İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın helikopter kazasıyla yaşamını yitirmesinin yankıları sürüyor. Yaşanılan olay üzerinde bir dizi tartışma, bugün hem dünya hem de ülke gündeminde farklı eksenlerde yürütülüyor: Kaza mı sabotaj mı? Kazanın İran siyasetinde etkisi ne olur? Türkiye’nin milli yas ilan etmesi doğru mu? Yerini Türkiye’nin insansız hava aracı mı buldu, yoksa bu AKP’nin yeni bir manipülasyonu mu? (*)
Uzatılabilir, ancak İran devlet başkanının ve beraberindeki heyetin bir helikopter kazasıyla yaşamını yitirmesi, bölgesel siyasetin gergin ve İran iç siyasetinin karmaşık olduğu bir tabloda, tartışmaya değer bir konu. Aynı zamanda, Türkiye’deki bu tartışmalarda Filistin mücadelesi ile Hamas arasında yaşanan sıkışmaya benzer şekilde gericilik ve emperyalizm karşıtlığı üzerinden İran’a bakışta da şöyle ya da böyle bir sıkışma yaşandığını göstermektedir.
Ama her şeyden önce birkaç konuya değinmek gerekiyor. Öncelikle, İsrail ve İran arasında yaşanan karşılıklı füze saldırıları sonrası bu kazanın yaşanmasının herkeste bazı soru işaretleri oluşturması doğal karşılanmalı. İsrail-ABD-İngiltere merkezli bir sabotaj olma ihtimalini kesin olarak yok saymak mümkün değil. İsrail’in Gazze saldırısında ve işgalinde, Filistin direnişinin arkasındaki asli gücün İran olduğu düşünülürse şer odaklarından böylesi bir “tuzak” gelmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Ancak, Türkiye sağının yaptığı gibi komplo uydurmak durumunda olmadığımız gibi, komplolarla değil siyasal bir analizle yaşanan vakayı ele almak bizler açısından en doğrusu olacaktır. Sabotaj ihtimali, tek başına can acıtmak değilse, özellikle İran siyasetinde önemli bazı değişimleri tetikleme durumunda bir anlam kazanabilir. Bunu ise, ancak önümüzdeki aylarda görebiliriz.
Bu açıdan kazanın hemen sonrasında İran siyasetinde dengelerin değişeceği bir durum varmış gibi gözükmemektedir. İran müesses nizamının dengelerini değiştirecek ya da ona karşı dinamikleri tetikleyecek bir durum henüz ortaya çıkmış değil. Ancak İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümüne yönelik İran muhalefeti tarafından verilen tepki, mutlaka not edilmek durumunda. Reisi’nin rejimin has ve as isimlerinden ve aynı zamanda 80’lerin sonunda yaşanan devlet terörünün faillerinden birisi olması, İran muhalefeti açısından kaza “milli yas günü” olarak asla görülmemektedir.
Ancak işin tartışılmaya açık kısımlarından birisi de İran “muhalefeti”nin neyi temsil ettiği konusu. Bir yandan devrimci ve komünistler ile diğer yandan liberal ve emperyalizm yanlısı ya da yönlendirmesindeki muhalefet. Bu durum, bugün İran’a bakışta, Türkiye’nin ilerici kesimlerinin ve aydınlarının da kafasını karıştıran bir durum yaratıyor.
