Sosyalist Cumhuriyet takvimi
Cumhuriyet takvimi (1793), Fransız takvimindeki tüm kralcı ve Hıristiyan unsurların kaldırılması ve bunların yerini doğal motiflerin alması için tasarlandı. Tarihin akışını değiştirme bilinci devrimci sınıflara mahsustur; elbette bu ülkenin emekçileri kendi zamanını yaratacaklar, kendi Sosyalist Cumhuriyet takvimlerini yapacaklardır.
“Eğer yaşarsak,
Kralların üstüne basıp geçmek için yaşayacağız”
IV. Henry – William Shakespeare
Temmuz 1830 devriminin birçok nedeni ve birçok aktörü olsa da, aynı zamanda bir halk ve işçi sınıfı hareketiydi. Üç gün (27, 28 ve 29 Temmuz) boyunca, X. Charles’ın saltanatının sona ermesini ve Restorasyon’u hızlandıran, zanaatkârlar, esnaf, mevsimlik işçiler, dışlanmışlar ve işsizlerden oluşan Paris halkının ayaklanmasıydı. Ancak Louis-Philippe’in tahta çıkması ve Temmuz Monarşisi’nin (1830-1848) kurulması, radikal isyancıların siyasi ve toplumsal taleplerine yanıt vermeyerek devrime kendi çıkarları için el koymayı başaran burjuvazinin zaferi olarak görüldü. İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları bu dönemde iyileşmedi. Hareketler, grevler ve ayaklanmalar 1830’larda çoğaldı, ancak rejim 1848 devrimine kadar korundu.
İkinci Cumhuriyet’in kurulmasına yol açan hareketin başarısında bir kez daha işçiler ve proleterler belirleyici bir rol oynadı. Baskı, bu devrimin ardından, işçiler için siyasi tereddüt ve çelişki, belirsizlik ve acı dolu bir dönemde yapıldı: Zafer kazanmış olsalar da taleplerinin egemen sınıf tarafından bir kez daha unutulacağından endişe ediyorlardı.
Marsilya ve çevresinde olduğu gibi Almanya, İtalya ve Avusturya’da da yoksulluk, sömürü ve kıtlığa karşı isyanlar yaşandı. Bunlar aslında Paris’ten Varşova’ya, Berlin’den Roma’ya kadar tüm Avrupa’yı sarsacak 1848 devrimlerinin başlangıcıdır. Fransa’da bu, Şubat 1848’deki burjuva devrimi olacak, ardından Haziran 1848’deki proleter devrimi olacaktır; türünün ilki, ama sonuncusu değildir.
Şubat 1848’de işçiler ve liberal burjuvalar Kral Louis-Philippe’e karşı birleşti. 25 Şubat’ta yeni bir rejim ilan edildi: İkinci Cumhuriyet.
Hiçbir şey, 1848 günlerinin resimlerine bakıldığında, barikatlarda kızıl bayrak ile üç renkli bayrağı yan yana görmekten daha çarpıcı değildir. Bu, demokratik cumhuriyetçiler ile sosyalist cumhuriyetçiler, burjuvalar ile proleterler arasında son yirmi yıldır giderek daha da uyumsuz hale gelen eğilimlerin somut bir ifadesi gibidir.
Ne var ki, 1848’deki burjuva devrimi liderlerinden biri olan Alphonse de Lamartine, 1793 terörünün ve aynı zamanda yükselen sosyalizmin simgesi olan kızıl bayrağı reddedecek ve üç renkli bayrağı (mavi, beyaz ve kırmızı) seçecektir. On dokuzuncu yüzyılda kızıl bayrak, muhafazakâr olduğu düşünülen hükümetlere karşı isyan eden halkın bayrağı haline geldi. Örneğin Paris ve Lyon’da 1830, 1832 ve 1848 barikatlarında, toplumsal eşitsizliğe karşı mücadelenin bir amblemi olarak dalgalandı.
1848 Şubatında halk, toplumsal mücadelelerin amblemi olan kızıl bayrağı talep etti, bu kez artık üç renkli bayrağı istemiyor, devrimci kızıl bayrağı talep ediyorlardı. Belediye binasının balkonunda, şair ve İkinci Cumhuriyet’in geçici hükümetinin üyesi Alphonse de Lamartine, üç rengi savunuyordu. “Elim bu kararnameyi asla imzalamayacak. Ben bu kan bayrağını ölene kadar reddedeceğim ve siz de bunu benden daha çok reddetmelisiniz, çünkü bize getirdiğiniz kızıl bayrak, 1791 ve 1793’te halkın kanına bulaşan Champ de Mars’ı yalnızca daire içine aldı.
