BAŞYAZI | Türkiye solunda salgın hastalık: Popülizm, pragmatizm, oportünizm
Lenin, sol sapmaya çocukluk hastalığı demişti. Bu sağ sapmanın adını ise biz koymak durumundayız. Sağ sosyalizm ya da küçük burjuva sosyalizmi!
Lenin, sol komünizm bir çocukluk hastalığı demişti. Bu, Almanya başta olmak üzere Avrupa komünist partilerine yönelik bir uyarıydı ve kitleler içerisinde güç olmanın önemine işaret ediyordu.
Bugün de biz komünistleri marjinal kalmakla eleştirip “Bunlarınki de sol komünizm; çocukluk hastalığı” diye suçlamazlar mı? “Keskin devrimci söylemleri bırakın, kitlelerin taleplerine kulaklarınızı açın, onların peşinden gidin” diyerek CHP destekçiliği yapılmasını salık veriyorlar. CHP payandalığı yapılmasını eleştirenleri ise – yani bizleri- eleştirmek için Lenin’in sözlerini kullanarak özünde “sağ sosyalizm”in teorisini yapıyorlar.
Ne de olsa, komünistleri ve aynı anlama gelmek üzere devrimcileri küçümseyen bakış açısına sahip olanlar açısından, ülkemiz bıçak sırtındaydı, köprüden önce son çıkıştaydı ve Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir seçimlerle karşı karşıyaydık. Bu seçim öyle bir seçimdi ki, AKP’nin güven oylamasıydı. Sanki daha 1 yıl önce genel seçimler olmamış gibi bu seçimlerde de AKP’ye kaybettirmek için CHP’yi desteklememek solcuların çocukluk hastalığıydı.
Neredeyse 20 yıldır aynı hikâye. Ekmeleddin’e bile oy attırdılar. Saadet, Gelecek ve Deva Partisi’nden isimleri solcuların oylarıyla Meclis’e taşıttırdılar. Bolu’da ırkçılığı çağrıştıran söylemlere sahip Tanju Özcan’a, Afyon’da “DEM Parti’ye oy verenleri belediyenin kapısından sokmam” diyecek kadar dilinin ayarını kaybetmiş Burcu Köksal’a, Ankara’nın ilçelerinden aday gösterilen eski MHP’lilere bizlerden oy vermemizi, emekçilere oy atma çağrısı yapmamızı istiyorlar. Hatay Büyükşehir adayına değinmek bile gereksiz. 20 yıldır aynı nakarat ve 20 yıldır sağdan kurtulmak adına sağcı adayların yönetime taşındığı bir tablo bize “makul siyaset” ya da “reel siyaset” diye yutturuluyor. Burjuva siyaset ile devrimci siyaset arasındaki farkı ortadan kaldırıp, burjuva siyaseti “reel siyaset” olarak sunuyorlar.
Ülkenin komünist, sosyalist, devrimci ve solcularının üzerinde tam bir mahalle baskısı kuruluyor. CHP’nin ve DEM Parti’nin kurduğu mahalle baskısı, Türkiye sosyalist hareketini kendisi olmaktan çıkarmış durumda. Kendi yolunu çizmek isteyen, solun bağımsız siyasi odağının şekillenmesi gerektiğini söyleyenleri “siyaset yapmamakla, dükkancılıkla, marjinalizmle, siyaseti okuyamamakla, oyun oynamakla, steril solculukla” eleştirenler, düzen siyasetinin açtığı yoldan ilerleyip “kitlesel sosyalist parti” teraneleri altında başkalaşan bir noktaya geldiler.
Değişim iyidir ancak başkalaşmak başka bir şeydir. Bugün Türkiye’de sosyalist mücadele örneğin 1970’lerin ya da 1990’ların kalıplarıyla elbette yapılamaz, ancak ruhunu satışa çıkardığın bir değişimin sonucu tam anlamıyla başkalaşmadır. Bugün bizi çocukluk hastalığına tutulmakla eleştirenler kendilerinin nasıl bir hastalığa tutulduğunu görememektedirler. Deyim yerindeyse burjuva siyasetin efsunlu havasında gerçeklikten kopuk şekilde dolaşıyor, geçmişe, örgüte, yoldaşlığa, disipline, devrimci ilkelere, Leninizm’e küfürler ederek, sanki bir sabah uyanmış da huzur ile doğru yolu bulmuş havalarıyla akıl vermeye başlıyorlar.