İran’da Reisi, Haziran 2021’de gerçekleştirilen seçimlerle iş başına geldi. Tahran’da halkın yüzde 74’nün ülke genelinde ise yüzde 52’sinin sandığa gitmediği ve 4 milyon geçersiz oyun kullanıldığı bir seçimle. İran’da adaylaşmanın doğrudan dini liderin onayıyla gerçekleştiği zaten biliniyor. Toplumsal meşruiyeti hayli tartışmalı bir isim olan Reisi’nin geçmişine yönelik aydınlatıcı bilgiyi ise İran’ın komünist partisi 20 Mayıs’ta yaptığı açıklamayla veriyor:
“1988 katliamı sırasında, çeşitli inanç ve görüşlere sahip, farklı siyasi gruplardan binlerce siyasi mahkûm, Humeyni’nin emri ve İbrahim Raisi gibi canilerin emriyle ölüm mangalarına gönderildi. İran’ın modern tarihinde eşi benzeri görülmemiş bu katliam sırasında İran Tudeh Partisi, İran’daki diktatörlük karşıtı hareketin en önde gelen liderlerini, önde gelen yazar ve çevirmenleri, işçi hareketinin aktivist ve kadrolarını, yurtsever subayları, öğrenci ve kadın hareketinin aktivist ve önde gelen üyelerini kaybetti.”
Reisi’nin 1988 katliamında oynadığı rol kalın harflerle yazılmalı. Bununla birlikte daha yakın zamanda Reisi yönetimine karşı emekçilerin protestoları yaşanmıştı. İslam rejimine karşı “kadın, yaşam, özgürlük” ayaklanması da dahil olmak üzere yaygın halk mücadeleleri İran’ı kasıp kavurmuş, barışçıl halk protestolarına rejimin sert müdahalesi yaşanmış, birçok muhalif idam edilmişti.
İran siyasetinde, gericilik, faşizm ve katliamlarla anılan bir ismin yaşamını kazayla yitirmesinin İran’ın sol ve liberal muhalefetinde yankısı başka iken ülkemizde AKP iktidarı tarafından milli yas ilan edilmesi işin başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Milli yas ilanını, Türkiye ve İran iki devlet ilişkisi zemininde diplomatik bir adım olarak değerlendirenler var. Bununla birlikte milli yas ilan edilmesi konusunda sert eleştiriler de mevcut.
İran, bugün ABD emperyalizminin hedefinde bir ülke. Genel olarak emperyalizmin dünya siyaseti Rusya-Çin karşıtı bir ekseni oluştururken Ortadoğu’da ise somut olarak İran hedef tahtasında. Öncelikle İran’ın jeo-stratejik öneminden bahsedebiliriz: Hem Rusya hem de Çin ile yakınlığı, aynı zamanda Süveyş Kanalı’nı da içeren deniz ticaret yolunda önemli bir askeri güç olması. İran’ın, bu açıdan bölgesel bir güç olarak, emperyalizminin genel ve özel çıkarlarıyla uyumsuz bir güç olduğu açık. Tersinden İran da ABD’yi şeytan olarak kodluyor.
Bununla birlikte bir başka nokta ise İran’ın Ortadoğu’daki etkisi. Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de mevcut hükümet, Yemen’de Samiler, Lübnan’da Hizbullah, Gazze’de Hamas başta olmak üzere Ortadoğu’da İran’ın etkisi açık bir gerçek. İsrail’in güvenliği noktasında İran’ın geriletilmesi, bugün İsrail ve ABD’nin temel politikası. Büyük Ortadoğu Projesi, özünde Irak ve Suriye’nin parçalanması ile birlikte İran’ın etkisinin azaltılması ve İsrail’in güvenliğinin alınmasıydı. İran’ın “Şii Hilali”ne karşı Türkiye’nin önderliğinde Sünni İhvancılık ya da ılımlı İslamcılık’ın devreye sokulması, AKP’nin iktidar “edilişi”nin gökten indirilmediğini gösteriyordu.
