Av. Abdurrahman Bayramoğlu: Bir seçim yazısı da ben yazdım
Devrim yolu zorlu ve uzundur. Solcuların ve devrimcilerin amacı, kapitalist düzenin kurum ve kurallarıyla iktidara gelmek olamaz. Solun görevi toplumu ve toplumsal düzeni değiştirmektir. Değiştirme iddiası olmayan ve bahşedilene razı olan da devrimci olamaz.
Seçim sonuçlarına dair farklı değerlendirmeler yapılırken, Laiklik Meclisi üyesi Av. Abdurrahman Bayramoğlu da Yeni Yaklaşımlar sitesinde konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. CHP’nin merkez sağ pozisyona yerleştiğini ifade eden Bayramoğlu, önümüzdeki süreçte bu durumun konsolide olmasının Türkiye solu için önemli bir gelişme olacağını ve solun önünün açılacağını ifade etti.
Biz de Yurtsever Haber Portalı olarak Bayramoğlu’nun ilgili yazısının okurlarımızla paylaşıyoruz.
***
Bir seçim yazısı da ben yazdım
31 Mart 2024 yerel seçimleri, onlarca yıldır ısrarla CHP’ye oy veren seçmenler bakımından, tam anlamıyla 1 Nisan şakası gibi oldu. Hem de oldukça keyiflendiren bir şaka…
Anlı şanlı gazeteciler ekranlarda, youtube kanallarında, radyolarda ve kişisel sosyal medya hesaplarında, kimi cuk oturan, kimi uysa da uymasa da cinsinden, kimi saygı sınırlarını aşan türden espri ve sataşmalarla sevinçlerini açık ettiler. Haklarını teslim etmek gerek, CHP’nin başkanı da, fiili lideri de, rekor kıran belediye başkanları da oldukça itidalli davrandılar.
Benim gibi yaşı tutanlar bilir. 1977 seçim sonuçları, CHP için 1950 sonrası dönemin en muhteşem seçim başarısı ve aynı zamanda CHP’nin Türkiye genelinde 1. parti olduğu son seçimdi. O nedenle yerel seçim de olsa, nerdeyse yarım yüzyıl sonra, üstelik ceberut Erdoğan rejiminin tüm silahlarını kullandığı bir ortamda kazanılan, 31 Mart 2024 seçimlerine ne kadar sevinseler haklarıdır.
Benim açımdan bu sonuçların en önemli yanı, yıllardan beri olması gerektiğini düşündüğüm ve dillendirdiğim gibi, CHP’nin merkez sağ parti konumunu iyice benimsemiş olmasıdır. Bu konumlanmanın, siyaset sosyolojisi bakımından oldukça doğru bir konumlanma olduğunu düşünüyorum. Çünkü böylece bir taşla birkaç kuş vurulacaktır. İlk olarak, Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunu oluşturan muhafazakar demokrat kitle RTE gibi radikal dincilerin elinde oyuncak olmaktan, Türkiye solu da onlarca yıldır etrafında pervane olup heba olduğu CHP prangasından kurtulacak. Su normal mecrasında akmaya başlayınca, laikliği savunmak bütün gün aç kalınca cennete gideceğini sananlara, ayetle oy isteyenlere ve seçim sonucunu Allah’ın lütfu sananlara kalmayacak… Asgari ücret yükseltilip, dini bayramlarda da birer maaş hesaba yatırılmakla sosyal demokrat olunmadığı anlaşılacak.
Seçim sonuçlarını sembolize eden renkli Türkiye haritasına bakıldığında, 1950 seçiminden beri geleneksel olarak “sağ” partilerin kalesi sayılan yerlerde şimdi CHP bayrağının dalgalandığı görülmektedir. Bu sonuçlar neyin göstergesidir? Örneğin, solun hiçbir zaman seçenek olmadığı Afyon’da, Balıkesir’de, Kütahya’da, Denizli’de CHP adaylarının seçimi kazanması, oralarda olağanüstü bir aydınlanma yaşandığını mı gösteriyor sizce? Yoksa CHP işe uyandı mı?
