Reklam
Kategoriler: Kültür Sanat

Aydınlara ve Nâzım Hikmet’e saldırmanın dayanılmaz hafifliği

Reklam

Cengiz Kılçer

1995 yılında ABD’nin Pittsburgh kentinde güpegündüz gerçekleşen iki banka soygunu haberi duyuldu. Soygunu düzenleyen bir çete değil; sadece tek bir adamdı: McArthur Wheeler… Banka soyguncusu Wheeler kendine o kadar güveniyordu ki, kılık değiştirmeden ve yüzü açıkça görülebilecek şekilde bankaya girdi, paraları almadan önce veznedara silah doğrulttu ve güvenlik kameralarına bakıp gülümseyerek bankayı terk etti. Wheeler o gecenin ilerleyen saatlerinde tutuklandı. Polis tarafından kendisine güvenlik kameralarındaki kaydı gösterildiğinde dehşete kapıldı; “Ama ben yüzüme limon suyu sürmüştüm!”  dedi. Görünüşe göre Wheeler vücudunu limon suyuyla kaplayarak kendini ustalıkla kamufle ettiğini ve görünmez hale getirdiğini düşünmüştü. Zaman zaman görünmez mürekkep olarak da kullanılan limon suyunun, bir soygunu ustalıkla gerçekleştirmek için ideal bir kılık olacağını düşünüyordu. Aslında bu olay, bir psikoloji profesörü olan David Dunning ve psikoloji mezunu olan Justin Kruger’ı bu olayın nedenlerini daha fazla araştırmaya teşvik etti. Bunu yaparken, iyi bilinen bir psikolojik fenomeni ortaya çıkardılar: Dunning-Kruger Etkisi.

Türkçe’mizde buna “cahil cesareti” diyoruz.

Özcesi şudur: Bazı insanlar sosyal ve entelektüel alanlarda kendi yetenekleri hakkında abartılı görüşlere sahip olma eğilimindedir.  Bu insanlar sadece hatalı sonuçlara varmak ve talihsiz seçimler yapmakla kalmaz, aynı zamanda beceriksizlikleri onları bunu fark edecek üstbilişsel yetenekten de mahrum bırakır.

“AZ BİLGİ TEHLİKELİ BİR ŞEYDİR”

“Yeni Yaşam Gazetesi“ adlı portalda “Türk entelektüelleri” (24 Ağustos 2024) başlıklı bir makale yayınlandı. Müellif söz konusu makalesinde Halide Edip,  Halit Ziya Uşaklıgil, Nâzım Hikmet,  Ahmet Hamdi Tanpınar, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Aziz Nesin gibi Türk aydın ve edebiyatçılara küfür ve hakaret etmede sınır tanımıyor.

Makale için kullanılan kolaj görselde müellifin niyeti ortaya konuyor.

Makaleye eşlik eden görsel tam bir nefret söylemini ifade ediyor.

Görselde kimler yok ki Melih Cevdet Anday, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Sivas Katliamında öldürülen Metin Altıok, Ahmet Erhan, Yaşar Miraç, Enis Batur,  Murathan Mungan ve diğerleri…

Ne ki makalesinde Nâzım Hikmet’e hususi bir garezi olduğu ayan beyan ortada. Nişan tahtasının ortasında Nâzım var.

Aslında bu makale mükerrer yani tekrar edilmiş bir makale. İlk makale (2019) “@nupelonline”de[1] yer alıyor.  2019’daki “Bütün bunların sorumlusu sensin Nazım Hikmet, kimse bağışlamayacak seni” başlıklı makalesinde “Nazım Hikmet! Aziyade’nin yazarı Piyer Loti’ye, ‘Maddeden ayrı bir ruha inansaydım eğer, şarkın kurulduğu gün, senin ruhunu, köprübaşında çarmıha gerer, karşında cıgara içerdim’ dediğin günden beri linçi ve katliamların ayak sesleri geldi, hatta seninle linç meşru bir hal aldı. Değil mi? (…) Gâvur ve Müslüman ayrımını sen yaptın Nazım Hikmet! İki elim senin yakanda olacaktır hep ve insanlığın şiirinde benden af dileyerek ancak ayağa kalkabilirsin sen (…) Nazım Hikmet, sen hiçbir zaman halkların birliğine, beraberliğine inanmadın, hiçbir zaman sol ya da sosyalist olmadın (…) Nazım Hikmet bu topraklardaki cehaletin sebebi sensin, eskiden korkardım senden ama şimdi, bu gece niçin korkuyorsun benden” diye yazıyor müellif.

