsil ediyor. Tarikatlara, mafyaya, müteahhitlere dayanıyor ve emek düşmanlığı, gericilik ve emperyalizmin taşeronluğu temel karakterini oluşturuyor. Deprem felaketinde gördüğümüz üzere halk düşmanı bir iktidar blokunu temsil ediyor.
Millet İttifakı ise, bugünkü iktidar bloku karşısında düzenin diğer kanadını temsil etmektedir. Millet İttifakı’nın, bize göre temel başlıklarda, Cumhur İttifakı ile ortak önemli noktaları bulunmaktadır. Örneğin NATO’culuk konusunda, örneğin piyasacılık konusunda, emperyalist finans kurumlarıyla uyum konusunda, laikliğe bakış konusunda vb. Millet İttifakı, ortanın solundan ortanın sağına geçen CHP’nin merkezinde durduğu bir cephe. Öncelikle bu net olarak ortaya konmalı. Bugün Millet İttifakı’nın bileşenlerinin karakteri herkes için açık olsa gerek. AKP-MHP’nin gerici-faşist blokuna karşı, sanki ülkenin ilerici, emekçi, cumhuriyetçi ve yurtsever toplumsal kesimlerinin talep ve çıkarlarını savunan bir muhalefetmiş gibi sunuluyor, ancak Millet İttifakı’nın neyi temsil ettiği biz komünistler için çok açık.
Bu iki “cephe” düzenin iki hali gibiler. Biri katı halini diğeri de sıvı halini temsil ediyor.
Bugün Millet İttifakı içinde yaşananlara şaşırmamak gerekiyor. Ortada saçma bir durum var. CHP genel başkanının adaylığına hayır diyerek masayı deviren İyi Parti, yine CHP’nin iki belediye başkanını aday olmaya çağırıyor. Demek ki ilkeler vs. hak getire. Koltuk hesapları dönüyor, herkes hesap yapıyor. Açık ki dertleri ülkenin çıkarları değil. Sağ siyaset, ilkeleri falan savunmaz, çıkarlarını düşünür. Biz Millet İttifakı’nda yaşanan gelişmelerin en önemli nedenini, başta İyi Parti olmak üzere, bütün bileşenlerinin sermayenin çıkarlarını temsil etmesinde görüyoruz. İyi Parti özellikle büyük inşaat şirketlerinin çıkarlarına karşı durmadı, durmaz. Bu kadar net. Onlar adına rol almaya çalıştı, onlar adına taş koymaya çalıştı.
Bakınız buradan bir sonuç daha çıkar. İyi Parti’nin iki belediye başkanında bu kadar ısrar etmesinin anlamı da buradan aranmalı. Basında çıkan haber ve yorumların hepsinin nasıl taraftarlık taşıdığını da izliyoruz. Örneğin beşli çetenin bir ismi ile röportaj yapan haber sitesinin, kimi desteklediğini ve haberciliği bu açıdan ibretlik ve fazlasıyla öğretici.
Buradan şu sonuç ise çıkmaz. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı direksiyonun sola kırılması anlamına gelmiyor. Kılıçdaroğlu, düzenin restorasyon programının temsilcidir. AKP’nin 20 küsur yıllık iktidarında büyük tahribat yaşayan sermaye düzeninin yeniden raya oturtulmasını savunmaktadır. Dolayısıyla, buradan sermayenin iktidarının güçsüzleşmesi değil güçlenmesi çıkar. Bunun altı çizilmelidir. “NATO, demokrasinin güvencesidir” diyen bir CHP çizgisinden bahsediyoruz.
Tek adam rejiminden hemen kurtulmanın yarattığı basınç anlaşılır, bunun toplumda Kılıçdaroğlu’na destek vermek şeklinde bir politik iklime neden olması da anlaşılır. Ancak elma ile armudu karıştırmayacağız. Düzen siyaseti başka bir şey düzen karşıtı siyaset başka bir şeydir. Biz düzen karşıtıyız, ölçütümüzün de doğal olarak sınırını buradan çizeriz.
Millet İttifakı’ndan İYİ Parti’nin ayrılması, Millet İttifakı’nı daha sola çeker mi?