İran’ın çevresi bugün ABD askeri üsleriyle donatılmış durumda. Aynı zamanda Körfez Arap ülkeleri, güçlü bir İran karşısında hem ABD’nin taşeronu hem de İsrail’in işbirlikçileri olarak İran’ın karşısında yer almış durumdalar. Benzer şekilde böylesi bir durum Türkiye için de geçerli. Emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi’nin yaşama geçiren AKP açısından Suriye’de ve Mısır’da Müslüman Kardeşleri destekleme siyaseti, ya da neo-Osmanlıcılık ve hilafetçilik, hep İran’ın “Şii Hilali”ne karşı durmak olarak formüle edildi. Ama yukarıda ifade ettiğimiz gibi ılımlı İslamcılığın öne sürülmesi anlamına gelen BOP, İsrail’in güvenliği için İran’ın geriletilmesi ve Ortadoğu’da güçsüz ve zayıf devletler yaratma hedefinden başka bir şey değildi. Erdoğan ve AKP, tam da bu siyasetin aktörleri oldukları için tarihsel ve siyasal anlamda büyük bir suça ortak olmuşlardır. Bunun bir kez daha belirtilmesi önem taşımaktadır.
O açıdan, İran Cumhurbaşkanı’nın ölümü üzerine ilan edilen milli yas, Türkiye’nin ABD ve İsrail’e karşı Filistin Direniş Cephesi’nin parçası olan İran’ın yanında olduğu anlamına gelmiyor. Ama Türkiye’nin hem Irak hem de Azerbaycan siyaseti “gerekçesiyle” İran’ı karşısına almasının “reel politik” bir tarafı da bulunmuyor. Bununla birlikte İran söz konusu olduğunda ayakları havada bir tezi daha burada açmak gerekir; o da Azerbaycan-İran-Türkiye arasındaki ittifak söylemi… Bu devletçi söylem, Azerbaycan’da İsrail üsleri ve Türkiye’nin bir NATO üyesi olması nedeniyle büyük bir demagojiden ibaret.
İran’ın önemi açık olmalı. Bir yandan Ortadoğu’da emperyalizme ve koçbaşı İsrail’e karşı Filistin Direniş Cephesi’nin önemli bir müttefiki olması bakımından. Diğer yandan Rusya ve Çin’in yanında duran bir İran, emperyalist planları bozucu bir unsur olması açısından. İran’ın diz çöktürülmesi ya da Suriye ve Irak’tan sonra 4 parçaya bölünmesine yönelik uzun soluklu emperyalist plan düşünüldüğünde İran’ın emperyalizmin hedef tahtasında bir ülke olduğu su götürmez bir gerçektir.
Öte yandan, tartışılması gereken iki nokta buraya kayıt olarak düşülmeli. İran’daki Türk nüfus ile Kuzey Irak’taki Kürt bölgesi açısından düşünüldüğünde Türkiye’nin “İran’a yönelik” niyetini nasıl okumak gerek?
İran’ın uluslararası alandaki konumu belli. İç siyaset açısından ise İran, teokratik bir devlet olarak siyasal İslamcılık açısından rol model bir ülke konumunda. İran’daki rejim, bir diktatörlük. Kadınlar başta olmak üzere İran halkının temel ekonomik, siyasal ve demokratik hakları budanmış durumunda. İmamlar otokrasisi tarafından yönetilen bir ülkenin son 40 yıldır geriye gitmiş olduğunun altı kalınca çizilmelidir. Siyasal İslam’ın rol model ülkesi İran’da ne demokrasi ne insan hakları ne toplumsal zenginlik ne kadın hakları ne kültürel zemin gelişmiştir. Tersinden büyük bir yıkım yaşamış bir İran bulunuyor karşımızda. 1979 yılında şaha karşı solun ayaklanması ne yazık ki mollaları iktidara taşımış (emperyalizmin buradaki rolü başka bir yazının konusu), sonrasında ise başta sol olmak üzere dinciliğin karşısında olan herkes tasfiye edilmiştir. İran tarihi, aynı zamanda solun makus talihidir. 12 Eylül sonrası Türkiye soluna benzer bir durum bulunmaktadır.
