Tarihi nasıl anlayacağız ve bugün yapacaklarımızı nasıl belirleyeceğiz?

Marksist-Leninistlerin ezberi olmaz. Sınıf mücadelelerinin verili durumundan bir sonuç çıkartırlar. Bu açıdan, dönüp dolaşıp beylik laflar etmekten, geçmişi şablon olarak bugüne uygulanabilir saymaktan, tarihten risaleler aramaktan vazgeçmek gerekir.

Türkiye’de sosyalist solun hal-i pür melalini açıklamak için kullanabileceğimiz atasözlerinden birisi, “Benim oğlum bina okur, döner döner bir daha okur” olabilir.

Kuşkusuz Türkiye’nin her karışındaki toplumsal mücadelelerde en zayıf olduğu dönemde dahi sosyalist solun büyük emekleri vardır. Ancak harcanan bu büyük emeğe rağmen hep başa dönüp tekrar tekrar aynı noktalara dönülüyor.

Her seçim döneminde sosyalist solun alternatif bir güç olarak öne çıkması üzerine sayfalarca fikir üretenler sonunda yeri geldiğinde “oyları bölmeyin” baskısına direnemeyerek, yeri geldiğinde “oy hakkı gasp edildiği için”, yeri geldiğinde oyları “birer birer bölüştürerek”, kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı olarak CHP’nin peşi sıra girilmesinde beis görülmez.

Ancak bununla bitmez elbette. Bunu yapanlar, bir de kalkıp seçimlerden sonra ilk önce sosyalist solun bağımsız bir odak haline gelemediğinden bahsetmez mi, insanın yanında yatası gelir…

Ama en azından şimdilik konumuz bu ikinci bölüm değil.

Tamamlanması gereken burjuva demokratik devriminden, faşizme karşı birleşik cepheye, ittifaklardan emperyalizmle mücadeleye Türkiye’de sosyalist solun gündemi hep ezberlerle dolu. Marx’ın, Engels’in, Lenin’in dönemsel analizlerini, Sovyetler Birliği’nin taktiksel hamlelerini birer şablon olarak, ezbere strateji sayarak zamandan, mekândan ve diyalektikten ari birer kategori olarak her sorulduğunda aynı cevapla karşılık veriliyor.

Bilimselliği geçelim, hiç değilse ampirik dersler çıkartmaktan dahi yoksun bir anlayış kendisini sorgulamadığı gibi sorgulanmasını da engellemeye çalışıyor.

Belki bu noktada haksızlık ettiğimiz tek nokta bunun Türkiye’ye özgü bir durum olmadığı, hemen hemen dünyanın her yerinde sosyalistlerin ve komünistlerin maalesef günümüzü anlamakta ve tarihten dersler çıkartmakta en hafif deyimle fazlasıyla tembel davrandığını söylemek lazım.

Gerçekten devrimci bir hattın ortaya çıkması, emperyalizmin rekabet ve çelişkilerinin yeniden esas olduğu ve giderek arttığı günümüzü doğru kavrayarak yeni bir devrimci dönemin açılabileceği önümüzdeki sürece sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmek için bu aktarmacılığın aşılması gerekiyor.

Tüm bunları söylerken Marksizm-Leninizm’in ilkelerinin ve yönteminin tartışmaya açılmasından bahsetmiyoruz elbette. Ama siyasal çözümlemelerin ve taktiksel yöntemlerin ilkeler yerine geçirilmemesi, stratejik olanın tekil veya taktiksel olanlarla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamaya çalışıyoruz.

*   *   *

Somut örneklerle gidelim.

Örneğin, Ekim Devrimi’nden İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya sosyalist sisteminin kurulmasına kadar Sovyetler Birliği’nin dış politikada en öncelikli önermesinin “tek sosyalist ülkeyi korumak” olduğunu unutup o dönemde uygulanmaya konulan politikaları birer emir varsaymaktan bahsedebiliriz.

Ortodoks komünist geleneğin tarihinde burjuvaziyle ittifakı içeren tek örnek olan “faşizme karşı birleşik cephe” politikasını tek sosyalist ülke Sovyetler Birliği’ni korumak için geliştirildiğini ve bu özellikleri çerçevesinde bir arızi siyaset olduğu tutarlı yegâne açıklamadır.

Peki o dönemde neden böyle bir siyaset öngörülmüştü? Çünkü sonuçta Nazi Almanyası’na karşı İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket etmek gereği, Alman saldırganlığı ve neden olduğu yıkıma karşı ABD yardımlarının değerlendirilebilmesi gibi bir dizi başlıkta doğrudan saldıran bir emperyalist odağın saldırganlığını bertaraf etmek için diğerleriyle bir ittifak zorunluydu.

Böyle bir durumda komünistlerin burjuvaziye karşı doğrudan bir tehdit oluşturması sürdürülebilir olmayacaktı. Zira iki emperyalist kutup ile aynı anda çatışmanın sonucu çok büyük olasılıkla eldeki sosyalist ülkenin de kaybedilmesinden başka bir şey olmayacaktı.

*   *   *

Bir diğer örnek ittifak meselesine gelelim.