Çekmez. İyi Parti’nin, faşist kökenli bir parti olarak, altılı masada kriz yaratması, bu masada bulunan diğer bileşenlerin durumunu değiştirebilir mi? Babacan’ın emperyalist finans merkezleriyle uyumlu burjuvazinin çıkarlarını temsil ettiği açık. Ya da Davutoğlu’nun, ABD’nin taşeronluğunu üstlenen dış siyasetin mimarı olduğu gerçeğini hemen unutacak mıyız? Saadet Partisi’ni saymıyorum bile. “Milli görüşçülük” adıyla siyasal İslamcı geleneğin ana damarını temsil eden Saadet Partisi’nin, AKP’nin kurduğu tarikat-müteahhit rejiminin öznel olmasa bile objektif sorumlusu olduğunu görmemiz gerekiyor. Demokrat Parti’nin doğrudan toprak ağalarının çıkarlarını savunarak kurulan ve merkez sağın ana kalesi olduğunu, unutacak mıyız?
Bunlar bir yana bugün neyi savunuyorlar? Örneğin bugün ülkemizin en önemli sorunu emekçilerin omuzlarına yüklenen ekonomik kriz değil mi? Ya da laiklik elden gitmiş değil mi? Millet İttifakı’nın ortak metninde örneğin laiklik hedefleri, programı bulunmadığını hemen unutuyoruz. Ya da emperyalizm karşıtı duruş yoktur. İşçi ve sendikal haklar ise hak getire… Tam tersi, sermayenin çıkarlarını gözeten, emperyalizmle tam boy uyumu hedefleyen bir metin var karşımızda. Tablo açık değil mi? Millet İttifakı, düzenin bir kanadını temsil eden sağ bir bloktur. Bunun bugünkü muhalefet çizgisinde AKP-MHP iktidarına karşı oynayacağı rolü analiz etmek ayrı bir şey, Millet İttifakı’nı desteklemek ayrı bir şeydir. İkisini niye karıştırıyoruz? Türkiye’de istibdat rejimine karşı duruş başka, Millet İttifakı’nın doğrudan destekçisi olmak başka anlamlara gelir.
Millet İttifakı’nın sola açılması gündeme geldiğinde çağrı olsa girmezsiniz o zaman…
Elbette girmeyiz. Böyle bir şey olabilir mi? Biz devrimci bir partiyiz ve doğrudan emekçi sınıfları temsil ederiz. Eşyanın tabiatına aykırı. Bugün “Millet İttifakı, sola açılsın” diyenler var. İyi Parti’nin çıkması, “HDP’nin ve demokratik güçlerin” Millet İttifakı’nı desteklemesini kolaylaştırır diyen demeçler görüyoruz. HDP’nin tutumu ile sosyalist ve komünistlerin tutumunu ayırmak lazım. Düzenin ve sermayenin bir restorasyon programına solun meze edilmesine karşıyız. Düzen sıkıştı, krizde ve solu meşruiyet unsuru olarak kullanmaya çalışıyor. Ancak yaşanan gelişmeler toplumsal dinamiklerin aslında sola ne kadar açık olduğunu gösteriyor. Biz solun bağımsız bir odak olarak ve devrimci kalesini kurmak için mücadele ediyoruz. Sermayenin partileri ile hele hele sağ partilerle, komünistlerin aynı çatı altında buluşmasını siyaset yapmak olarak görmüyoruz. Bunu adlı adınca sol değerlerden uzaklaşma olarak görürüz.
HDP’nin merkezinde durduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu tür çağrılara göz kırptığını görüyoruz. Açıkçası Türkiye’de siyasal taşlar yerine oturmalıdır. Solcular sol tarafa, sağcılar sağ tarafa, liberaller kendi saflarına, yani sağa geçmelidir. Bugünkü siyasal gelişmeler, doğaldır ki, sınırları belirsizleştiriyor, temel birçok ayrımın üzerini örtüyor. Bu belirsizlik bugün birçok kesimde kafa karışıklığına neden oluyor. Algılarla davranılıyor ama olgular gözden kaçırılıyor. Önce olguları net olarak ortaya koymak gerekir. Bunun için sosyal medya solculuğu üzerinden kendimizi tarif etmeyi reddediyoruz.