Kişisel olarak Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi merkez sağa doğru taşımakla Türk siyasi yaşamına önemli bir katkı sunduğuna inanıyorum. Olması gereken buydu. CHP artık solculuk oynamak zorunda değil. Artık seçim meydanlarında ayet okuyarak da oy isteyebilir, Nazım şiiri okuyarak da…
CHP mitinglerinde türbanlı bacılarla göbek dekolteli kızlar kol kola yürüyebilir. “Kahrolsun şeriat” diye slogan atanlarla, ezan sesi duyulunca susanlar aynı flamayı sallayabilir.
Bu durum, 12 Eylül faşizminin yarım yüzyıllık saltanatının sonunun yaklaşmakta olduğunun göstergesi sayılabilir. Çünkü Türkiye’nin ABD’nin yeşil kuşak projesinin önemli rollerinden birini oynadığı bu sürecin öncesinde, ülkede geniş halk kitlesi içinde bu dönemlere özgü kamplaşmalar yoktu. Kimsenin mezhebi önemsenmez, hatta bilinmezdi. Etnik kökene siyasi bir anlam yüklenmezdi. İki tek atmak da, imamın arkasında saf tutmak da sıradan davranışlardı ve bu olgulara özel bir anlam yüklenmezdi.
AKP’nin Türkiye siyasetinin başat aktörü olması da “biz bize benzeriz” sözüyle simgeleşen Türkiye toplumuna özgü hoşgörüyü sürdürme vaadiyle olmuştur. Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyecekleri, ayrımcılık ve partizanlık yapmayacakları, hak ve özgürlüklere saygılı olacakları konusunda toplumu ikna ettikleri için iktidar olmuşlardı. Oysa şimdi AKP devletin kendisidir ve kendi durduğu yerden gördüğü düşmanlarla mücadele etmektedir. AKP insanlar arasında yarattığı keskin ayrışmaları kendine payanda yaparak iktidarda kalmaya çalışmaktadır.
İşte bu köklü ayrımcılık (ki bu tek başına partizanlıkla açıklanamaz) Türkiye toplumunu artık yormaktadır. Çünkü bu coğrafya pek çok kadim kültüre yurt olmuş, ancak üzerinde yaşayanlar, yönetenlerin uygulamalarından bağımsız olarak, asla bu kadim kültürlerden dolayı birbirlerine düşmanlık etmemişlerdir. Her kültür kendinden öncekinden almış, kendisiyle birlikte yaşayanla paylaşmış ve kendinden sonrakilere aktarmıştır. Bu üretkenlik ve geçirgenlik, kendine özgü bir toplum yaratmıştır. Nihayet Türkiye, 200 yıla yakın çağdaşlaşma çabalarının da etkisiyle, güneyindeki dindaş toplumlardan farklı bir konuma gelmiştir.
CHP ise cumhuriyeti kuran parti kimliğiyle, geniş halk yığınlarının, modern yaşama aykırı alışkanlıklarını sürdürmek isteyen önemli bir kesimiyle barışık olamamıştır. Bu tutum, devleti kuran parti ve onun yönetici kadroları bakımından gerekli miydi, daha gevşek davranılabilir miydi konusu ayrıca tartışılabilir. Ancak bu bir olgu olarak Türkiye siyasi tarihinde yerini almıştır. 12 Eylül sonrasında derin yapılar tarafından pek dikkate alınan bir parti olmasa da, CHP genlerindeki bu devletçi refleksin etkisinden uzun süre uzaklaşamamıştır. Nihayet AKP’nin devletin tüm derin yapılarına nüfuz etmesi, tüm güçleri tekeline alarak devlet-parti konumuna gelmesiyledir ki, CHP yavaş yavaş artık devletin sahibi olmadığını anlamış veya anlamak zorunda kalmıştır. İstemli ya da sürüklenerek, bu durumda kendileri için tek seçenek olarak, geniş halk yığınlarıyla zıtlaşmak yerine barışmak kalmıştı. Bir süreden beri (Özellikle Kılıçdaroğlu döneminde) CHP’de yaşanan sancılar, işte bu değişimin sancılarıdır.