Üç renkli bayrak, vatanın adı, şanı ve özgürlüğüyle tüm dünyaya yayıldı!” Bu konuşmadan birkaç ay sonra burjuva cumhuriyeti Haziran 1848’de binlerce Parisli (öldürülen isyancıların sayısının 3.000 ila 5.000 kişi arasında olduğu, ayrıca yaklaşık 1.500 kişinin de yargılanmadan vurulduğu tahmin ediliyor) işçiyi katletti. Fransız proletaryası özellikle, 1848 Haziranında devrimci partisi olmadığı için yenilmişti (Marx, Engels, ve Lenin 1977, 12).
1871’de cennetin fethine çıkan Paris
Şüphe yok ki, Fransa’da 18 Mart ile 28 Mayıs 1871 arasında yaşanan “iç savaş”, (Paris Komünü) Bay Thiers’in yönettiği burjuvaziyle işçileri karşı karşıya getiren bir sınıf savaşıydı.
Paris Komünü, 18 Mart – 28 Mayıs 1871 tarihleri arasında Fransız hükümetine karşı Paris’te gerçekleşen ayaklanmaydı. Fransa’nın Fransız-Alman Savaşı’ndaki yenilgisi ve III. Napolyon’un İkinci İmparatorluğu’nun (1852-70) çöküşünün ardından gerçekleşti.
Bu ayaklanma, hızlı demografik büyümenin ortasında işçi kentine dönüşen Paris’te doğdu (1866’da 1.799.980 nüfusun %57’si geçimini sanayi işlerinden, %12’si ise ticari işlerden sağlıyordu). Grev üstüne grevlerle 1864’te grev hakkının tanınmasını sağlayan işçi sınıfının yükselen bilincini ortaya koyan ve giderek daha şiddetli bir işçi hareketi şekilleniyordu. Aynı dönemde Londra’da Birinci Enternasyonal kuruldu.
Komün, faaliyetlerine toplumsal bir nitelik kazandırma arzusunu emek alanında göstermiş ve öncü olmuştur. Çalışma, Sanayi ve Ticaret Komitesi’ne bir Marksist olan Léo Frankel’i atadı. Küçük burjuvazinin ve işçi sınıfının çıkarlarını savunmak için bir dizi sosyal önlem alındı: Kambiyo senetleri ve kiralar üzerinde borç erteleme, fırıncılar için gece çalışmasının kaldırılması, para cezalarının ve ücretlerden kesintilerin kaldırılması, istihdam bürolarının kaldırılması ve 10 saatlik iş gününün getirilmesi… Komün, “Fransa’nın servetine dokunmaya cesaret edemeyerek” Fransa Bankası’nı kamulaştırmaktan vazgeçen, son derece dürüst bir muhasebeci olan François Jourde’u Maliye Bakanlığı’na getirdi.
Eğitim alanında Komün güçlü bir şekilde harekete geçti. Édouard Vaillant başkanlığındaki Eğitim Komisyonu, Komün’ün ruhban karşıtı duruşuna uygun olarak (dini hizmetler için bütçenin kaldırılması ve Kilise ile Devletin ayrılması, dini cemaatlere ait mülklerin ulusal mülkiyete dönüştürülmesi) esasen laik, zorunlu ve ücretsiz bir eğitim sistemi kurdu. Belediyeler genç kızlar için meslek okulları kurmaya davet edilerek ilköğretim ve mesleki eğitim reformu başlatıldı.
Thiers’in birliklerinin Parislilere yönelik katliamlarına karşılık olarak Komünarlar, aralarında Paris Başpiskoposu Monseigneur Darboy’un da bulunduğu 52 rehineyi kurşuna dizdi. 27 Mayıs’ta son çatışma 200 Komünarın sığındığı Père-Lachaise mezarlığında meydana geldi. Cephaneleri tükenen Komünarlar kendilerini bıçaklarla, süngülerle savundular, sonunda yenilgiye uğratıldılar. 21-28 Mayıs tarihleri arasındaki hafta “Kanlı Hafta” olarak anılmaya başlandı. Takip eden günlerde, askeri mahkemeler insanları ölüm cezasına çarptırmaya devam etti.
