Semiha Günal
Son yıllarda ülkemizin içinde bulunduğu şiddet ve vahşet girdabı her geçen gün birilerini daha içine çekmeye devam ediyor. Bu yıl cinayete kurban giden kadın sayısı 16 Kasım itibarıyla anıt sayaca göre üç yüz doksan altı. Yani her gün en az bir, bazı günler ise iki kadın öldürülüyor. Ancak iktidar her bir cinayet için bireysel nedenler bulmaya çalışarak suçlarını bastırmaya çalışsa da ‘zengin’ hanımefendiler, yoksulluktan yanarak ölen beş çocuk için anneyi ve yaşam tarzını işaret ederek “bu durumun ekonomi ile ilgisi yok” dese de yaşananlar ve rakamlar toplumsal yapının ne kadar çürüdüğünü her sabah yeniden kötü bir haberle bize anımsatıyor.
Avrupa Konseyi de 2011 yılında bakanlar kurulunu İstanbul’da toplayarak “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni imzaladı. İstanbul’da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılıyor. Bu sözleşmenin önemli yanlarından biri kadına yönelik şiddetin bireysel değil, toplumsal olduğuna dikkat çekmesi ve bu durumun devletin alacağı önlemlerle değişebilir olmasıdır. Cinsiyet rollerinin içinde yaşanılan toplumdan etkilendiğini anlatan ‘toplumsal cinsiyet’ kavramı ve tanımı ilk kez bir uluslararası sözleşmede yer almıştır. Özetle, sözleşmede toplum cinsler arasında bir hiyerarşi yaratıyorsa, yani erkeklerin kadınlardan üstün olduğu anlayışı bir toplumda yerleşikse evde, sokakta, eğitimde, istihdamda, siyasette kadınlar aşağılanıyor ve ayrımcılığa uğruyorlar denmektedir. Bu durum kadının ezilmesine ve şiddet görmesine sebep oluyor. “Kocamdır döver de sever de”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek lazım” gibi milli değerler varsa bir toplumda ve bu milli değerlerin kaynağı din ise toplumdaki diğer eşitsizlikleri doğallaştırmada da kullanılıyor.
Bizim ülkemiz de ilk imzacılardan biri oluyor. Peki neden imzalıyor AKP hükümeti bu sözleşmeyi diye bakıldığında birkaç madde sayılabilir;
2011’de imzalanıp 2014’te yürürlüğe giren sözleşme için yasalar çıkarılıyor, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı henüz öcü gibi görülmediğinden YÖK tutum belgesi hazırlıyor, üniversitelerde toplumsal cinsiyet dersleri açılıyor, kolluk kuvvetlerine insan hakları dersleri ile birlikte toplumsal cinsiyet dersleri de veriliyor, yasalar uygulanmaya çalışılıyor, sığınma evleri açılıyor, kadına yönelik şiddetle mücadele merkezleri kuruluyordu. Cumhurbaşkanının kızı bile kadın deneği kurup kadın mücadelesine katkı sunuyor görünüyordu. Ancak toplumsal yapının gelenek-görenek-töre-namus kavramlarında bir değişiklik olmaması için de alttan alttan bu normlar pompalanmaya devam ediliyordu yani tam bir iki yüzlülük. Ne zamana kadar?… AKP iktidarının ustalık dönemine geçişine kadar. Gericilikte hafif de olsa frene basmış gibi görünen iktidar yeniden gaza basmaya başlıyordu.
Anayasada ve yasalarda yapılan değişikliklerle iktidarını sağlamlaştıran ve 15 Temmuz darbe kalkışmasının da yardımı ile devleti bir parti devletine dönüştüren ve KHK’lar ile ülkenin tek adam tarafından yönetilmesini içlere sindirten iktidarın gerçek yüzü 2018-19 seçimlerinden önce yapılan pazarlıklarda ortaya çıkmıştır. Kadınların kamusal alanda bu kadar görünür olması, gezi direnişinde kadınların hakları için mücadele etmesi, grevlerde sendikalarda kadınların hep en önlerde olmasının dinci bezirganları ne kadar rahatsız ettiği ortaya çıkmıştı. Bu arada ülkede işsizlik artıyor, ücretler düşürülüyor, patronlar semirtiliyor ve emeğe saldırı da vites arttırıyordu.
Bu tarihten sonra sistemli bir biçimde İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar başladı. Aslında saldırılan kadın haklarıydı ama günah keçisi sözleşme oldu. İslam’a uygun değildi, çünkü küçücük çocuklarla evlenilmesinin önünde bir engel oluşturuyordu, yaradılışa uygun değildi çünkü kadının evde oturup kocasına biat etmesine engel oluyordu, fıtrata uygun değildi çünkü kadınlar haklarının farkına varıyordu, piyasaya uygun değildi çünkü kamusal alana daha fazla özgür kadın girmesi geleneksel rolleri gereği işyerlerinde evlerine bakmak zorunda oldukları için düşük ücrete ve her türlü sömürüye razı gelen erkekler yerine daha cabbar kadınların yer almasına izin veriyordu. Böylece güle oynaya imzalanan İstanbul sözleşmesinden bir gecede çıkıldı. YÖK tutum belgesini milli değerlerimize uymuyor diye bir gecede kaldırdı. Üniversiteler açtıkları toplumsal cinsiyet derslerini bir gecede kaldırıverdiler.
Kim mutsuz? Her gerici hamlede olduğu gibi kadınlar, çocuklar ve emekçiler.
Kim mutlu? Çeşitli siyasi baskılarla sözleşmeden çıkılmasını sağlayan tarikatlar, cemaatler, dinci gericiler, yobazlar, softalar, laiklik karşıtları ve sermaye.
Bu mutluluklarını kursaklarında bırakmak, kurtuluşun bir sözleşmeyle değil bir araya gelerek mücadele etmekle olacağını göstermek de İlerici Kadınların görevi olsun.
Bu sayı kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin fotoğrafını çekerken aynı zamanda nedenlerini ortaya koyuyor…
Patronun sömürüsüne, düzenin gericiliğine, erkeğin şiddetine boyun eğmemekte bu düzenin karanlığını yok edecektir. Esas sorunun,…
Aslolan devletin bir kadın politikası oluşturması, hayatın her alanında ayrımcılığı kaldırarak kadın erkek eşitliğini sağlaması…
Şiddetin kaynağını sadece erkek egemen anlayışla açıklamak resmin bütününün gözden kaçırılmasıyla sonuçlanır. Karşı karşıya olduğumuz,…
2024 yılında bütün toplumu sarsan kadın ve çocuk cinayetleri yaşandı. Medyada günlerce kadın cinayetleri tartışıldı.…
Laiklik Meclisi 7 Aralık 2024 tarihinde İstanbul'da "Yeni Anayasa" dayatması üzerine tartışmaların yapılacağı "Mümtaz Soysal…