Tülin Tankut yazdı: Gündelik hayatı sürdürmekte zorlananlar (3): Vazgeçmek yok

Emekçi sınıfların, emeklilerin, işsizlerin ihtiyaçları, mağduriyetleriyle; ülkenin iç içe geçmiş iç ve dış sorunlarıyla yakından ilgilenen yegane güçse sol kesimdir. Bugün dünyanın her yerinde kapitalizme, emperyalizme , gezegenin geleceğini tehlikeye atan iklim kriziyle mücadele eden sol güçlerdir.

Kaybettiğinde değil,

vazgeçtiğinde yenilirsin.

Che Guevera

İkinci yazı, “dünya köklü bir toplumsal dönüşüme ihtiyaç duyuyor” cümlesiyle bitiyordu. Bu yazı dünyaya bakışımızı, duruşumuzu değiştirmek üzerine.

Neoliberal politikaların mağdurları, artık bizde de siyasetçilerin soyut değişim vaatlerine kanmıyorlar. Haksız da sayılmazlar. Yetkililere göre, “enflasyonun nedeni ücret artışlarıymış.” Cebindeki paraya bakan sade vatandaş buna nasıl inanır? Bir başka örnek; bağımsız ekonomistlere göre, ekonomik kalkınma için ülkenin bir an önce katma değeri yüksek, ileri teknolojiye dayalı yatırımla inovasyonu geliştiren bir üretim aşamasına geçmesi gerekiyor. (Bir cep telefonu satın alabilmek için yurt dışına kilolarca ürün satmak zorunda kalan fındık üreticisi buna neden isyan etmesin?)

Örnekleri artırmak gereksiz, zaten herkes biliyor. Peki, değişimi öngören projeler ufukta görünüyor mu? TEKNOFEST (Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali) özellikle gençleri heyecanlandırıyor; girişimciler olduğu sürece  doğal olarak bu da gündeme gelecektir. Ancak tarımda sorunlar yaşanırken önceliğin tarıma verilmesi gerekmez miydi? Zamanında önlem alınsaydı, halkın giderek pahalılaşan tarım ürünlerine erişimi bu denli zor olmaz, daha sağlıklı bir kuşak yetişirdi. (Hâlâ İsrail’den bir seferlik kullanılan tohum satın alıyoruz.)

Enflasyon, büyüme hızı, işsizlik oranları, buna bağlı olarak artan gelir dağılımı eşitsizliği ekonomideki istikrarsızlığın düzeleceği umudunu da vermiyor. 21. yüzyılda “yapay zeka” çağını böyle mi yakalayacağız? Düşük katma değerli mal ihraç etmekle, taşımacılıkla (TIR filoları), altı doldurulmamış vaatlerle işler yürümüyor. Aileler neden çocuklarını okutmak için uğraşıyorlar? Gurbet ellerde çalışsın diye mi? Ortadoğulu göçmenlerin de gözü Batı ülkelerinde.

Gidişatın bedelini ödeyenlerse bellidir. Aşağıdaki TUİK verilerinin de gösterdiği gibi(1), sayıları milyonlarla ifade edilen emekçi sınıflar, onların çocukları ve yaşlıları gündelik hayatı sürdürmekte zorlanmaktadırlar. Bir başka deyişle çoğunluktadır. (Taze bir haber: Sosyal yardım alanlar , nüfusun 1/5 ini ( yaklaşık 17 milyon) oluşturuyor.)

O halde? Eğer bu güne kadar bir yararını görmediğimiz politik tercihlerimizden pişmanlık duyuyorsak, aynı yanlışta bu ısrarcılık neden diye kendimize sormamız gerekmez mi? Bizi yarı yolda bırakmayacak arayışlara girmekten başka çare kalmış mıdır? Gözümüzün önünde yasalar ihlal ediliyor. (En son emeklilere verilecek 5 bin TL.lik ikramiye konusunda çalışan-çalışmayan ayrımı  uygulandı.) Ne malûm, herhangi bir nedenle sıranın bize de gelmeyeceği? Anayasa değişikliği gündemde yer alıyor ama yetkililerce ikna edici açıklamalar yapılmadan. Ucu bize dokunur mu karar veremiyoruz. Yasalar bizi koruyamıyorsa kime güveneceğiz?

Neyse ki dayanışmanın değerini biliriz. En son Hamas-İsrail çatışmasında da gördük ki bizim durumumuzda olanlarla kenetlendiğimizde her şey başka türlü olabiliyor. Tüm ülkelerin güçlü kamuoyları, yönetimlere inat, Filistinlilerin yanında olduğunu büyük protestolarla dünyaya duyurdular. Hedeflenen sonuç elde edilemedi ama yönetimlerin ipliği pazara çıktı. Kaldı ki, kapitalizmin, emperyalizmin baskısı altında protestolar da ancak bu kadar etkili olabilirdi. Asıl önemlisi şu sözü hiç akıldan çıkarmamaktır: “KAYBETTİĞİNDE  DEĞİL, VAZGEÇTİĞİNDE  YENİLİRSİN” (CHE  GUEVERA)

Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, atasözünün tersine, dereyi görmeden paçaları sıvamak farz oldu. Siyaset dünyasının hali malûm; ama kimse dışlanma korkusu yüzünden tek başına hareket etmeyi  göze alamaz. Buna bağlı olarak diyebiliriz ki, ırkçılığın bilimsel bir temeli yoktur ama günümüzde şekil değiştirmiş olarak kendini göstermektedir: Yabancı düşmanlığı, din, mezhep, dil, renk, cinsiyet, cinsel yönelim vb. ayrımcılığı biçiminde. Dolayısıyla “böl, yönet” politikasıyla ayakta duran kapitalizmin tuzaklarına düşmemek gerekir.

