Seçimlerden sonra akademi
Gerek Erdoğan’a gerekse Kılıçdaroğlu’na ulaşıp rektör olarak atanmak için uğraşanlar olduğu biliniyor. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi halinde tüm rektörlerin görev süreleri dolmuş olacağı için, o tarafa yanaşmaya çalışanlar daha fazla.
Seçimlerden sonra üniversitelerin hali ne olacak sorusu yaygın olarak konuşuluyor akademik çevrelerde. Konuşuluyor derken, sakın aklınıza ‘nasıl bilimsel düzey yükseltilebilir’, ‘eğitimde uluslararası ölçütler nasıl yakalanabilir’ gibi konular gelmesin; en çok konuşulan kimin rektör olacağı. Elbette genel umutsuzluk, akademiden artık bir şey olmayacağı düşüncesi bunda etkili olabilir ama o zaman kimin rektör olacağının da ne önemi var ki?
Gerek Erdoğan’a gerekse Kılıçdaroğlu’na ulaşıp rektör olarak atanmak için uğraşanlar olduğu biliniyor. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi halinde tüm rektörlerin görev süreleri dolmuş olacağı için, o tarafa yanaşmaya çalışanlar daha fazla. O kadar ilginç ki, aynı ekip içerisinden farklı kişiler iki taraftan birine oynuyor. Bu gece kimin cumhurbaşkanı olacağı kesinleşeceğine göre, en azından yarın hedef de daralacaktır.
Açıkçası bu koşullarda akademide olumlu bir gelişme olmasını gerektiren bir neden görünmüyor. AKP döneminde Türkiye üniversite sisteminin ne denli geriye gittiğini anlatmaya gerek yok zaten. Tüm akademik kalite parametrelerinde geriliyoruz. Bilim üretimi, eğitim kalitesi, demokratik yönetim, bilimsel özerklik vs. akla gelebilecek bütün parametreler için geçerlidir bu söylediğim.
Peki, Kılıçdaroğlu kazanırsa ne olacak? Doğrusu bilmiyoruz. Elimizdeki tek veri, altılı masa mutabakat metninden okuyabildiklerimiz: “Türk bilim dünyasının kaybettirilen ulusal yetkinliğini ve uluslararası saygınlığını, cumhuriyetimizin kuruluşundaki bilimsel atılım felsefesine uygun şekilde yeniden tesis edecek, Türkiye’yi bilimsel ve teknolojik bir cazibe merkezi haline getireceğiz” gibi genel ifadeleri bir tarafa koyarsak somut adım olarak şunları çıkartabiliyorum metinden:
“-YÖK kaldırılacak.
-Yükseköğrenim kurumlarının özerkliği güvence altına alınacak, yönetim ve denetimlerinin öğretim üyelerinin aralarından seçimle oluşturdukları organlar eliyle gerçekleştirilmesi sağlanacak.
-Akademisyenlerin özlük haklarında ve gelirlerinde iyileştirmeler yapılacak.
-Yüksek lisans ve doktora programlarına devam eden öğrencilere araştırma desteği ve burs desteği sağlanacak.
-Yükseköğrenime bütçeden daha fazla kaynak tahsis edilecek.
-Her şehre bir üniversite açma anlayışı değiştirilecek.” (1)
Öncelikle son madde üzerinde durayım. Bu konuda yapılacak bir şey kalmadı, zaten her kentte en az bir üniversite var. Yakın dönemde il olma olasılığı olan ilçelerde bile. Yani, son maddeyi saymamak gerek.
Diğer maddelere bakıldığında ise, daha fazla bütçe ayrılacağı, sınırları belirsiz olmakla birlikte özerklik olacağı, özlük haklarının düzeltileceği belirtiliyor. Peki bir düşünün, bunların hepsi yerine getirilse bile ne olur? Bence öğretim üyeleri kendilerini biraz daha iyi hisseder o kadar; fazlası olmaz.