“Marjinalsiniz, böyle kitleselleşemezsiniz, halka gitmek lazım, siyaset kirlenmektir, steril ortamlardan çıkın, siyaset yapıyoruz biz, çok takmayın halk yarın unutur, önemli olan hareketin çıkarları, sosyal medyada 5 milyon izleniyoruz, sen hala bildiri mi dağıtıyorsun” gibi argümanları sıralayıp durdular, küçümsediler. Burjuva siyasetin kirli havuzuna atlamayı maharet, kirlenmeyi ise siyaset sandılar.
“Siyaset yaparken kirleneceksin elbette” diyenler Gökhan Zan örneğinde olduğu gibi basbayağı kirlenirken boyunlarını büküp bugün ne diyeceklerini bilemiyorlar. Siyaset kirlenmektir diyenler kitlesellikten, örgütlü kitlesel güç yerine, sosyal medyadaki etkileşimi ve sandıklardan çıkan oyu anlıyorlar. Artık politik doğrular, programatik hat, ideolojik ilkeler yerine barajı geçme ya da kaç oyla seçiliriz hesapları konuluyor. Siyaset gidiyor yerine aritmetik dört işlem geliyor. Belediye meclisine girmenin, belediye başkanlığını kazanmanın, milletvekili olabilmenin aritmetiğine bakılıyor, bunun yolu nereden geçiyorsa oraya yanaşmak “reel siyaset” oluyor.” Eğer kirli bir alanda siyaset yapıyorsan “elbet kirleneceksin” denerek reformizmin yolu döşeniyor.
Aslında söylenen şu: Biz kitleselleşmeyi örgütlenerek değil, burjuva siyasetin yolundan geçerek sağlayacağız. Bugüne kadar bize ezberletilen yol ve yöntem ömür törpüsüydü burjuva siyaset ise o la la… Kitleselleşmek ile kitleleşmek karıştırılırken 150 yıldır devrimci mücadelenin birikimi görmezden geliniyor. Sınıf partisi-kitle partisi farkı yok sayılıyor, kitlesel bir sınıf partisi olmak ile kitle partisi olmak arasındaki ayrım hokus pokusla solcu kadrolara yedirilebiliyor. Kitlesellik adına kitle partisi olma yoluna girenler bunun yolunun da burjuva siyasetinden geçtiğini vaaz edip, bu yolu da “başarı” olarak sunuyorlar. Tam bir yanılmasa hali. Duyarlılıklar üzerinden kapsanmaya çalışan “kütleleri” toplumsal dinamik ya da kitlesel güçle karıştırıyorlar.
Devrimci ilkeleri ve programatik hattın yerine matematik siyasetini koyup burjuva siyasetin kulvarına girenler açısından bundan sonra gelecek adımlar ya da davranışlar kimse için şaşırtıcı olmasa gerek: Pragmatizm, popülizm ve oportünizm
Çıkarcılık, fırsatçılık ve popülercilik, artık siyasetin asli unsurları haline geliyor; program, ilkeler, değerler, ideoloji gibi bütün olgular önemsiz kılınabiliyor. Buna eklenmesi gereken bir başka nokta ise güç tapınmacılığıdır. İçeriğin değil biçimin, niteliğin değil niceliğin, olgunun değil algının yerini aldığı bir dışavurumculuktur bu. “Kaç kişi var, kaç kişi toplamışlar, kaç kişi izlemiş, kaç etkileşim almış?” Artık devrimci fikirler değil, en çok adam toplamak prim yapıyor. Ama Lenin’in sözleri orta yerde durmaya devam ediyor:
“Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz!”
Popülizm kavramı eskiden daha farklı bir anlama sahipti. Popülizm halkçılık anlamına gelir. Örneğin Rus Narodnikleri gibi. Lenin Rus Halkçılarına karşı mücadele ederken polemiklerinde sınıf mücadelesini merkeze koymuştu.