CHP’nin TİP ve SOL Parti’yi ziyareti hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kendisini bugün aslında merkez sağda konumlandıran CHP’nin bu konumunu “zedelemeden” bir meşruiyet arayışı var. CHP, ne olduğunu ve ne kurmayı hedeflediğini biliyor ve solun desteğini alarak, solu kapsadığını göstermenin yolunu yapıyor. Bugünkü konumlanışının meşruiyeti için buna ihtiyaç duyuyor. Bu CHP’nin yıllardır uyguladığı bir siyaset.
CHP’nin bu arayışı ile dünün yetmez ama evetçi liberallerinin arayışı kesişiyor. Sorduğunuz sorudan ziyade, bize göre burası çok daha önemli.
Türkiye solunun bir kısmının, Kürt siyasetinin ve ağırlıklı olarak liberallerin CHP’ye yönelik, “ulusalcı, devletçi, vesayetçi” söylemlerine rağmen, CHP’nin peşine takılmaları da şaşırtıcı gelmemeli. Çünkü CHP merkez sağa kaydıkça liberal çizgisi güçleniyor. Politik olarak ise “tek adam rejimini” devirmek söylemi öne çıkıyor ve sadece bununla sınırlı. Varmak istediğim nokta şu: Tek adam rejimine karşı ortaklık söylemi üzerinden, bugün sol, Millet İttifakı’nın destekçisi haline getirilmek isteniyor. Bunun politik zemini ya da tutkalı liberalizm oluyor. Bu sosyalist hareket açısından ciddiye alınması gereken bir tehlikedir. Siyaseti “tek adama rejimine karşı düzen siyasetine eklemlenmeye varacak” bir pozisyonla kurmak ve buradan siyaset yapmak sol siyaset açısından liberalizme kapı aralar. Bu kapıdan girenler geçmişte çok oldu, bugün de dolu dizgin bu kapıdan koşarak girenler ya da hevesliler var.
Ancak biz sınıfsal bakarız. CHP bir burjuva partisidir ve söz konusu sermaye sınıfının temsilcileri olunca bizim kalın sınırlarımız vardır. Sosyalist Güç Birliği de, kendisini burada değil aksine bunun dışında kurmuştur.
Elbette kimin kimle görüşeceğine biz karar vermiyoruz. Bize düşmez, her parti kiminle görüşmek isterse görüşür. Ancak bugünkü siyasi tabloda, her siyasi partinin siyasal yönelimi de bellidir. Bizim çizdiğimiz sınırlar, çizgimiz bellidir. Bugün CHP ile görüşmek eğer Millet İttifakı’na yedeklenmenin bir zemini haline gelecekse, biz TKH olarak bundan zaten uzak dururuz. Biz başkayız, burjuva partilerle el sıkışmaktan hicap duyarız. Biz Türkiye’de sol bir odağın şekillenmesinin bugün en devrimci görev olduğunu düşünüyoruz.
Bugün Sol Parti, TKP ve Devrim Hareketi ile birlikte Sosyalist Güç Birliği’ni örgütlüyoruz. Türkiye İşçi Partisi de dahil ve diğer sol parti ve örgütleri de sol saflarda görmek isteriz. Biz meselenin bu boyutuna bakıyoruz. Niye görüştüler üzerinden bir tartışmanın bir yerden sonra önemi yok, görüşürsün, görüşmezsin… Ancak, solun, sosyalistlerin bağımsız odağını güçlendirmek ve buradan devrimci bir çıkışı örgütlemek gibi tarihsel bir görevi gözden kaçırmamak, heba etmemek gerekiyor. Dolayısıyla, önemli olan politik olarak nerede durduğun ve neyi örgütlediğin. Tek adam rejimine herkes karşı, ancak düzen siyasetine eklemlenecek bir duruş, siyaset ve en önemlisi eğilimle devrimci bir çıkış örgütlenemez. En azından kendimiz adına söylersek, bizim gözümüz de gönlümüz de kaymıyor.
Cumhurbaşkanı adaylığına dönük isimler hakkında sizin görüşünüz nedir? Solun bazı unsurları İmamoğlu diyor, siz kimi destekliyorsunuz?
