Balkan Ajanı: Bir Yugoslavya Trajedisi

"Topladığı kanıtlar ve hatta akrabasından aldığı bilgiler kiracıyı suçsuza çıkartacak cinsten değildir. Fransa'dan göçmüş bir terzi kılığında ajan olduğu apaçık gözükür. İliya'nın gözünden bakıldığında eskiye hasreti görürüz. Şimdiki sistemden kimse memnun değildir, Yugoslavya yozlaşmaya başlamıştır kapitalizm entegrasyonuyla birlikte. Ve çözümün Stalin'in çizdiği hat olduğunu savunur."

Balkan Ajanı: Bir Yugoslavya Trajedisi

Emirhan Efe Başol

Balkan göçmeni bir ailede doğdum, babamın soyu Kırcaali Türklerine, annemin soyu ise Boşnak ve Pomak Türklerine dayanıyor. Balkan göçmeni olmaktan her zaman iftihar etmişimdir. Ne yazık ki soyumdan şu anda Boşnakça bilen neredeyse kimse kalmadı – ben de dahil- . Haliyle böylesi bir ailede büyüyüp Josip Broz Tito’ ya samimiyet duymamam imkansız, her ne kadar Sovyetler Birliği’ne sırt çevirip yüzünü Avrupa’ya çevirse de. Yanlışıyla doğrusuyla Tito’ yu hem eleştirmiş hem de fazlasıyla samimiyet duymuşumdur istemsizce. Komünistler hatasız olamaz, tıpkı her insan evladı gibi. Komünizm deneyimini bir laboratuvar gibi yorumlamak gerekir, her ülke kendi atmosferine göre yorumlamış ve deneyimlemiştir . Kim doğru kim yanlış buna değinmeyeceğim. Takdiri pek sevgili okuyucuma kalmış (1).

Gelelim metinle nasıl tanıştığıma, pek sevdiğim ve saygı duyduğum, mimar ve aynı zamanda öğretim üyesi olan İrem Mollaahmetoğlu , ayın başında Bahariye’de kahve içerken elime bu metni tutuşturdu. Yönetmenliğe yeni yeni adım atıyordum ve fazlasıyla metin açığım vardı. Yönetmenliğe attığım en büyük adımda destekçim olmuştu ve çalışmalarımı takdirle izliyordu. Sağ olsun metin açığımı fazlasıyla kapattı, kendisine büyük teşekkür borçluyum. Aynı zamanda bu adımlarda destekçim olan sevdiklerime de müteşekkirim, onlar olmasaydı mental olarak daha başlamadan çökecektim.- sayacağım o kadar isim var ki, lakin şimdi sırası değil-

Duşan Kovaçeviç, 12 Temmuz 1948 yılında Sırbistan’da doğdu. Tiyatroya ilk adımını dramaturg olarak atan Kovaçeviç, ilerleyen yıllarda tiyatro ve sinema yönetmenliği de yaptı. Balkanların en büyük tiyatro yazarı olarak sayılıyor. Yazdığı eserler döneminin Yugoslavya’sını yansıtıyor ve kara komedi tarzıyla izleyiciye sunuyor. Vakti zamanında oyunlar İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oynandı ve çok sevildi. Yine de okurken fazlasıyla zorlandığımı ve olur da sahnelersem dekoru oyuncuyu vs nasıl hallederiz diye çokca düşündüğümü itiraf etmeliyim. Bir tiyatro eserinden ziyade sinema metni gibi gözüktü ilk okuduğumda, zaten bu yazımda inceleyeceğim metin olan Balkan Ajanı 1984 yılında beyaz perdeye sunulmuş.

Balkan Ajanı, Yugoslavya’nın çöküş dönemi olan ve kapitalist ekonominin hızla entegre olduğu 1980’li yıllarda, soğuk savaşın etkisinde kalmış ve eski bir Stalin hayranı olan emekli işçi İliya’nın, bir sabah emniyet müdürlüğünden telefon alması ve yakın zamanda kiracıları olan Markov’ un şüpheli biri olduğunu söylemeleriyle başlar. Eşi Danica ile ortalama bir evde yaşayan İliya, eşinin ısrarıyla bir odayı kiraya vermişlerdi. Böylece ev ekonomisi ufak da olsa düzelirdi. Zaten tüketim mallarına ardı ardına gelen zamlar evin belini iyice bükmüştü. İliya aldığı bu telefondan sonra kiracılarının bir Batı ajanı olduğuna kanaat getirmiştir. Danica ise eşinin yaşlılığından sebep yanlış düşündüğünü ve kiracılarının iyi bir adam olduğunu ikna etmeye koyulur lakin İliya buna aldırış etmez. Metnin ilk çatışması buradadır.

