Bahçeli nereye koşuyor?

Türk milliyetçiliğin de referans noktası olarak görülen MHP genel başkanının radikal ve keskin bir dönüşle “Kürtleri sevmek farzdır” deme noktasına gelmesini anlamaya çalışırken, ülke tarihinin kritik evrelerinde Bahçeli’nin hangi misyona hizmet ettiğini kalın harflerle not etmek gerekiyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli, deyim yerindeyse kendini aştı. Daha önce her fırsatta kapatılsın dediği ve muhalefeti ittifak etmekle suçladığı DEM Parti ile Meclis açılışında tokalaştı. Sonra miting meydanlarında asılması için ip attığı Öcalan’ın hapisten çıkıp Meclis’te konuşma yapması çağrısı yaptı.

Şimdi de “Türk, Kürt kardeştir, ayıranlar kalleştir. Kürdü sevmeyen ölsün” minvalli konuşmalar yaparak çıtayı daha da yükseltmiş, yeni bir “çözüm sürecinin” kapısını sonuna kadar açmıştır.

Herkesin sorduğu soru şu: Bu kadar radikal bir dönüşü tetikleyen nedir? Bahçeli gibi sorarsak “Ne değişmektedir?”

Bu radikal dönüşüm devletin stratejik bir açılımı mı ya da hükümetin taktiksel bir adımı mı yoksa yaşanan bir sıkışmanın ürünü mü sorularıyla birlikte ele alınmalı. Bu sorular, bu dönüşümde iç dinamiklerin mi yoksa dış dinamiklerin mi belirleyiciliği olduğu şeklinde de sorulabilir.

İç dinamiklerin ürünü ya da hükümetin taktiksel açılımı olarak değerlendiren görüşler öz itibariyle şunu söylüyor: Önümüzdeki dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın yeniden aday olmasını sağlamak ve yeni anayasa için DEM Parti’nin desteğini almak adına gündeme getirildi. Bunun Bahçeli eliyle gündeme getirilmesi olası milliyetçi tepkilerin önünü almak içindi.

Daha çok dış dinamiklerin ürünü diyenler, yani hükümetin taktiği olarak görmek istemeyenler, bu açılımdan şu ya da bu ölçüde umutlanan kesimler; İsrail-İran gerilimi üzerinden Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni dengenin Türkiye’de devletin açılımını zorunlu kıldığını söylüyorlar. Yani meseleyi basit bir parti çıkarı olarak değil milli çıkar olarak değerlendirip, olsa olsa parti çıkarı ile milli çıkar çakışmıştır tezini dillendiriyorlar. TUSAŞ saldırısının Bahçeli’nin konuşmasına rağmen yapılmasını ise Kandil ile İmralı arasında bir anlaşmazlık olduğuna bağlıyorlar.

İşin TUSAŞ saldırı boyutu bir tarafa. Ancak “ne değişmektedir” sorusunun yanıtlanması gerekiyor. Bayram değil seyran değil Bahçeli Öcalan’ı niye öptü?

Öncelikle Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu ile başlayan İsrail saldırganlığı, Suriye’de 10 yılı aşkın süredir süren yıkım savaşının statükosunu değiştirmiştir. Daha doğrusu Filistinli güçlere ülkesini açan Suriye’nin kolu kanadı kırılmış, ülke üçe bölünmüş, ama savaşın dengesi, bu saldırı ile birlikte bozulmuştur.

Hamas ve Hizbullah’ın liderliği yok edilmiş, Hamas’a çok büyük darbe vurulmuştur. Bu sözler, Hizbullah’ın direnemediği ya da Hamas’ın tamamen çözüldüğü anlamına gelmediği gibi “İran’ın da hiçbir gücü yoktur” anlamına çıkmıyor. Mutlak ve kategorik saptamalardan uzak durmak gerekiyor.