Biz laikliği destekliyoruz, anti-emperyalizmi destekliyoruz, kamuculuğu destekliyoruz, emekçi sınıfların hakkını ve örgütlenmesini destekliyoruz. Emperyalizme, NATO’ya, AB’ye karşıyız, sermayenin ilericisi-gericisi gibi bugün çokça dillendirilen ayrımlar bizim konumuz olamaz. Hepsinin sömürücü karakteri ortadadır, aynı sınıfsal çıkarlara sahipler. Biz gericiliğe amasız fakatsız karşıyız, özgürlükçü-ılımlı laiklik tanımlamalarıyla dinci gericiliğe prim verilmesini reddediyoruz. Kısacası, bizim ideolojik ilkelerimiz kadar bugün Türkiye’nin temel toplumsal, ekonomik ve siyasi sorunlarının çözümündeki siyasal tutumumuz da çok net. İdeolojik noktaları geçelim, bugün politik olarak savunduğumuz değerler ile adı geçen adaylar arasında büyük bir mesafe var. Onlar düzenin restorasyon programını temsil etmektedirler. Onlar “sürdürülebilir ve yenilenebilir” bir düzen arayışındalar, biz bu sömürücü, sınıflı düzenin temelden karşıtıyız. Bugün güncel olarak da bu böyle tarihsel olarak da böyle. O yüzden bugün komünistlerin düzen partilerini ve adaylarını destekleme gibi bir görevi de sorumluluğu da yok.
Mesele ise gayet açıktır: 20 yıllık AKP diktatörlüğünün son bulması gerekiyor. Buna itiraz edilebilir mi? 20 yıldır bu diktatörlüğe ve gericiliğe karşı mücadele eden sadece devrimciler ve komünistlerdir. Daha dün AKP’nin yanında olup bugün sola kimse akıl öğretmeye kalkışmasın. TKH olarak, bu konuda görüşlerimizi uzun zamandır yazıyoruz. Biz 20 yıllık istibdat rejiminin dün olduğu bugün de ekmeğine yağ sürmeyiz, sürmeyeceğiz, ama bizden kimse kefalet beklemesin! Biz Millet İttifakı’na da adaylarına da asla kefil değiliz. Kimsenin payandası, destekçisi ya da meşruiyet dayanağı değiliz. Milletvekili pazarlıkları içinde hiç değiliz. Önemli olan karşı-devrimin yenilgiye uğratılması ve sosyalist-devrimci hattın güçlendirilmesidir. Bizim politikamız bu çizgi üzerinden şekilleniyor.
Bugün siyaset sağa yatmış bir eğik düzlem görüntüsü veriyor. Düzen siyasetinin basamaklarını çıkan herkes bu eğik düzlemde sağa kayıyor. Biz bu düzlemin açısını değiştireceğiz. Bu nedenle, siyaset yapmak adına düzen siyasetiyle dirsek teması değil, topyekûn düzeni ve düzen siyasetini karşıya almak gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda, karşı-devrimin çıkarlarına hizmet eden her girişimin karşısında dururuz, bu bizim sınırımızdır. Karşı-devrimin, istibdat rejimin, gericiliğin işine gelecek politik adımlar da atmayız. Sosyalist ve devrimci hattın güçlenmesi için ise çalışmaya devam ediyoruz ve edeceğiz.
Bu yüzden buradan bütün emekçi, ilerici, yurtsever ve cumhuriyetçi yurttaşlarımızın ikinci oylarına talibiz. Cumhurbaşkanlığı oyları, karşı-devrimin yenilgisine, milletvekili oyları ise komünistlere, orak-çekice diyoruz!
Sosyalist Güç Birliği’nin ortak tutumu oluştu mu?
Henüz değil. Sosyalist Güç Birliği’ni, zaten seçimlerle sınırlı bir ittifak olarak düşünmedik. Seçimler olacak, ülkemizde yeni bir evreye geçilecek, yeni bir düzlem ortaya çıkacak. Ama Sosyalist Güç Birliği’nin bu seçim sınavından başarıyla çıkması gerekiyor. Sosyalist Güç Birliği, CHP’nin ve HDP’nin ayrı ayrı başını çektiği iki odaktan bağımsız devrimci ve sosyalist bir hattı temsil ediyor. İlkeleri belli. Bu ilkelerin, devrimci politikaların ve hattın iğdiş edilmesine müsaade etmeyeceğiz. Sosyalist Güç Birliği’ni CHP’ye ya da HDP’ye destek olarak kurmadık. Tersine bugün emekçilerin, ezilenlerin, ilericilerin, cumhuriyetçilerin sol seçeneğini ortaya çıkarmak için kurduk. Bu açıdan Sosyalist Güç Birliği, siyasetin bu kaotik tablosunda devrimci duruşundan taviz vermeksizin, düzen siyasetine yedeklenmeksizin, AKP-MHP blokunun faşist-gerici iktidarından ülkenin kurtulması için doğru bir politik tutumu alacaktır. Çabamız bu yöndedir.