Dışlanmaya karşı çare, İsrail protestolarındaki gibi, kamuoyunu güçlendirmektir. İnsanca bir yaşama kavuşmak umuduyla ulusal ve küresel güç odaklarının ağzına bakmaktan vazgeçmenin zamanı gelmedi mi? Yaşamsal sorunların altında ezilip duruyoruz. Öte yandan çocuklarımızın geleceği için kaygılanıyoruz. Özellikle eğitim alanında, halk tabiriyle eğitim sistemimiz yaz boz tahtasına döndü. Okul müfredatına dogmaların girmesi,  sorgulamayı, eleştiriyi ve yaratıcılığı geliştirmeye kapalı bir eğitim sistemine gidiştir. (Toplum böyle mi değişecek ?)  Çağın ihtiyaçlarını karşılamayan dini kuruluşların, MEB’ten (Milli Eğitim Bakanlığı) ve devlet kadrolarından kurtarılması bugün çok önemli bir mesele haline gelmiştir.

Artık  kulaktan dolma bilgilerle yetinemeyiz, sömürü çarkının bir dişlisi olmayı reddediyorsak dünyaya bakış açımızı değiştirmek zorundayız. Neyse ki bizi aşan konularda danışacağımız bağımsız uzmanlardan yoksun değiliz. Yinelemekte yarar var: Emekçi halkı sömüren, ezen sisteme karşı öncelikle yurttaş bilincine sahip olmak zorunludur. Özgür irademizi kazanmadan sömürü ve ayrımcılığa uğramaktan kurtulamayız. “İlk hedefimiz gözlerimizin önündeki perdeyi indirmek olmalı” sözü klişeleşmişse de hâlâ geçerlidir.(2)

Kuşkusuz acısını çeken bilir; gündelik hayatı sürdürmekte zorlanan için o hayatın içinden sıyrılmak kolay olmayacaktır. Ama değişmeyi başardığımızda, artık birey yurttaş olma bilincinin ötesine geçebilmeyi hayal edebiliriz. Emekçi sınıfların, emeklilerin, işsizlerin ihtiyaçları, mağduriyetleriyle; ülkenin iç içe geçmiş iç ve dış sorunlarıyla yakından ilgilenen yegane güçse sol kesimdir. Bugün dünyanın her yerinde kapitalizme, emperyalizme , gezegenin geleceğini tehlikeye atan iklim kriziyle mücadele eden sol güçlerdir. (Bu konu ayrı bir yazıda ele alınacak.)

DİPNOT:

1-) Gençlerden başlayalım. TÜİK verilerine göre, 15-24 yaş grubundaki genç sayısı 12 milyonu buluyor. (2023) Sonunda bunu da gördük. Diploma yük oluyor! Kendi alanında iş bulamayan üniversite mezunlarının aşçılık mesleğine yöneldiğini biliyorduk ama  üniversite diplomasının işçi olmayı engellediğini yeni duyduk. Bir grup genç, şaka gibi, işçi olabilmek için diplomalarının iptalini istiyor. Eski kuşak olarak, hak arama yöntemlerinin ne kadar farklı olduğunu hatırlamamak elde değil. (Sözgelimi maaş bordroları yakılırdı.)

İşsizlik verileri aydan aya değişmekle birlikte, yapısal bir sorun haline geldiğinden, çoğunluğun geçici işlerde çalıştığı biliniyor. Sanayi, inşaat, hizmet sektörlerinde ücretli (sigortalı) çalışan sayısı 14 milyon. (2023 Ocak) Küçük mülk sahipleri (kepenk kapatarak işçileşen kesim) ve beyaz yakalılarda  (“yeni bir güvencesizler sınıfı”) işsizlik artıyor.

Tarım sektöründe 5 milyon kişi çalışıyor; toplam istihdamın yüzde 19,5’unu oluşturan bu kesimde erkek çalışan  oranı yüzde 15.5; kadın içinse bu oran yüzde 28.7 (2018). 84 milyon nüfusun yarısı (42 milyon) kadın, ama kadınların toplam istihdam içindeki oranı yüzde 32.2, erkekler için bu oran yüzde 69.

Asgari ücret ve  altında  çalışan sayısı 3.3 milyon. (2021, DİSK-AR) Ücretli çalışan sayısının yüzde 46.6’sının asgari ücretle ve altındaki gelirle geçinmek zorunda olduğu iddiaları var.

Emekli sayısı 13.1 ve 2.250 EYT’liyle birlikte 15.3 milyon. SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu  Ekim 2022 verileri)

2-) Tıpkı sosyal medya fenomenleri gibi siyaset fenomenleri türedi. Zor durumda olan Arjantin ekonomisi, halkı yerleşik politikalardan bezdirmiş olmalı ki Trump gibi, aykırı açıklamalar yapan, Arjantin’in aşırı sağcı yeni devlet başkanı Javier Milei’yi iktidara taşıdı. (Peron ve sevgili Evita’sı da bir zamanlar halkın göz bebeğiydiler.) Halkların apolitize edilmesi, neoliberalizmin fırtınaları karşısında ibretlik sonuçlar doğurabiliyor. Arjantinliler de, “bir de bunu deneyelim” havasında siyaset fenomenini kurtarıcı olarak seçmiş bulunuyorlar.