1980 yılında İran’da İslamcı rejim kurulmuş, Türkiye’de de darbe yaşanmış. 20 yıl sonra ise Türkiye’de de İslamcı bir parti iktidara gelerek, bugün anayasa değişikliği önerisiyle İran rejiminden hallice bir siyasal İslamcı model önermektedir. Tam da buradan bakıldığında İran’da gerici molla rejiminin karşısında yer almak Türkiye’deki AKP-MHP iktidarına karşı mücadeleyle paralellik taşımaktadır. İran’da başını kapatmayan kadınların sokak ortasında polisler tarafından kaba dayakla dövülmesi görüntüleri, ülkemizde türban dayatmasında bulunan tarikat-AKP iktidarı düşünüldüğünde ülkemizin ilerici yurttaşlarını tedirgin etmektedir.
Ortadoğu’ya bakınız: Solun olmadığı bir tabloda, dinciler birbirini yemektedir. İsrail lideri Netanyahu, Hamas lideri Haniye, İran lideri Hamaney, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bu dört ismin ortak yanı hepsinin dinci olması. Bunun da emperyalist dünya sisteminin belirlediği büyük oyunda bir detay olarak kenara yazılmasında fayda var.
Tüm bunlarla birlikte, İran’da Musaddık döneminden bu yana var olan güçlü bir İngiliz ve onun yerine ve yanına gelen Amerikan karşıtlığının olduğu su götürmez. Ancak Mollalar rejiminde bunun kapitalizm karşıtı ve tutarlı bir içerikten yoksun olduğunu, Mollalar rejiminin doğal kaynakların yoksul İran halkının kalkınması yerine kendilerini ihya için kullanıldığını ve bu arada söz konusu olan örneğin Almanya veya Fransa olduğunda işbirlikçilikten geri düşülmediğini ve ülke kaynaklarının iktidar ve kişisel çıkarlar için peşkeş çekilmesinde beis görülmediğini unutmamak gerekiyor.
Bu açıdan, İran’ın emperyalizmin hedefinde olması nedeniyle ve emperyalist planlara karşı tavır almak ile Mollalar rejiminin koşulsuz destekçiliği arasında da; İran’ın emperyalizme karşı geliştirdiği savunmacı direnç ile anti-emperyalist mücadele arasında da çok büyük açılar olduğu anlaşılmalı. Hiçbir maddi temeli olmayan “Avrasyacılık” türünden fanteziler ile işçi sınıfı ve halk düşmanı ideolojilerin ve rejimlerin destekçiliğinin en çok emperyalist planların ekmeğine yağ sürdüğü de bilinmeli. Ama emperyalist planların boşa düşürülmesi gereği de unutulmamalı.
Bütün bu tablo karşısında ısrarla hem tarihsel hem de bütünlüklü bir bakış gerekiyor. Hem emperyalizme hem de gericiliğe karşı birlikte bir duruşu sergilemek gerekiyor. Emperyalizme karşı İran’ın yanında yer alacağız, ancak İran rejiminin karşısında da İran’ın yurtsever ve emekçi halkının yanında! Ne sırf ABD’nin hedefinde diye İran rejimine övgüler düzüp, destekçisi olacağız, ne de sırf gerici bir rejim yıkılsın da ne olursa olsun diyeceğiz!
Bu anlamıyla Filistin mücadelesinin çıkarları için İran’ı hedef tahtasına oturtan emperyalizmin karşısında İran’ın yanında yer alacağız, ancak kendi halkına özgürlük tanımayanlar için milli yas da ilan etmeyeceğiz.
(*) Düşen helikopterin yerini Bayraktar İHA’sı mı buldu yoksa İran Genelkurmayı’nın dediği gibi İran İHA’ları mı? Bunu tam olarak bilmiyoruz. Ancak bu konunun bile doğrudan damat Bayraktar’ın reklamı haline dönüştürülmek istenmesi not edilmeli. Daha önce amfibi gemisi seçim otobüsüne dönüştürülmüştü.
Bu haber en son değiştirildi 26 Mayıs 2024 12:01 12:01
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…
Uluslararası Ceza Mahkemesi, (ICC) Gazze'de savaş suçu ı̇şledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…