Yeni Türkiye, bütün kurumlarıyla ceberut bir AKP devletidir. Bu da devlet olmanın kendine özgü reflekslerine sahip olmayı, bunun sonucunda da toplumdan uzaklaşmayı getiriyor. Kibir diye tanımlanan olgu da budur. Uzun süreler CHP’nin üstlendiği rolü şimdi AKP üstlenmiş durumdadır. Şimdi AKP karşısındaki muhalifler için “ yeter, söz milletindir” deme zamanı…
Seçim sonuçlarını analiz eden iktidar yanlısı bir gazeteci; “Zannettiler ki biz CHP’nin bile terk ettiği, onlara bile faydası olmayan şeylere sarılırsak bize şifa olacak.” diyerek bu duruma oldukça gerçekçi bir tanı koydu. Ancak bu durum AKP bakımından bir tercih değil zorunluluktur. Çünkü devletin sahibi olanlar, tüm güçleriyle onu korumak zorunda kalırlar. Bu da onları giderek daha otoriter yapar. Gevşerlerse dağılırlar, sertleşirlerse halktan uzaklaşırlar. Bu bir siyasal yaşam sarmalıdır. Sonu da bellidir.
***
Başta söylediğim gibi, kişisel olarak CHP için doğru pozisyonun, muhafazakar demokrat (Demokrat Parti – Adalet Partisi çizgisi) bir parti olmak olduğunu düşünüyorum. Çünkü cumhuriyeti kurarken devrimci olduğu kabul edilse de politik yaşamının partiyi getirdiği aşamada, artık devrimci bir karakteri olduğu kesinlikle söylenemez. Oysa solun en temel karakteri devrimciliktir. O halde CHP için sol parti yaftası hem yanlış hem de gereksizdir.
Laiklik savunucusu bir parti olmadığı, ayet okuyarak halktan oy isteyen yasal başkanıyla ve seçim zaferi karşılığında tanrıya namazla şükreden belediye başkanıyla, makamına imam getirip dualarla yeni döneme “bismillah” çeken fiili lideriyle zaten açıktır.
Özetle, CHP’nin altı okla simgelenen temel ilkeleriyle, yürüttüğü politikaları karşılaştırdığımızda ortaya çıkan manzara, ancak Türkiye gibi bir ülkede görülebilecek cinsten arabesk bir durumdur.
O nedenle CHP artık uygulayageldiği politikayla uyumsuz ilkelerinden ve kendisini sola çekmeye çalışan 20. Yüzyıl arkaik solcularından kurtulmalıdır.
Kurtulmalıdır ki Türkiye toplumu ihvancı siyasal hareketlerin ayaklarına paspas olmasın.
Kurtulmalıdır ki Türkiye toplumu gerçek sol partilerle tanışsın.
Kurtulmalıdır ki sol da CHP’den kurtulsun.
***
Devrim yolu zorlu ve uzundur. Solcuların ve devrimcilerin amacı, kapitalist düzenin kurum ve kurallarıyla iktidara gelmek olamaz. Solun görevi toplumu ve toplumsal düzeni değiştirmektir. Değiştirme iddiası olmayan ve bahşedilene razı olan da devrimci olamaz.
O halde, kendisinin yönetiyor olmaması dışında düzene hiçbir köklü itirazı olmayan CHP’yi rahat bırakmak gerek. Yakında yapılacak tüzük kongresinde CHP’nin bu yöndeki adımlarını daha da geliştireceğini düşünüyor ve umuyorum.
Bu nedenle, CHP’nin AKP’yi geçerek seçimi kazanmasını, şöyle bir gelecek simülasyonuyla umutlu bir gelişme olarak sayanlardanım.
“Siyasal yelpazede CHP’nin solda kaldığı bir ülke mi, sağda kaldığı bir ülke mi?”