Daha önce defalarca yazdım, üniversitelerin bir yere gelebilmeleri için ön koşul, tek koşul, ne derseniz deyin, öğretim üyesi kalitesidir. Bilimsel araştırmada önemli olan, fiziksel olanaklardan önce, insandır. Bilgili ve yaratıcı insan gücü varsa, basit cihaz ve aletlerle de çok iyi araştırmalar yapılabilir. Görüyoruz ki son kırk yıl içerisinde, 12 Eylül darbesinden bu yana, öğretim üyesi kalitesi tümüyle ayaklar altına alındı, bilimsel düşünen, üreten, entelektüel akademisyen kitlesi bütünüyle tasfiye edildi. Akademik kadrolar bilimsel olmayan ölçütlere göre dağıtıldı. Tam da bu nedenle işe buradan başlanılmazsa, hiçbir çaba gerçek anlamda bir üniversite yaratmaya yetmeyecektir.
Bir örnek vermek gerekirse, 1950’li yıllarda ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü kurulurken şu kararlar alınmıştı:
“-Öğretim üyesi seçiminde titiz davranılacaktır.
-Yapılan araştırmaların yüzde altmışı temel, yüzde kırkı uygulamalı olacaktır.
-Öğretim üyesi öğrenci arasına duvar örülmesine izin verilmeyecektir.
-Öğretim üyeleri arasında hiyerarşi oluşmasına izin verilmeyecektir. Yetki ve sorumluluk açısından aralarında fark olmayacaktır.
-Inbreeding (içbesleme, doktora yapılan yerde kariyere devam etme) engellenecektir.
-Öğretim üyeleri, unvanı ne olursa olsun araştırmalarında, düşünce ve görüşlerini açıklamada özgür olacaktır.” (2)
İnşaat Mühendisliği için hazırlanan bu strateji, sonrasında tüm mühendisliklerde uygulanmış ve kısa sürede ODTÜ, belirlenen çağdaş eğitim ve bilim hedeflerine ulaşabilmişti. Dikkat edilirse, temel araştırmalara ağırlık verilmesi dışında tüm önlemler insana yöneliktir.
Gerçekten de akademi, akademisyenler üzerine kurulur; tarihte bütün üniversite reformları öğretim üyesi kalitesine yönelik yapılmıştır. ABD’de, Sovyetler Birliği’nde, 1933 Türkiye’sinde hep böyle olmuştu. Resmi verilere göre 2022-2023 eğitim öğretim yılında toplam 184.566 öğretim elemanı (3) bulunuyor Türkiye’de. Bu koşullar altında basit önlemlerle veya kendi kendine düzelmesi beklenemez. Geçenlerde yazdığım gibi tek çözüm görüyorum: “Önce tüm öğretim üyelerinin akademik unvanlarından sıyrılıp; sonra evrensel ölçütlere göre yeniden unvan alması. İkinci olarak üniversite çalışanlarının tümü tamgün yasası içerisine alınmalı, akademisyenlerin tüm zamanlarını üniversite içerisinde geçirmeleri sağlanmalıdır. Dışarıda gelir getirici işlerden uzak tutulmalıdır öğretim üyeleri.” (4)
Görünen o ki, sık sık tekrar etmem gerekecek. Seçim sonucu akademiyi pek etkilemeyecek gibi.
(1)https://www.evrensel.net/haber/480680/altili-masa-ortak-politikalar-mutabakat-metnini-acikladi
(2)Ersoy U. Bozkırı Yeşertenler 2. ODTÜ Yay., 2015.
(3)https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2023/yuksekogretimde-yeni istatistikler.aspx#:~:text=%C3%96%C4%9Fretim%20eleman%C4%B1%20say%C4%B1s%C4%B1,si%20v
ak%C4%B1f%20meslek%20y%C3%BCksekokullar%C4%B1nda%20bulunuyor. (4)https://gazetemanifesto.com/2022/kisa-donemde-akademi-duzeltilebilir-mi-496453/