Hasılı denge değişmiştir, İsrail mevzi kazanmış, İran mevzi kaybetmiştir. Artık bu tabloda Hamas ve Hizbullah’ın yeniden güçlenmesine izin verilmeyeceği yeni bir Ortadoğu dengesinin oluşturulması, İsrail ve ABD’nin yeni planı olarak görülmeli.

Bu plan iktidar tarafından Kürt kartının bizzat emperyalizm tarafından kullanılacağı şeklinde dile getiriliyor. Ya da İsrail’in, bu şekilde Türkiye’ye saldıracağı, Türkiye’nin Kürt sorunu üzerinden bölünmesinin hedeflendiği ima ediliyor. Suriye ve Irak sınırına bir Kürt tampon bölgesi kurulacak ve bu tıpkı Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi kalıcı hale getirilecek deniyor. Buna Bahçeli “Davut koridoru” ismini veriyor. İktidar, MHP ya da devlet tarafından anlatılan hikâye öz itibariyle böyle…

Bu anlatımda Türkiye ve İsrail’in çıkarları karşı karşıya konuyor. ABD, aslında Türkiye’nin stratejik müttefiki değil, YPG’nin hamisi olarak sunuluyor. Daha doğrusu eskiden ABD baş düşman idi, şimdi baş düşman birdenbire İsrail oldu… Bahçeli’nin attığı adım bu oyunu bozmak adına, Türkiye’nin kendi Kürt kartını açması olarak sunuluyor.

Ancak…

Ancak ABD-İsrail ortaklığı ile gündeme gelen BOP’a AKP-MHP bloku karşı mı yoksa onun parçası mı sorusu, meselenin belki de bam telini ya da kör noktasını oluşturuyor.

Bu kör noktanın anlaşılması ve Bahçeli’nin bu radikal tavır değişikliğine anlam yüklenebilmesi için ülkenin önemli kesitlerinde Bahçeli’nin aldığı siyasi tavırlara bakmak ya da siyasi sabıkalarını dökmek gerekiyor.

İşte kısa bir Bahçeli öyküsü:

IMF ve Dünya Bankası operasyonlarına direnmemiş, tersine Kemal Derviş ekonominin başına getirilerek ülke ekonomisini emperyalizme teslim eden Ecevit iktidarının ortağı ve bu siyasetin tam boy destekçisi olmuştur.

Birdenbire erken seçim diyerek koalisyon kurduğu Ecevit iktidarını yıkmış, AKP’nin iktidar olmasının önünü açmıştır.

Abdullah Gül, Meclis’te 367 sayısını bulamadığı için cumhurbaşkanı seçilemiyordu. İmdadına Bahçeli yetişmiş, Gül’ü cumhurbaşkanı yapmıştır.

“Ekmeleddin vakası”nın mimarı Bahçelidir. Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçtirmiştir.

2015 Haziran seçimlerinde AKP birinci parti çıkmamış, ancak CHP ile koalisyona hayır diyerek, AKP’ye yeniden hükümeti kurma olanağı vermiştir.

2017 yılında rafa kaldırılan başkanlık sistemini önerisini indirmiş, çok sorunlu bir referandumla başkanlık rejimine geçişin mimarı olmuştur.

Yeni anayasaya bugün evet demektedir.

Türk milliyetçiliğin de referans noktası olarak görülen MHP genel başkanının radikal ve keskin bir dönüşle “Kürtleri sevmek farzdır” deme noktasına gelmesini anlamaya çalışırken, ülke tarihinin kritik evrelerinde Bahçeli’nin hangi misyona hizmet ettiğini kalın harflerle not etmek gerekiyor.

Türkeş ne demişti Bahçeli için? “Devlet Bahçeli MİT’tendir. Arkadaşlarımız MİT’ten uzak durmalı. Bunlara hiç itimat etmemelidir” 

Dışarıda BOP, içeride yeni anayasa gündemi…

Dış düşman kılıfıyla Erdoğan’a yeniden adaylığın önünü açacak anayasa için mi, BOP’un yeni aşamasında yeni misyon mu? Yoksa her ikisi de mi?

Sizce Bahçeli nereye koşuyor?