Sadece gerçekdışı değil bu etiketlemeler.

Zalimce de!

Solun en mütevazı argümanlarını bile itibarsızlaştırmak için her türlü yalanı ve karalamayı kullanmakta beis görmüyor.

Yukarıdaki kin ve nefret söylemi Oidipus kompleksi mi, saplantı ve fantezinin birbirleriyle hassas bir şekilde etkileşime girdiği hezeyanlar seremonisi mi?

İnsanın siyasi, edebi, ideolojik, estetik kimi sınırları aşma ihtiyacı anlaşılabilir; elbette yeni bir tez ortaya konuyorsa, literatüre bir katkı yapıyorsa kabul edilebilir bir şeydir.

Ancak bu söylemler siyasi, edebi, ideolojik, estetik söylemler değil tam tamına psikolojik kusmadır.

MİLAN KUNDERA’NIN DAYANILMAZ İHANETİ

Müellifin, Milan Kundera’yı dokunulmaz bir hayranlık “nesnesi “olarak büyük ve meşhur yazarlar panteonuna yükselttiği çok belli ki Kundera’yı kendisine referans alıyor.

Bir zamanlar Türkiye’de Eylülist muhalefetin, Kundera’ya sarıldığı gibi sarılıyor, kendine bir ölüyü siper ediyor.

Kundera, bedenen 11 Temmuz 2023’da ölmüştür.

Ancak gerçek ölümü 1987’de entelektüel şiddete maruz kalması sonucu yazınsal ve estetik bağlamda gerçekleşmiştir. Faili ise müellifin beğenmediği Prof. Dr. Yalçın Küçük’tür.

“Estetik Hesaplaşma”[2] kitabında Yalçın Küçük, Kundera’nın “edebi ölümsüzlüğünün” patenti  “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanını ele alırken hem yazarın hem de romandaki karakterlerin otopsisini yapıyor: “Ve insanın alçalmasının yazıcısı Kundera, ihanete doymayan Sabina’yi icat ediyor. Önce en yakınındakine ihanet ediyor (…) Babasına ihanet ediyor; doymuyor. Komünist Partisi’ne ihanet ediyor; yine doymuyor. Her ikisine ihanet etmek için her ikisinin kabul etmediği bir eksantrik aktörü koca seçiyor. Bu kez de kocasına ihanet ediyor. Ne için ihanet ediyor? Dejenere yazıcı Kundera, yozlaşmış insanı model yapmak istiyor.”

Milan Kundera için ihanete doymayan Sabina kimdir?

Sabina karakteri, Milan Kundera’nın bizatihi kendisidir.

Anlatalım.

13 Aralık 2008 Pazartesi günü, Çek haftalık dergisi Respekt, Milan Kundera’nın 14 Mart 1950’de genç bir ajan olan Miroslav Dvoracek’i polise ihbar ettiğine ilişkin haberi yayınladı.

Almanya’da ABD karşı casusluk ajanları tarafından işe alınan ve memleketine geri gönderilen genç bir pilotun ismi Miroslav Dvoracek’ti. Casusluk faaliyeti için 1950 baharında Prag’a gitti. Tramvayda eski arkadaşı Iva Militka’yı gördü, ona öğrenci yurdunda bir gece geçirmeyi teklif etti. Sonrasında yaşananlar, araştırmacı Adam Hradilek’in yıllar sonra keşfettiği arşiv belgelerinin yeniden oluşturulmasını mümkün kıldı.

