Pekünlü Dosyası

Rennan Pekünlü aynı zamanda, her profesörün olması gereken ama çok az bir kısmının olabildiği, gerçek bir aydındır. Ülke ve toplum sorunları konusunda düşünür, üretir, yazar ve çevirir. İşi bu noktada da bırakmaz, gereğini yapar. Türban konusunu da görmemezlikten gelmemesi aydın olmanın, “başka türlü yapamamanın” bir sonucudur. Bu tavrı aydınlanmacı olmasının ve hurafelerle mücadelesinin bir parçasıdır.

Televizyonda deprem görüntüleri var ve ben yazı hazırlıyorum. Sürekli izlemesem de bir türlü kapatamıyorum televizyonu. Bu gerçekten çok güç bir iş; yazının başındayım ama pek de ilerlediğini söyleyemem. Derken, ‘Allahuekber’ sesiyle irkiliyorum. Ne oluyor? Ses televizyondan geliyor; giysilerinin sırtında AFAD yazan, sanırım görevliler, bir enkazın üstündeler, bir kişiyi kurtarmışlar ve   haykırıyorlar: ‘Allahuekber’.  Ne ilgisi varsa? Eğer kurtaran tanrıysa, yıkan kim? Sonra haberler: bir kuran kursunda çocukları değil de para kasasını kurtarmaya çalışan görevliler, enkaz altından sesi gelen insanları bırakıp tarikat şeyhini kurtarmaya gidenler…Umarım bu haberler doğru değildir ama aynı mantıkla olanları kadere bağlayanları duydum: “Her şerde bir hayır vardır, her zorlukta bir kolaylık vardır, rabbim ne derse o olur” (1) Ve YÖK; depremzedelere yardımcı olacak ilahiyatçı aranıyor. (2) Laik bir ülkede değil miyiz? Biz ne zaman böyle bir ülke olduk?

Elbette bir günde olmadı bunlar, yıllar içerisinde yavaş yavaş ama önemli kilometre taşlarından atlayarak geldiler. İşte bunlardan bir tanesi Pekünlü davasıydı. Yakınlarda, Murat Fatih Ülkü’nün hazırladığı Pekünlü Dosyası isimli kitap Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıktı. Eminim bu satırları okuyan herkesin yakından bildiği süreci yine de özetlemekte yarar var: Prof. Dr. Rennan Pekünlü, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünde öğretim üyesi iken, geçerli yasaları uygulayıp türbanlı öğrencileri uyardığı için mahkûm olup dört ay hapis yatmıştı. Olay sırasında türbanla üniversiteye girilemeyeceğini söyleyen Anayasa Mahkemesi kararı vardı. Rektörlük bu karara atıfla yaptığı uyarıyı üniversitenin çeşitli yerlerine asmıştı (kitapta fotoğrafı var). Ayrıca YÖK talimatıyla tüm öğretim üyelerine ‘türbanla derse girmek isteyen öğrencileri dışarıya çıkmaları konusunda uyarın, çıkmazlarsa durumu bir tutanakla dekanlığa bildirin’ denmişti. O sıralarda ben de Dokuz Eylül Üniversitesindeydim ve bize de aynı talimat gelmişti. Yani uygulama bu yöndeydi. Sonrasında aralarında dönemin Ege Üniversitesi Rektörü Candeğer Yılmaz’ın, Fen Fakültesi Dekanı Nadide Kazancı’nın, hapis kararını veren yargıç Yahya Kesim’in (sonradan FETÖ davasında hapis cezası aldı), olağan koşullarda yıllar bulan süreci 17 (yazıyla on yedi) güne indirerek kararın onaylanmasını isteyen Yargıtay savcısının, kitapta okuyacağınız provokasyonda yer alan sivil polisin ve daha birçoğunun iş birliği ile Rennan Pekünlü cezaevine yollandı. Üstelik şikayetçi olan eğitim haklarının engellendiğini söyleyen öğrencilerin devamsızlığı olmadığı resmi kayıtlarda yer alırken!

Kitabın yazarı, aynı zamanda davanın avukatı olan Ülkü’nün sözleriyle, “Öyle bir davaydı ki, üniversiteyi, hukuku, yargıyı, Cumhuriyet devrimini, laikliği yakından ilgilendirdiği gibi; Türkiye’nin muhafazakarlaşmasında ve laiklik ilkesinin yıpratılmasında kilometre taşlarından biri oldu.” Elbette doğrudan bağlantı kurulamaz ama yazının başında anlattığım noktaya Pekünlü davası ve benzerlerine yeterli tepki gösterilemediği için gelindiğinden kuşkum yok.

