Sevgi Soysal: Yaşamın peşinde bir kadın
Soysal’ın aydın sıfatını hak edişinin ardında yatan da şüphesiz elinin kalem tutuyor oluşu değil, kişilerin iç dünyalarına sıkışmadan, yaşamı toplumsallığın içinde arama ve kavrama çabasıdır.
Sevgi Soysal 22 Kasım 1976 tarihinde aramızdan ayrıldı. Ölümünün 46. yılında hatırlıyor ve saygıyla anıyoruz.
Rahatı uğruna suya sabuna dokunmayan değil; hayatı anlamayı kendine dert edinmiş bir aydının portresini sunar Sevgi Soysal. Edebi kişiliği ve eserlerinde öne çıkan kadın karakterlerin iç sesleri, yaptıkları tartışmalar ve deneyimleri ayrı ve uzun yazıların konusu olmayı hak eder. Ancak biz ölümünün 47. yılında onu, 12 Mart döneminde yaşadığı tutukluluğundan anılarını yazdığı Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’ndan bir alıntıyla tanıyacağız. Kendine çizilene razı gelmeyen, gündeliğin içerisinde kaybolmayı reddederken kendini ve yaşamı tanımayı seçen Soysal’ın kadınları, Yıldırım Bölge’nin devrimci kadınları gibi eşitsizlik ve türlü baskıyla çevrelenmiş olsa da “toplumsal” bağların farkında olmayı yitirmemiş gerçek kadınlardır.
Soysal’ın aydın sıfatını hak edişinin ardında yatan da şüphesiz elinin kalem tutuyor oluşu değil, kişilerin iç dünyalarına sıkışmadan, yaşamı toplumsallığın içinde arama ve kavrama çabasıdır. Onun birçoklarından ayırılmasındaki sebeplerden biri de budur. Doğrusunu da yanlışını da kendi seçen kadınlardır Soysal’ın kadınları. Onları özgür kılan, çevrelerindeki tüm kuşatılmışlığa rağmen onları çağıran hayatların peşine atılmalarıdır. Hayatı ezkaza yaşamayı içine sindiremeyen Ela’nın hikayesi Yürümek’ten, en kuşatılmış dönemlerde, dört duvar içindeyken bile kendine dayatılana razı olmayanları anlattığı Yıldırım Bölge’ye kadar özgür kadınların anlatıcısıdır Soysal.
Anlattıkları öyle gerçektir ki kovuşturmalara, soruşturmalara, baskılara layık görülür ve 12 Mart döneminde tutuklanarak Yıldırım Bölge’ye gönderilir, cezaevi çok kısa sürede askeri rejim altına girer ve bütün tutukluların er sayıldığı, işkencenin, baskının ve türlü yıpratma çabalarının hiç eksik olmadığı bu yerde emir-komuta zinciri içinde her söyleneni yapmak ona ve Yıldırım Bölgeye politik sebeplerle “yolu düşen” kadınlar için kabul edilemezdir. Dışarıda reva görülene nasıl razı olmadılarsa içeride de aynısında ısrar ederler. Sayım için sabah erken kalkılması isteniyorsa postal zorunu beklemeden, kendileri isterse daha da erken kalkarlar; temizlik isteniyorsa koğuşları zaten temizdir, düşündükleri uğruna cezalandırıldıkları bu yerde kendilerine iş buyurulmasına müsaade etmemek de onlar için bir direnme biçimi olmuştur. Cezaların ve işkencelerin durmadan yağdığı Yıldırım Bölge’de düzen diye yutturulmaya çalışılan kuşatmayı zekice delmenin yolunu da bulmuşlardır. İşte bütün bu anlatı yalnızca Sevgi Soysal’ın kaleminin marifeti değil, hayatı dinamik kavrayışının da ürünüdür: “Biz, böyle rahatız komutanım!”.
“Albay, herkesin hazrol durduğuna emin olduktan sonra, gönlü olmuşçasına komut veriyor.
‘Rahat!’
Ama kimse bozmuyor durumunu.
Herkes, yine hazrol durumunda, taş gibi.
‘Rahat!’
Albayın sesi babacanlığını yitiyor. Sinirlendiği belli. Havalandırma avlusunda, kadın tutuklu heykelleri dizilmiş sanki. Bu görünüm rahatsız ediyor onu. Albay önümde dikilip bağırıyor:
‘Rahat, dedim sözcü, rahat, dedim.’
İyice sakin bir sesle cevap veriyorum albaya.
‘Biz, böyle rahatız komutanım!’ ”