Velhasılıkelam İliya ajanlık yapmaya karar verir, devletine sonuna kadar sadık olan İliya bu görevi bir vatan görevi olarak görür. Kredi çeker, materyal satın alır, kiracısını takip etmeye başlar ve hatta odasının tavanına bir delik açıp sapık gibi izler. Yeri gelir av sırasında hayvan sanılıp vurulur, yeri gelir dama

çıkarken düşer. Eşi de artık kocasının yaptıklarına ikna oluyor gibidir, ne yapsaydı ki zaten? Didişmenin bir mantığı yoktur, hem eşine de iyi geliyor hem de yapacak aktivitesi olmuş oluyordu.

Metnin ikinci çatışması Danica ile biricik kızları Sonya arasında gerçekleşir. Sonya doktor olmak için beş yıldır bekleyen ve tanıdık vasıtasıyla doktorluğa kabul edilen kızlarıdır. Üstelik erkek arkadaşı Dragan da vardır, Libya’da inşaat mühendisi olan sevgilisi ile evlenecek gibidirler. Sonya, babasının bu paranoyasını anlamlandıramaz, ona göre babası artık iyice yaşlanmış ve sanrılar görmeye başlamıştır. Kiracıları oldukça efendi ve sempatiktir, hatta bir bölümde kiracısının Sonya’yı tebrik etmek için çiçeklerle geldiğini dahi görürüz. Sonya ile kiracı arasında duygusal bir bağ oluşmuştur, yemeklere çıkmaya ve sohbetlere dalmaya başlamışlardır. İşte ikinci çatışma tam olarak bu kısma gelmektedir, babası İliya bu olanları duyunca öfkeden köpürür. Biricik kızının bir vatan hainiyle birlikte olması fikri onu delirtir, kızı ise bu duruma karşı çıkar. Annesini yanında görmeyi beklerken karşısında bulunca artık tartışmaya son vermeye karar verir ve bir daha da bu konuyu açmaz. Zaten bu olaydan sonra metinde ufak tefek yerlerde görmeye devam ederiz.

Metnin üçüncü çatışması İliya ile ikiz kardeşi Cura arasında geçer. Cura, kardeşinin bu sanrılarına kızmaktansa ona haber vermemesine kızar. Kardeşidir ya, üstelik ikiz, aynı fikirde olmalarını bekleriz. Cura’ nın ikna olması biraz zaman alır, İliya’ nın onu da dahil etmesinin nedeni kendisine bir şey olursa ailesine baksın diyedir. Lakin kardeşi de meseleye dahil olunca bir erkek sanrısı komedisi görürüz. Bu sanrı komedisini -kadın gözüyle bakın- erkeklerin yaşı ne olursa olsun denize geldiklerinde çocuklar gibi kumdan kale yapması ve rollenmesi şeklinde anlatabilirim size. Danica’ da biraz böyle bakıyor gibidir olaya. Hatta işleri o kadar ciddiye bindirmişlerdir ki bir projeksiyon makinesi alarak çekilen fotoğraflar üzerinden senaryolar uydurmuş ve kendilerini inandırmışlardır. Devlete hizmet edecekler ya, öyle büyük bir rollenmedir bu.

Metnin son çatışması – ve düğümün çözüldüğü kısım- İliya, Cura ve kiracı arasında geçer. Kiracı ve hain profesör ellerine düşmüştür. Burada aralarında geçen büyük bir çatışma görürüz, İliya’nın özünü burada uzun bir monolog ile çözümleriz:

İliya: Her şeyin bir sınırı var. Cura ise sinirlerine hakim olamıyor. Taşınmadan önce sizinkiler, iki yıl hapis yattığımı mutlaka söylemişlerdir. Bunu biliyorsunuz. Büyük ihtimalle, Cura’nın üç yıldan fazla hapis yattığı bilgisini de vermişlerdir. Şekerli kahve, içebilirsiniz… İstihbaratınız sağlam, kabul ediyorum. Doğru… Ne zaman biri bana sorsa ” Evet, ona hayranım!” diyorum. Stalin benim idolüm, her şeyimdi. Onu Tanrı’yı sever gibi sevdim… Bir çocuğu, bir anneyi sever gibi… Bugün ise, birçok kötü şey yaptığını söylüyorlar.

Kimisi doğru, kimisi değil. İşlemediği cinayet için onu suçluyorlar. Bazılarını işledi ama. Bu da biliniyor ve ben bunu kabul ediyorum. Ama o dönem, benim için Stalin masumdu. O zaman gençtik, toyduk. Elime bir silah verseler, alıp, adalet için savaşıp ölebilirdim. Gözümün açılması gerekiyordu. Düşünüp taşınıp, kendi kendime “Seni hapse atanlar, senin iyiliğini istiyordu… çünkü ölebilirdin…” demem için. Bugün ise nerede hata yapıldığını, nerede yapılmadığını çok iyi biliyorum.