Engels’sin vurguladığı gibi “Proletarya kendi öz çıkarları ve kendi öz istemleri ile ayrı bir sınıf olarak onun karşısına çıkma cüretinde bulunur bulunmaz, burjuvazi öç almada hangi çılgınca yırtıcılığa kadar yükselebileceğini ilk kez gösteriyordu. Ve gene de 1848, 1871 burjuvazisinin kudurganlığı karşısında henüz bir çocuk oyunundan başka bir şey olmadı.1871’de cennetin fethine çıkan komünarların savaşı geleceğe dersler aktaran müthiş bir deneyimdi.”
Zamanı yeniden bulmak
Kapitalizmin egemenlik biçimlerinden biri de insanların zaman tarafından tahakküm altına alınmış olmasıdır. Kendi zamanına sahip olmak burjuvalara,o aylak sınıfa özgüdür. Emekçiler için ise zaman, derinliği olmayan bir an, hissedilemeyen, var olmayan bir andır;olaylar “homojen ve boş” bir zamanda birbiri ardına gerçekleşir. Şimdiki zaman elimizden kaçmıştır sanki…Zaman, anlamdan ve her türlü tarihsel temelden arındırılmıştır. Ama aslında bu değişmez gibi görünenzamansallık kapitalizm tarafından inşa edilmiştir. Kapitalizmde zaman, kılık değiştirerek akıp gitmekte ve tüm anlar, yeni bir şey getirmeden, öncekinden veya şimdiki süreçtenfarksızdır, hiçbir şey değişmemektedir. Geçmiş ve gelecek, en fazla şimdiyi haklı çıkarmaya hizmet eder, iradeyi ve eylemi asla harekete geçirmeyen bir soyutlamaya dönüşür.
Tarihin her anında, egemen olanlar aynı zamanda tarihsel şimdinin de efendileridir. Karl Marx, Felsefenin Sefaleti çalışmasında “Zaman her şeydir, insan hiç bir şey değildir. İnsan, nihayet, zamanın vücududur, yapı kafesidir” diyordu (Marx 1966, 57-58). Marx burada kapitalistlerce zamanın değersizleştirilmesine, insani gelişim alanı olarak zamanın tamamen tersine çevrilmesine, insanın zaman karşısında hiçliğine işaret eder. Marx için tarih şimdiydi; hiçbir nesil kendinden öncekiyle ve kendisinden sonra gelenle bağlantısız değildi.
***
Tarihin akışını parçalama bilinci, eyleme geçtikleri anda devrimci sınıflara özgü olan bilinçtir. Büyük Fransız Devrimi, yeni bir takvim yürürlüğe koymuştu. Bu takvimin başlangıcını oluşturan gün, bir hızlı çekim işlevini görür (Benjamin 2002, 46). Fransız Devrim takvimi olarak da bilinen Cumhuriyet takvimi, Fransız Devrimi (1789-1799) sırasında Eski Rejim’in kalıntılarından farklı yeni bir toplum inşa etmek amacıyla oluşturulmuştu.
İlk kez 24 Ekim1793’te uygulanan takvim, 31 Aralık 1806’ya kadar kullanımda kaldı.Cumhuriyet takvimi 1871 Paris Komünü sırasında kısa süreliğine tekrar kullanıldı. Cumhuriyet takvimi, Fransız takvimindeki tüm kralcı ve dini unsurların kaldırılması ve bunların yerini doğal ve tarımsal motiflerin alması için tasarlandı.
Devrim zamanlarında mücadele eden insanlar kendilerini eşit, özgür ve kardeş hissederler.1848 de ve 1871 de “Kralların üstüne basıp geçmek için yaşayacağız” diyenlerin zamanıydı, “kayıp zamanlardı” ve bizim geçmiş deneyimimizdi.
Tarihin sürekliliğini bozma bilinci, eylem anındaki devrimci sınıflara mahsustur; hiçbir kaçarı yok; elbette bu ülkenin emekçileri kendi zamanını yaratacaklar, kendi Sosyalist Cumhuriyet takvimlerini yapacaklardır.
Kaynakça
Benjamin, Walter. 2002. Pasajlar. Çeviren Ahmet Cemal. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Marx, Karl. 1966. Felsefenin Sefaleti M. Proudhon’un Sefaletin Felsefesine Cevap. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, Karl, Friedrich Engels, ve V.İ Lenin. 1977. Paris Komünü Üzerine. Ankara: Sol Yayınları.