Rahat yaşamak uğruna, gerçeği mezara mı götürelim?

Yakın geçmişe gittiğimizde, bugün ölüm yıldönümü olan, ilericilik-gericilik kavgasının apaçık örneklerinden biri olan Turan Dursun'un yaşadıkları, bizler için bu tartışmaların başını çekiyor. Çünkü onun yaşamı ilericilik kavgasının bir kavram çekişmesinden öte, bir gelecek kavgası olduğunu, bir ölüm-kalım meselesi olduğunu göstermiştir. Yoksa Turan Dursun, bir müftü olarak geçirdiği yaşamını rahatça devam ettirebilir, gerçeği mezara götürebilirdi; fakat bunu tercih etmedi.

Rahat yaşamak uğruna, gerçeği mezara mı götürelim?

Arjin Avcı

Bugün Türkiye’de “ilericilik-gericilik”ten söz ettiğimizde bir kavram tartışmasından ileriye gidemediğimiz bariz bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Oysaki Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda kimi isimlerin, kimi cemaatlerin, tarikatların, partilerin; bugün palazlandırılan gericiliğe nasıl yol açtığı görülecektir.

Tarikatlar artık köy kuracak hâle gelmiş, cemaatler sermaye sınıfının ve devletin bir parçası hâline gelmiştir. Fakat buna rağmen ilericilik-gericilik tartışması geçmişte kalması gereken tartışmalar olarak ele alınmıştır ve böyle ele alınmaya devam ediyor.

Bugün gençlik tarikatlara mecbur bırakılıyorsa, karma eğitim tartışılıyorsa, din dersleri hâlâ dayatılmaya çalışılıyorsa, yurttaşlar hâlâ tebaa olarak görülüyorsa ve yaşam tarzı hâlâ bir müdahale alanı olarak görülüyorsa, kadınları fetvalara sığdırmaya çalışıyorlarsa ve en somut örnek olarak AKP yetmezmiş gibi HÜDA-PAR ve Yeniden Refah Meclis’te yer alıyorsa, bu tartışmaların yeniden verilmesinin gerektiğini söylemek gerekiyor.

Yakın geçmişe gittiğimizde, bugün ölüm yıldönümü olan, ilericilik-gericilik kavgasının apaçık örneklerinden biri olan Turan Dursun’un yaşadıkları, bizler için bu tartışmaların başını çekiyor. Çünkü onun yaşamı ilericilik kavgasının bir kavram çekişmesinden öte, bir gelecek kavgası olduğunu, bir ölüm-kalım meselesi olduğunu göstermiştir. Yoksa Turan Dursun, bir müftü olarak geçirdiği yaşamını rahatça devam ettirebilir, gerçeği mezara götürebilirdi; fakat bunu tercih etmedi.

Hedef alınması ve 4 Eylül 1990’da öldürülmesi tam da bu yüzdendi. Türkiye’nin geleceğinin belirlenmesinde iki yol vardı. O, ne ortada ne de içinde büyüdüğü gericilerin safında yer aldı. Ortada olmak, gerici zihniyete alan açmak demekti. İlericiliğin ve laikliğin bu halk için kritik bir konumda olduğunun bilincindeydi ve kalemini bu yolda ilerlemek için kullandı.

’80’lere gelmeden olan Maraş, Çorum katliamları; 12 Eylül sonrası güç toplayan siyasal islamcı ideoloji ve sonrasında gerçekleşen Sivas Katliamı, Gazi Mahallesi katliamı, Uğur Mumcu’nun katledilmesi, Bahriye Üçok’un katledilmesi, Turan Dursun’un tam da işaret etmek istediği gibi ölüm-kalım savaşıydı.

Tam da bu noktada bugün Turan Dursun’u anlatmaktan çok, işaret ettiği irtica olgusunu gündemden düşürmemek onun anısına sahip çıkmak anlamına gelecektir. İrtica ne burjuva cumhuriyetinin yarattığı bir heyula ne de sınıf merkezli anlayıştan koparan bir durumdur. Aksine karşısına konulan laiklikle sınıfsal aidiyetini kazanır ve emekçi halkı yetinme, şükretme, kul ve tebaa olma çemberinden çıkarır. Bugün bunun mücadelesini kesintisiz ve çelişkisiz verebilecek tek güç de bu ülkenin solcuları, sosyalistleridir. Ne bu düzenin muhalefeti ne liberali bu durumdan rahatsızdır. Aksine bir yarış içerisine girerek kendilerine meşru bir alan yaratmaktadırlar.

Bugüne kadar düzenin sıkıştığında geliştirdiği çeşitli ittifak ve 2010-2013 “demokratikleşme” süreçlerinde görülebildiği gibi Türkiye sermaye sınıfının gericilikle hiçbir zaman hesaplaşmaya girmediği, aksine danışıklı bir dövüş içinde olduğu ve bundan çoğu sol, sosyalist, aydın kesimin ders çıkarmadığı görülmektedir; fakat artık bu hava tersine döndürülebilir, bu ilerici birikime sahip çıkılabilir. Biz de Turan Dursun gibi: “Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım?” sözünü hatırlamakla başlayabiliriz.

Aydınlanma mücadelesi daima yeni neferlerini bulur, saflarını yeniden sıklaştırır.
Nasıl ki 4 Eylül 1990’da Turan Dursun’un katledilmesiyle bu mücadelesi bitmediyse, aydınlanma savaşçıları her daim bu topraklarda mücadele edecek, karanlığı savunanlar ise aynı Turan Dursun’un katilleri gibi kaçacak delik arayacaklardır.