Burada İliya, kiracısının anlattıklarına biraz boyun eğiyor gibidir. Çünkü aralarında uzun bir ikna süreci başlamıştır. Burada benim en çok dikkatimi çeken monolog şu:

İliya: ” Bütün Avrupa’yı besleyebilirdik!” Bu makalede ne yazmış? Sizin konuştuklarınızı… Tüm bunların kökeni de bu… Senin mi?

Ve cebinden Dayanışma rozeti çıkarır, yani meşhur Polonya “Solidarność” rozeti. Polonya Halk Cumhuriyeti’nin yıkılmasına doğru tersane işçileri tarafından kurulan büyük bir sendikadır cebinden çıkan rozet. Ve İliya “600 yıldan sonra ilk kez bir yabancı Papa oldu, kimdi sence? Bir Polonyalı!” diyerek döneminde büyük karmaşa yaratan John Paul II ‘un Papa olması (1978) olayına dikkat çeker. Polonya’ nın dağılmasına önayak olan bu iki olay yüzünden İliya büyük bir nefret kusmaya başlar. Üzerine yoğun bir çalışmam olmadığı için bu kısmı atlıyorum.

Ve sonunda, İliya’nın yumuşamasını fırsat bularak kaçan kiracı, havalimanında soluğu alır. İliya ise apar topar onun peşinden gider ve perde kapanır. Bir komünist gözüyle baktığımda İliya’nın haksız olduğunu söyleyemem. Topladığı kanıtlar ve hatta akrabasından aldığı bilgiler kiracıyı suçsuza çıkartacak cinsten değildir. Fransa’dan göçmüş bir terzi kılığında ajan olduğu apaçık gözükür. İliya’nın gözünden bakıldığında eskiye hasreti görürüz. Şimdiki sistemden kimse memnun değildir, Yugoslavya yozlaşmaya başlamıştır kapitalizm entegrasyonuyla birlikte. Ve çözümün Stalin’in çizdiği hat olduğunu savunur.

Vatanını Batı’ya kaptırmayacak kadar vatansever, Batı’ya kendini teslim eden devletine karşı fazlasıyla yaşlıdır. Ne olursa olsun özgür olduklarını ve vatanının canı pahasına savunulması gerektiğini özellikle vurgular. Kovaçeviç içinse bu paranoya gereksiz bir sanrıdan ve traji-komediden başka bir şey değildir.

Yazımı bitirirken, ilk satırlarda verdiğim dipnotu metni yorumlarken kullanmalarını tavsiye ederim okuyucuma. Kovaçeviç’in ne kadar komünist olduğunu veyahut hangi görüşten olduğunu henüz bilmiyorum. Lakin bir tiyatrocu olarak bu hususla ilgilenmediğimi ve okurken büyük bir keyif aldığımı söylemem gerekir. Eğer ki bir kitapçıda görürseniz bu metne muhakkak bir şans verin derim, halktan uzak olmadığı için okurken kendinizden de bir şeyler bulacaksınızdır…

DİPNOT

  1.  Afşin Burak Umar ağabeyimin -ki zamanında kendisinden ders de aldım- bir yazısını okuduğumda tam olarak bunları düşündüm. Vartan İhmalyan’ ın Bir Yaşam Öyküsü adlı eserinden bir alıntı yazmıştı, yazıma başlamadan önce o alıntıyı sizlerle paylaşmak isterim, böylece okuyucum böyle bir eseri yorumlarken kara propagandaya maruz kalmaz:

“Kendisi gibi Parti üyesi olan kardeşi Jak ile birlikte Sansaryan Han’da ağır işkencelerden geçen,sürgün yıllarında TKP’nin dış örgütünde ve Macaristan,SSCB ve Çin’deki radyo çalışmalarında görev alan İhmalyan otobiyografisinde komünistler arasındaki iç tartışmalara, kişisel çekişmelere, TKP önderleri ve kadroları (örneğin İsmail Bilen, Reşat Fuat Baraner, Zeki Baştımar, Nazım Hikmet, Aram Pehlivanyan, Mihri Belli ve diğerleri) arasında yaşanan nahoşluklara değinmekle kalmıyor, özetle “komünistin de iyisi kötüsü olur” biçiminde bir tutum benimsiyordu. Henüz liseyi yeni bitirmiş, dünyaya ve ülkeye dair her meseleyi Dünyayı Sarsan On Gün’deki kızıl muhafız gibi “bak kardeşim iki sınıf vardır, burjuvazi ve proletarya, sen hangisindensin?” düalizminde kavrayan genç bir militan gözüyle İhmalyan’ın hem aktardıkları hem de bahsettiğim tutumu bana oldukça tuhaf ve rahatsız edici gelmişti. Bu nasıl olabilirdi?”

KAYNAKÇA

Balkan Ajanı, Duşan Kovaçeviç, Mitos Yayınları

Vartan İhmalyan, Bir Yaşam Öyküsü, Cem Yayınları