Lenin’in tüm eserlerinde burjuva aktörleri mutlak olarak karşısına alırken işçi sınıfının burjuvazi dışında köylülük, küçük burjuvazi gibi çok çeşitli toplumsal sınıf ve katmanlarla ilişkilerini değerlendirdiği ve gerek duyulduğunda bu sınıfların temsilcisi olan siyasi partilerle ittifaka gittiği, ittifak meselesini bu sınıfsal boyutuyla birlikte ele aldığını ne kadar daha görmezden geleceğiz?

Sadece Leninizm’i bir “ittifak sanatı” sığlığında ele almaktan bahsetmemek lazım. Bu da bir sorun olmakla birlikte “sınıfsız” bir ittifak tartışmasının verdiği zararlar çok daha büyüktür. Oysa Lenin’in ittifaklara ilişkin söylediklerinin özünde belirleyici gücün mutlaka komünistler olması, burjuvaziyi temsil eden düzen güçleri ile bir uzlaşının veya düzenin çözümlerine dahil olmamak bulunur.

Sosyal demokrasi ile ittifak olmadığı gibi, onunla mücadele esastır. Herhangi bir ulusal hareket ile ittifak da söz konusu değildir. Karşı devrimci olmayan sınıflar ve onların siyasi temsilcileri ile ittifak kurulan her durumda işçi sınıfının öncülüğünün esas olduğu görülecektir.

*   *   *

Bir başka örnek ulusların kendi kaderini tayin hakkı.

ABD’nin doğrudan dahil olmakta geciktiği Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda çok uluslu imparatorlukların parçalanması sürecinde “mandacılık” ile pay kapma arzusunun bir yansıması olarak ortaya çıkan Wilson ilkelerine cevaben Lenin’in siyasi bir mücadele başlığı olarak ele aldığı ulusların kaderini tayin hakkının bir ilke sayılmasının emperyalizm ile mücadeleyi ıskaladığını söylemekten çekinecek miyiz?

Bugün ortada ne çok uluslu imparatorluklar ne devrimci bir süreç var. Bugün emperyalizm giderek küçülen bölmelerde gerici milliyetçilik akımlarını besleyerek ulus devletleri zayıflatmaya çalışıyor. Giderek küçülen, kuralsızlaşan ve sermayenin serbest hareket ettiği piyasalar talep ediliyor.

Komünistler bugün emperyalist politikaları görmezden gelip, bu giderek daha küçük parçalarda kışkırtılan milliyetçiliği yok sayıp ulusların kaderlerini tayin ettiğini mi varsayacak? Bunu kendisine ilke mi belleyecek? Yoksa bu dönemde emperyalizmin planlarını olduğu gibi ortaya koyup buna karşı mücadelede somut karşıtlıklar üzerinden emperyalizme galip gelmeye mi çalışacak?

*   *   *

Bu örneklerden hareketle nereye varmak gerekir?

Gerek tarihi anlarken gerekse geleceği öngörüp bugün ne yapacağımızı belirlerken bir kısım kriterleri doğru belirleyip doğru uygulamalıyız. Dünya komünist hareketinde bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde bir kuraklık olduğu gerçeğiyle de yüzleştiğimizde, liberalizmin etkileri ile örgütsel ve siyasal zayıflığın aşılması ve devrimci bir seçeneğin inşası için ezberlerimize dayanmamızın yetersizliği ortadadır.

Öncelikle, tarihi olayları değerlendirirken kendi koşullarında değerlendirmemiz gerektiği açık. O tarihteki sınıf mücadelelerinin verili durumunu, imkanları, amaçları, devrimin yapılıp yapılmadığını, bir devrimci durumun olup olmadığını hepsini birlikte değerlendirmek gerektiği açıktır. Bu açıdan zamanın ve mekânın ötesinde, anakronik bir tarih yorumu bilimsel ve aynı anlama gelmek üzere materyalist sayılamaz.

Bir diğer kriterimizin devrimin yararı ile komünistlerin ve işçi sınıfının öncülüğü, bağımsızlığı ve bunların korunması olması gerekir. Bolşevikler için hayat sadece kendi güçlü oldukları anlarda ve yerlerde var olmuştur. Ekim Devrimi öncesinde Sovyetler içerisinde kayda değer bir güç değillerken bunları küçük görmek ve küçültmek için her şey yapılırken, çoğunluk sağlandığında ise “Tüm iktidar Sovyetlere!” demek için bir saniye bile beklenmemiştir.

Bu çerçevede emperyalizm ve burjuvazinin istekleri, hedefleri, amaçları, saikleri, yönelimleri, her ne dersek diyelim bunlara karşı mücadele etmek, bunlara karşı çıkmak ve bunları hangi ölçüde olursa olsun başarısız kılmak öncelikli görülmelidir.

Marksist-Leninistlerin ezberi olmaz. Sınıf mücadelelerinin verili durumundan bir sonuç çıkartırlar. Bu açıdan, dönüp dolaşıp beylik laflar etmekten, geçmişi şablon olarak bugüne uygulanabilir saymaktan, tarihten risaleler aramaktan vazgeçmek gerekir.

Elbette ondan dersler çıkartıp feyz almamız elbette mümkündür ama elimizdeki en güçlü silahımız Marksist-Leninist yöntem ve siyaseti yaratıcı bir şekilde yeniden üretmezsek “okuruz okuruz, döner döner bina okuruz”.

Oysa tüm dünyada yeniden ve yeni bir devrimci dönemin açıldığını gösteren işaretler önümüzdedir. Yeter ki, aynı tartışmaları ve aynı ezberleri tekrarlamaktan vazgeçelim.