Yeşiller aldatmacası ve anti-komünizm
30-04-2023 16:42Yeşiller işçi sınıfı devrimciliğine, komünist partilere ve reel sosyalizme karşı bugün de eskisini katbekat aşan bir düşmanlık sergilemeyi sürdürmektedirler.
Demir Silahtar
Yeşiller aktivizminin kökleri 1950’li yılların sonunda, 60’ların başında ABD’de esas kütlesini öğrenci gençliğin oluşturduğu ve orta tabakaların, aydınların temsilcilerini içeren işçi sınıfı dışı bir protesto hareketi olarak ortaya çıkan Yeni Sol harekete dayanır. Çoğu batı ülkesinde hızla yayılan Yeni Sol hareketin heterojen yapısı içinde ortaya çıkan ve eleştirilerinin merkezine çevre sorunlarını, aşırı tüketime dayalı kapitalist ekonomiyi, nükleer silahlanma ve barış konularını yerleştiren, doğayla daha uyumlu alternatif bir yaşam tarzını savunan çevreci gruplar içerisinden zamanla, başta Federal Almanya’daki Yeşiller Partisi olmak üzere bir dizi siyasi parti ve oluşum türemişti.
Yeşiller hareketi yaşam tarzı anarşistlerinden hippilere, hayvan hakları savunucularından kendilerini Marksist olarak adlandıranlara kadar karman çorman bir tabana dayanıyordu. Bundan ötürü siyasi çizgisi de doğası gereği bir dizi politik perspektifin eklektik bir bulamacı biçiminde şekillenmişti. Harekete başlangıçta anarşizmden ve kısmen de Marksizm’den ilham alan anti-kapitalist bir radikalizm damgasını vurmuştu. Ancak bu sosyalizan radikalizmin ve düzen değişikliği arayışının yerinde çoktandır yeller estiği ve günümüzde ana akım yeşil siyasetin liberal reformcu bir yörüngede devindiği herkesçe biliniyor.
Örneğin 2016 yılında Avustralya Yeşiller Partisi’nde ABD’deki Bernie Sanders ve İngiltere’deki Jeremy Corbyn örneklerinden ilham alarak anti-kapitalist tınıları biraz daha öne çıkaran bir sosyal demokrat söylem etrafında Left Renewal (Sol Yenilenme) adlı bir hizbin ortaya çıkması üzerine Parti lideri Richard Di Natale yaptığı açıklamada: “Elbette Yeşiller, kapitalizmin devrilmesini ya da buna benzer saçma fikirleri desteklemiyor.” diyerek yeşillerin sermayeye olan bağlılık yeminini veciz biçimde tekrarlamıştı.
Bu bağlamda günümüzdeki yeşil hareketin, ideolojik olarak bir dönem Marksizm’den etkilenen ve özellikle 1968’de batı ülkelerinde doruk noktasına çıkan Yeni Sol radikalizminden kendisini ayrıştırdığı söylenebilecek ise de yeşil hareketin dünüyle bugünü arasında hiç değişmeden sabit kalan unsur, iflah olmaz bir anti-sovyetizm ve reel sosyalizm düşmanlığıdır.
Yeşil hareket ilk ortaya çıktığı dönemden bu yana ideolojik gıdasını daima anti-sovyetizmden ve reel sosyalizm karşıtlığından almıştır. O dönem Vietnam savaşıyla gündemde olan emperyalist barbarlığa, batılı merkezlerde sistematik olarak pompalanan tüketim çılgınlığıyla karakterize olan meta fetişizmine ve kapitalist gelişmenin temel özelliklerinden biri olan ekolojik yıkıma karşı geliştirdiği küçük burjuva karakterdeki tepkileri, işçi sınıfının anti-kapitalist mücadelesiyle buluşturmaktan ve emperyalist-kapitalist sisteme karşı devrimci bir iktidar perspektifi geliştirme arayışından uzak duran yeşil hareket, bir yandan da kapitalizmin eşitsiz gelişiminden kaynaklanan nedenlerle sosyalist ülkelerdeki sosyalist inşa süreçlerinde yaşanan çevresel sorunları, bu ülkelerin emperyalizme karşı kendilerini savunabilmek için başvurmak zorunda kaldıkları askeri harcamaları ve devrimci iktidarların karşı karşıya kaldıkları diğer güçlükleri emperyalizm ile bir tutuyordu.