Bununla birlikte Sosyalist Güç Birliği’ni, başta CHP olmak üzere, Millet İttifakı’na yakınlaştırma girişimlerine de biz izin vermeyiz.
Sosyalist Güç Birliği neler yapacak peki, hareketsiz bir görüntüsü yok mu?
Bu eleştiride haklısınız. Sosyalist Güç Birliği, kendi görevini yapmalıdır. Düzen siyasetindeki pazarlıklar, kirli hesaplar ve ilkesizlikle zaman kaybetmemelidir. Siyasi gelişmeler önemsiz demiyorum, ancak buradan bize ekmek çıkmaz çünkü Türkiye’nin emekçilerine ekmek çıkmaz!
Biz ekmeğimizi kendimiz kazanmalıyız. Sosyalistlerin ve komünistlerin en önemli görevi bugün emekçi sınıfların toplumsal tepkisinin siyasal bir tepkiye ve temsiliyete dönüştürülmesidir. Bunun yolu bellidir. Biri bu toplumsal örgütlenmenin sesi olacak eylemlilikleri örgütlemek diğeri de Sosyalist Güç Birliği’nin ülkenin devrimci bütün güçleriyle büyümesi ve daha etkili hale gelmesidir. SGB’nin rolü, sosyalistlerin ekmeğini düzen siyasetine yedirmek değildir.
Bakınız, bütün gündemi altılı masadaki olan bitene kilitlediler. Oysa Türkiye deprem felaketiyle birlikte aslında bambaşka bir sürece girdi. Halkı bu altılı masa gündemine kilitleyerek esas meselenin gözden kaçması, herkesin buna su taşıması gibi bir durum var. Depremde milyonlarca insan yakınlarını, barınma dâhil elindeki olanakları kaybetti, on binlerce insanımız hayatını kaybetti, aslında katledildi. Bundan daha yakıcı ve acil bir gündem olabilir mi? Türkiye’de bu felaketle birlikte birçok şey açığa çıktı. Sosyalist Güç Birliği’nin önünde Türkiye’de emekçilerin sorunları başta olmak üzere, laiklik, bağımsızlık için ve sermayeye karşı mücadele gibi büyük işler var ve bakacağımız yer buralardır.
TKH’nin seçimlerdeki tutumu ve seçim politikasını sorsak…
Partimiz ve Türkiye’deki genel seçimler açısından bizim için bir ilk olacak: Orak-çekiç logosuyla seçime giriyoruz. TKH, kendi adı ve amblemiyle seçim pusulasında yerini alacak. Seçim bildirgemiz hazır: Yeni Bir Cumhuriyet Programı’nı örgütlemek üzere yola çıktık ve Yeni Bir Cumhuriyet şiarı seçimleri de aşan bir devrimci hedefin, programının adıdır. Şimdi adaylarımızı belirleyeceğiz. Her ilde emekçileri aday göstereceğiz. “Vizyon” adaylarımız olmayacak, doğrudan emekçilerin temsil edildiği bir adaylık çalışması yürütüyoruz.
Seçim sloganlarımız belli: Bir Başkadır Sosyalizm ve Biz Başkayız temaları üzerinden sosyalizmi ve kendimizi topluma anlatacağız. Seçimler, biz komünistler için siyasetin tek ölçütü değildir. Seçimler, sosyalizmin sesinin daha geniş kesimlere ulaştırılması için bir olanak. Biz özünde, işçi sınıfının örgütlü gücünü ve siyasetini oluşturma hedefiyle stratejik bir mücadeleyi örgütlüyoruz. Günü kurtarmak, günün popüleri olmak gibi derdimiz yok. Seçimlerde kaç oy alacağımızın değil, seçimlerden sonra solun gücünün ne olacağı bizler açısından çok daha kritik. Çünkü mücadelemiz uzun erimli ve köklü. Türkiye’yi biliyoruz, ayakları yerden kesik hayal dünyasında değiliz.