Önümüzdeki beş yıl: Ya aydınlık Türkiye ya yobazın karanlığı
Gericilik, toplumun kılcal damarlarına her ne kadar işlenmek istense de buna karşı ülkenin temelinde yıllardır verilen laiklik mücadelesi kazanımlar sağlayarak toplumun aort damarını oluşturmuştur.
Cumhuriyet, hilâfete ve saltanata karşı mücadele verilerek kurulmuştur. Ancak AKP’nin Türkiye’sinde gericilik, aydın toplumun dirileceğine karşı nasıl bir korku ve düşmanlık beslemektedir ki her geçen gün istikrarlı bir şekilde saldırılara girişmektedir.
Yandaş Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, yazısında “Türkiye’nin doktorlardan, mühendislerden, teknisyenlerden ziyade özgür felsefecilere ve ilahiyatçılara ihtiyacı var. Önümüzdeki 5 yıl, eğitim sisteminde bu acil ihtiyaca yoğunlaşılabilir” ifadelerini kullanarak hangi özgür felsefeye hizmet ettiğini kendinden emin bir şekilde dile getirmiştir. ” Önümüzdeki 5 Yıl ” ifadesinin söz konusu yazıda yer almasıyla, gerici hükümetin varlığını ve amaçlarını tayin etmiştir. Bu sözlerin arkasında ne felsefe ne de din öğretmek vardır.
21 yıllık AKP iktidarının toplum üzerinde planlayıp hayata geçirdiği dinci politikaları tekrardan hatırlamak önümüzdeki beş yıllık yönetime dair soru işaretlerini gidermeye yetecektir.
1990’lı yılların başında; o zamanlar RP İstanbul İl Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, tüm okulların imam hatipleştirileceğini, Türkiye Cumhuriyeti’ni imam hatiplilerin yöneteceğini söylemişti. 2001 yılında toplam 500 imam hatip adı altında okul ve bu okullarda okuyan yaklaşık 100 bin öğrenci vardı. Günümüzde bu okulların sayısı 4413’e ulaşırken öğrenci sayısı ise 1,5 milyona çıkmıştır. Üniversitelere baktığımızda 2023 yılında İlahiyat Fakültesi sayısı 110 ve bu fakültelerin yaklaşık öğrenci sayısı 50 bine ulaşmıştır. Bunların yanında bu okullardan mezun olup imam hatiplerde ve başka okullarda görev yapmak için imamların valilik tarafından özel olarak atanması güncelliğini korumaktadır. Bir diğer tarafta ise ülkeyi sarmaşık gibi saran ve her gün skandallarla gündeme gelen tarikatlara üye olanların sayısının 20 yıl öncesine oranla yüzde 113 arttığı tahmin edilmektedir. Bu tarikatların örgütlenme aracı olarak kullandığı dini vakıfların ve derneklerin sayısının 30 bine ulaştığı güncel olarak saptanmıştır.
Gericilik, toplumun kılcal damarlarına her ne kadar işlenmek istense de buna karşı ülkenin temelinde yıllardır verilen laiklik mücadelesi kazanımlar sağlayarak toplumun aort damarını oluşturmuştur. Bu da laikliğin, ülkemizde taviz verilemez ve yaşamsal ihtiyaçlardan biri olduğunu kabullenme düşüncesini kuvvetlendirmiştir. Ancak sistemin en sivri köşelerinden birini oluşturanlar, toplumun kayıplarını görmezden gelerek gericiliğe ihtiyaç olduğunu savunmaya devam etmektedir.
Her ilerici yurttaşın bildiği gibi ülkemizin hiçbir zaman ilahiyatçı açığı-ihtiyacı olmamıştır. AKP’nin ve yandaşın istediği, hayatın dini kurallara göre yaşanması ve planlanmasıdır. Kabullenilmesi gereken bir diğer nokta ise siyasal İslamcı-faşizan hükümetin ve kendine gazeteci ve/veya akademisyen diyen birtakım yandaş azınlığın ve bu havuzun içinde var olma çabası gösterenlerin “Taliban Hükümetine” kardeşlik yapmaya yatkın olması ülkemizde laiklik mücadelesinin ağırlığını koyamamasından ve ülkemizdeki aydın kitlenin bu konudaki varlığının yetersizliğinden kaynaklanmıyor mu? Geçmişte bu konuda Türkiye tarihine göz atmak yeterli olacaktır ki aydınlar, öğrenciler ve emekçi halk dinci müsveddelerine gerekli cevabı vermiş ve verecektir.
Böylesi gerici ve karanlık unsurların varlığı boş alan bulabilmelerinde yatmaktadır. Ki bu alanları dolduran gerici unsurlar, gençlere ne dostluk ne de arkadaşlık etme niyetindedir. Amaçları bellidir ki ülkemizi karanlık politikalara hapsetmek için gençliği kendilerine bir araç olarak kullanmaktır. Gençlik içinde kendilerine alan bulabilmelerinin nedeni ise ilericilik, laiklik mücadelesi verenlerin, gençlik üzerinde kapsama sorununun varlığıdır. Gençlik bu ve buna benzer sorunlara karşı bir araya gelmeli ve örgütlü bir mücadele vererek boş alanlar bırakmamalıdır.
Gençliğe düşman kesilenler ve yandaşları, “okumuş” kitlenin sırt çevirmesini kendilerine yediremeyip gençliği önemsizleştirme, yok sayma politikasına dört elle sarılmışlar ve buradan siyaset yapmaya koyulmuşlardır. İstibdat rejimi, bizlere ll. Abdülhamid’in tıbbiyelilere karşı olan öfkesinin mirasçısı olduğunu her gün göstermektedir. Ancak gençliğin veya sözü geçen hekimlerin, mühendislerin her daim bu tür politikalara sırt çevirecekleri ve hiçbir zaman “padişahım çok yaşa” demeyecekleri de yine tarihe bakarak iyi bilinmelidir.
Ülkemizde bütün yurttaşların iyi bildiği ve etkilendiği ekonomik krizin nedeni olan sermaye sınıfının bir kanadını da holdingleşen tarikatlar oluşturmaktadır. Bu tür yapılanmaların ve onlara kol kanat geren hükümet politikalarının götürüleri (tarikat yurtlarında taciz, intihar vb.) göz önündeyken ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sermayedarların çıkarlarına yönelik paralel açıklamaları göstermektedir ki memleketin asıl ihtiyacı bunların dağıtılması ve kökünün kazınmasıdır.
İhtiyaç adı altında öne sürülen amaçları hayata geçirebilmek için kullanılacak olan yöntem eğitimdir. Yazının başında belirttiğimiz gibi ülkemiz imam hatiplerle, tarikatlarla ve dini vakıflarla donatılmış, ihtiyaç olunan meslek dalları buralardan giderilmeye çalışılmaktadır. Bu da ülkemizde “adam seçme” yoluyla adaletsizliğe ve eşitsizliğe neden olmaktadır. Okullarda din ve ahlak değerlerini birbirinden ayıramayacak bir bilinçle tek bir ders halinde öğrenciye dayatarak, eğitim gibi toplumun cinsiyet fark etmeksizin en ortak ve en temel yapıtaşlarından biri tasfiye edilmiştir. Eğitim, gericilik üzerinden değil ilerici bilimsel eğitim üzerinden inşa edilmelidir. Bu da ancak laikliğin temel alınmasıyla gerçekleştirilebilir. Müfredat her konusuyla bilimden beslenmeli ve tekrardan oluşturulmalıdır. Eğitimi gerçek amacına ancak bu şekilde ulaşılabilir.