Dolayısıyla bütün parlak radikal söylemlerine karşın ana akım yeşil hareket aslında başından beri anti-komünist bir çizgiye sahipti ve yıllar içerisinde, yarattığı olumsuzluklara tepki gösterdiği o toplumsal düzenin restorasyonuna ve kendisini konsolide etmesine bilinçli olarak katkı koyan liberal bir aktöre dönüştü. Komünistlerin, yeşil hareketin kitlelerdeki nükleer enerji ve savaş karşıtı tepkileri sisteme entegre edeceği ve bu hareketleri antikomünist çizgiye kanalize ederek, düzen değişikliği mücadelesinden uzaklaştıracağı yönündeki öngörülerinin tümü maalesef aynen gerçekleşti. Yeşil hareketin ana gövdesi bugün emperyalizmin ve sermayenin bir aracından başka bir şey değildir.
Yeşiller işçi sınıfı devrimciliğine, komünist partilere ve reel sosyalizme karşı bugün de eskisini katbekat aşan bir düşmanlık sergilemeyi sürdürmektedirler. Yakın geçmişten çarpıcı bir örnek 2019 yılında Avrupa Parlamentosu’nun, Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan Nazi Almanya’sı ile eşit derecede sorumlu olduğu yönünde aldığı utanç verici kararın oylamasında muhafazakârlar, liberaller, sosyal demokratlar ve yeşillerden oluşan anti-komünist koalisyonun aynı yönde destek oyu kullanmış olmasıdır.
Üstelik yeşiller, geçmişteki silahlanma ve savaş karşıtlığı söylemlerinin de esas olarak sosyalist ülkelerin emperyalizme karşı kendilerini savunabilmek için başvurmak zorunda kaldıkları tedbirleri baltalamak ve itibarsızlaştırmak amacını güttüğünü açıkça ispat eden bir biçimde Yugoslavya, Kosova, Afganistan, Libya, Suriye ve nihayet bugün Ukrayna savaşları dahil emperyalizmin tüm saldırgan hamlelerine utanmazca destek vermektedirler.
Bütün bu gerçekler yeşillerin ve benzeri diğer Yeni Sol kökenli hareketlerin ipliğini pazara çıkarmakta, gerçek yüzlerini ortaya sermekte ve emperyalist kapitalizme karşı işçi sınıfının sosyalist iktidarından başka bir alternatifin bulunmadığını tekrar tekrar ispat etmekte ise de, komünistler bakımından da önemli bazı derslerin çıkarılmasını zorunlu kılmaktadır.
Emperyalizmin ve kapitalizmin, insan dahil tüm canlı türleriyle birlikte dünyadaki yaşam açısından yarattığı ekolojik yıkımın sürdürülemezliği karşısında emekçi halk kitlelerinde, aydınlar ve gençlik arasında önemli tepkiler birikmektedir. Tüm bu tepkiler aynı zamanda işçi sınıfının devrimci savaşımında yeni olanaklar anlamına da gelmektedir.
Hem kentlerde hem de kırsal kesimlerde giderek açığa çıkan çevreci ve türcülük karşıtı toplumsal dinamikleri, bu tepkileri düzene entegre etmeye dönük sahte umutlardan, sözde sol yeşil illüzyonlardan kurtararak işçi sınıfı siyaseti ekseninde doğru bir rotaya çekmek ve sosyalist devrim bayrağı altında birleştirmek, biz Kızıllar için ertelenemez bir görev olarak görülmelidir.