Dvoracek ile görüşmesinin ardından Militka, arkadaşı Dlasek ile öğle yemeğine çıktı ve ona beklenmedik Dvoracek’in ziyaretten bahsetti. Dlasek görüşmeyi arkadaşı Milan Kundera’ya anlattı ve Kundera -624/1950 dosya numaralı kesinliği şüphe götürmez bir polis belgesinin de gösterdiği gibi- durumu Prag polisinin bölge amirliğine ihbar etmeye gitti. Birkaç saat sonra Dvoracek tutuklandı.

Müellifin kendisine referans aldığı Milan Kundera haindir hem de herkese karşı…

Kundera için ihanet bir alışkanlıktır!

Hafıza, ideolojik politik kültürel bir savaş alanıdır…

Tarih, günümüz siyasetinin bir savaş alanıdır.

***

Müellif  “Halit Ziya Uşaklıgil desem omurgası, evladıyla kırılmış bir adamdır; oğlu, Mustafa Kemal’in hediye ettiği tabancayla intihar eder, yer nehir kıyısıdır, uzun bir hikâyesi vardır.” diye yazıyor.

Tamamıyla yalan.

Tamamıyla uydurma.

“Mustafa Kemal’in hediye ettiği tabancayla” intihar etmesi yalan!

“Yer nehir kıyısıdır” demesi uydurma!

Sözünü ettiği müntehir, Halit Ziya Uşaklıgil’in oğlu Vedad Uşaklıgil’dir. 3 Aralık 1937 tarihinde Arnavutluk’un Tiran şehrinde büyükelçilikte görevliyken intihar etmiştir.

Vedad Uşaklıgil “Mustafa Kemal’in hediye ettiği tabancayla” değil ilaç içerek intihar etmiştir.

Vedad Uşaklıgil, bir nehir kıyısında değil büyükelçilikte intihar etmiştir.

Olayın aslı şöyledir: Büyükelçi, Ali Türkgeldi ile Vedad öğle yemeğindeyken Vedad’a bir telgraf gelir. Telgrafta, her nasılsa bakanlık emrine (merkeze) alındığı bildirilmektedir. Vedad telgrafı okur ve büyükelçiye uzatır. Türkgeldi telgrafı okuyunca itiraz edeceğini belirtip hemen ağır bir yanıt yazar ve yazdıklarını Vedad’a okutmayı ihmal etmez.

Vedad yazılanları beğenir ama hemen değil, ertesi gün karar vermeyi önerir. Ardından dışarıda çıkmak için izin alır.

Döndüğünde odasına girmeden önce çalışanlardan kendisini rahatsız etmemelerini ister. Ancak bunu söyledikten birkaç dakika sonra zile basarak görevliyi çağırır. Bayram sebebiyle büyükelçilikte ziyafet verilecektir, o yüzden sofranın çiçeklerini unutmamaları direktifini verir.

Yalnız kalınca büyükelçi Türkgeldi’ye bir mektup yazar. Mektup “Bu işin başka çözüm yolu yoktu” cümlesiyle başlar. Son maaşına el konduğunu bilmeden Tiran’daki borçlarının maaşından ödenmesini ister. Ertesi gün dışarı çıkmayınca kapısı çalınır ve yanıt alınamayınca büyükelçiye haber verilir.

Odasına terastan girilir. Vedad’ın intihar etmiş olduğu görülür. Yanı başında ise dört adet boşalmış Luminal[3] tüpü, annesinin fotoğrafı, annesine yazılmış bir mektup ve büyükelçiye yazılmış iki mektup daha bulunur.

**

Konuyu dağıtmayalım…

Müellif Arthur Schopenhauer’in “Haklı Çıkma Sanatı-Eristik Diyalektik” kitabını hatmedip de yazmıştır sanki. Eristik Diyalektik tartışma sanatıdır ama mutlaka haklı çıkmak amacıyla tartışma sanatıdır.

Eristik diyalektik 19. yüzyılın hazırcevaplığıdır.