Üniversitelerde türban konusunun özel bir önemi vardır. Gerici ideolojiyi toplumsallaştırmanın, toplumdaki gerici doku ile buluşturmanın araçlarından biri olarak türban gündeme getirilmiştir. Türban aracılığıyla aslında toplumsal yaşantının ve siyasetin din kuralları tarafından belirlenmemesinin dindarlar için bir mağduriyet olduğu ispatlanmaya çalışılmaktaydı. Tersinden söylemek gerekirse siyaseti ve toplumsal hayatı belirlemek isteyen dinci gericilik kamusal alandaki dini sembol yasaklarını mağduriyet olarak sunmak istemişti. Türbanla geleneksel örtünme biçimlerini ayıran mesele budur. (3)AKP, kadını örterse, yoksulluğun yarısını gizleyecek; öbür yarısı da kadınların köleleştiği bir dünyada aptallaşacacağı besbelli(4) idi.

Şimdi akla şu soru gelecektir: ‘Madem o dönem türbanlıları uyaran tek öğretim üyesi Pekünlü değildi, o zaman neden o hedef seçildi?’ Yıllar önceki bir yazımda bu soruyu şöyle yanıtlamıştım: Öncelikle söylemek gerekir ki, Rennan Pekünlü alanında önde gelen bilim insanlarından birisidir. Konu dışı birisi olarak bunu değerlendirmek bana düşmeyebilir ama basit bir karşılaştırmalı “scientometric” araştırma en azından üretim niceliği ve değini sayısına bağlı nitelik bağlamında Türkiye’de astronomi alnında ön sıralarda yer aldığını gösterecektir.  Ayrıca Pekünlü iyi bir öğretmendir de. Bunu sadece kendisinden ders alan öğrencileri için değil, tüm toplum için söylüyorum. Örneğin ben kendisinden çok şey öğrendim. Benim gibi çok sayıda kişinin evrenin evrimi kavramını ilk kez ondan duyduğu kanısındayım. Popüler bilim dergilerine yazdığı makalelerle, bıkmadan usanmadan bunu hepimize öğrettiğini düşünüyorum.

Rennan Pekünlü aynı zamanda, her profesörün olması gereken ama çok az bir kısmının olabildiği, gerçek bir aydındır. Ülke ve toplum sorunları konusunda düşünür, üretir, yazar ve çevirir. İşi bu noktada da bırakmaz, gereğini yapar. Türban konusunu da görmemezlikten gelmemesi aydın olmanın, “başka türlü yapamamanın” bir sonucudur. Bu tavrı aydınlanmacı olmasının ve hurafelerle mücadelesinin bir parçasıdır.

Pekünlü’yü hedef yapan son bir özelliği de alçak gönüllülüğüdür. Tüm olumlu niteliklerine karşın asla ön planda olmayı sevmeyen bir yapısı vardır. Bu özelliği ile diğer öğretim üyelerinin kolayca empati yapmasına olanak sağlamakta, “benim de başıma gelebilir” korkusu yaratmaktadır. (5) Yani Pekünlü değil, Türkiye akademisi demir parmaklıklar arkasına konmuştu aslında.

Rennan Pekünlü, cezaevinden yazdığı bir yazıda, “günümüzde ister Türkiye’de ister dünyanın herhangi bir köşesinde olsun laiklerle dinciler arasında süregelen savaşımlar özünde sınıf savaşımlarıdır.” (6) demişti. Gerçekten de durum budur ve üstelik karşıdaki cephe, Pekünlü davasında gericilerle beraber tavır alan sol liberalleri de kapsamaktadır.

Pekünlü Dosyası bana bunları düşündürdü. Bunun için Murat Fatih Ülkü’ye teşekkürler. Bana kalırsa bu kitap kesinlikle okunmalı; madem zamanında yeterince sahip çıkılamadı, bari şimdi unutturulmamalı.

(1)https://gazetemanifesto.com/2023/fatma-sahinden-depremzedeye-her-serde-bir-hayir-vardir-rabbim-ne-derse-o-olur-505903/

(2)https://gazetemanifesto.com/2023/yok-depremzedelere-manevi-destek-verecek-ilahiyatci-araniyor-506088/

(3) TKP’li Öğrenciler. Türban Neyi Örtüyor? 2010-2011.

(4) Okuyan, K. Bu işin sonu 1789, olmadı 1917. soL 19:25, 2014.

(5) Günal İ. Üniversitelerde gericileşme ve Rennan Pekünlü olayı. Aratos 81: 30-6, 2017.

(6) www.aydinlik.com.tr/laiklik-ve-dinsel-sinif-savaslari