Tartışmalarda gerçekle değil, sonuçta haklı olmakla ilgilenir. Filozof, 38 retorik hilesi içeren ince kılavuzunda bunun nasıl çalıştığını açıklar.

Tartışmalar gerçeği bulmakla ilgili değil, haklı olmakla ilgilidir.

Bunu yapmak için, aldatma ve telkinlerden, kelimelerin incelikli bir şekilde çarpıtılmasına, sahte argümanlardan ve kasıtlı yanıltmalara, muhatap aldığı insana kişisel hakaretlere dek varan çeşitli hileler kullanabilirsiniz.

Nefret söylemi, genellikle sosyal, kültürel, politik ve psikolojik faktörlere dayanan çeşitli kaynaklardan beslenir.

Müellifin makalesinin özü tam nefret söylemli bir ad hominem vakasıdır. Kişilerin argümanları yerine karakterlerine saldırmak anlamına gelir; önyargıya veya duygulara hitap eden, kişinin karakterine alakasız bir şekilde saldıran, gerçekleri veya iddiaları ele almayan bir tür bu…

Müellifin adeta bir nefret objesi gibi sürekli Türklük vurgusuyla aydın betimlemesi yapması tam bir ırkçılıktır. Kendisinin diğer ulusların aydınları ile ilgili bir ayrı görüşü var mıdır? Şüpheli… Ancak şu bilgiden yoksun olduğu açıktır: Aslında gezegendeki herhangi iki akraba olmayan insanın DNA dizilimi %99,9 oranında aynıdır. Yani mesele ırk değildir, bu tamamen bilim dışıdır.

Günümüzde Dunning-Kruger Etkisinin söz konusu müellifle de sınırlı olmadığı acı bir gerçektir.

[1] https://x.com/nupelonline/status/1184726748061208576 ÖÖ 10:04 · 17 Eki 2019

[2] Yalçın Küçük. Estetik Hesaplaşma, İstanbul: Tekin Yayın, 1987.

[3]LUMINAL’in etkin maddesi olan fenobarbital, barbitüratlar adı verilen ilaç grubuna aittir. Barbitüratlar, merkezi sinir sisteminin çalışmasını baskılayıcı ilaçlardır, nöbetleri önleyici ve sakinleştirici etkiye sahiptir.

Bu haber en son değiştirildi 26 Ağustos 2024 13:13 13:13

Reklam

Önceki Haberler

EYT açıklamasından sonra Bilal Erdoğan’a kritik soru: Ne iş yaptın?

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, 2023'teki genel seçimlerinden hemen önce yasalaşan emeklilikte yaşa takılanlar…

16 Eylül 2024 18:36

Abdullah Gül, Kraliyet’in fonladığı toplantıya katıldı

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İngiltere tarafından fonlanan ve Kraliyet’in himayesindeki Oxford İslam Araştırmaları Merkezi’nin Yönetim…

16 Eylül 2024 18:29

Narin’in abisinden Diyarbakır Barosu’na hukuki destek talebi

Diyarbakır Barosu, Narin Güran'ın ağabeyi Baran Güran'ın hukuki destek için baroya başvuru yaptığını duyurdu.

16 Eylül 2024 18:22

25 kişinin hayatını kaybettiği apartmanın müteahhiti, suçu depreme attı

Gaziantep'te, 6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 25 kişinin hayatını kaybettiği Gözde Apartmanı davasında sanık müteahhit…

16 Eylül 2024 17:53

Ayhan Bora Kaplan davasında ara karar: Tahliye çıkmadı, HTS kayıtları yeniden incelenecek

Ayhan Bora Kaplan suç örgütü davasında mahkeme ara kararlarını açıkladı. Mahkeme Başkanı, tüm sanıkların mevcut…

16 Eylül 2024 17:43

Narin Güran cinayeti meclis gündeminde: Tavşantepe köyündeki doğal olmayan ölümlerin hepsi araştırılsın

DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Ceylan Akça Cupolo, Narin'in cinayetini Meclis gündemine taşıyarak; Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi…

16 Eylül 2024 17:34
Reklam