Teoride popülizmin karşıtlığı ise seçkinciliktir. Sıradan insanlara hitap edip bir elitizm belirler ve onu düşman seçerler. Daha çok sağ popülizm böyle yapar. Sol popülizm ise geniş halk yığınları adına konuşup, “elitistleri” (şimdiki saray rejimini) hedef gösterirken sistem eleştirisini de gündeme getirir. Sınıfları yok sayanlar örneğin başka kavramlar da geliştirirler. Oklokrasi, bilinci olmayan büyük kitlelerin desteği ile devlet yönetimini ele geçirip burada bir nevi diktatörlük kurmayı anlatır. Otokrasiyle benzeştirirler. Sınıfları göremeyen liberallerin kavramlarıdır bunlar. Biz komünistler ise sınıf mücadelesi üzerinden bir mücadele hattını benimseriz. Elbette halk adına mücadele eden devrimci bir geleneğimiz ya da halkçı bir damarımız ise hep vardır, çünkü halkın büyük çoğunluğu emekçilerdir. Sınıf yerine halkçılık ve sınıf örgütleri yerine halk önderleri üzerinden sol siyaset tartışması yeni değildir, bugünkü tabloya gelirken bu tezleri ileri sürenlerin kim oldukları bizim mahallemizde çok iyi bilinmektedir. Sol örgütlü mücadele iken, sağ hep liderlik kültünü ifade etmedi mi? Bugün solda liderlik kültü ile kariyerizmin nasıl örtüldüğünün örneklerini çok iyi izliyoruz.
Popülist siyasetin bir başka örneği de popüler figürlerle siyaset yapmaktır. Tanınmış figürler üzerinden siyaset yaparak daha etkili olma davranışı bir burjuva siyaset tarzıdır ve bu Türkiye soluna da sirayet etmiştir. Popüler figürün ideolojisi, birikimi, eğitimi ya da savunduğu değerlerin bir yerden sonra önemi kalmıyor ve tanınmış olması yeterli bir eşik olarak görülebiliyor. Elbette sosyalistler aydınları, yazarları, sanatçıları, bilim insanlarını aday gösterebilirler ancak burjuvaları, “astrologları”, “Bach Bitki Terapistleri”ni aday gösteremezler. Hele hele daha iki gün önce faşist bir partiden aday olan kişiyi kendilerine -önemli bir ilde- aday diye seçmek, bir örgütlenme faaliyeti olarak savunulamaz. Ne yazık ki bunu bile ciddi ciddi formüle edenler çıktı…
Popülizm, oportünizmi getirir. Ya da tersi… Oy gelsin diye popüler figürlerle iş yapma siyaseti.
Oy uğruna ilkelerini kenara koymak sadece burjuva siyasetinde değil artık solda da görülüyor. Örneğin CHP Hatay BB adayı Lütfü Savaş konusunda çok ses çıkartıp, eleştirip, protesto edip ama karşısına bir aday çıkarmamak oportünist siyasetin ne demek olduğuna bir başka örnek oluyor. Hatay’da faşist İyi Parti’den transfer edilerek TİP adayı yapılan topçu Gökhan Zan’ın elde patlaması kadar aynı zamanda aday göstereceğim deyip son anda Hatay Büyükşehir Belediyesi’ne aday göstermekten vazgeçen ya da hiç aday göstermeyen örneklere ne demeli? “Örgütlü gücümüz ve çalışmamız olmadığı için aday göstermedik” anlaşılır bir gerekçe olabilirdi; ancak örgütlü çalışma yürütülmeyen başka illerde aday gösterilince bu durum da oportünizme başka bir örnek olarak yazılmak durumunda.
Oy uğruna politik doğruların delik deşik edildiği örneklerden birisi de Kadıköy’de yaşanmıyor mu? Aday olduğu partinin değil de büyükşehir seçimlerinde CHP adayı İmamoğlu’na destek açıklaması yapan bir belediye başkan adayını “kabullenmeyi” nasıl tarif etmek gerek? “Oy uğruna ya rab, ne sözler yutuluyor!”
Geçenlerde söylenen bir söz burada mutlaka vurgulanmalıdır: “İlkelerinizden bir kez taviz verirseniz, bir daha dikiş tutmaz”. Aynen; genel seçimlerde bir oy Kılıçdaroğlu’na siyaseti örneğin bugünkü yerel seçimlerde de CHP adaylarını gözetmeye götürüyor. Hem Hatay’da hem İstanbul’da! Bir kez taviz verirseniz, dikiş tutturamazsınız.
Bugün Türkiye sosyalist hareketini etkileyen ağır bir salgından bahsedebiliriz. Popülizm, pragmatizm ve oportünizm. Bu salgını nasıl bir hastalık tanımına sokacağımız başka bir yazının konusu. Lenin, sol sapmaya çocukluk hastalığı demişti. Bu sağ sapmanın adını ise biz koymak durumundayız.
Sağ sosyalizm ya da küçük burjuva sosyalizmi!
Bir dizi retoriği vardı: “Lanet olsun içimdeki insan sevgisine…” Bizimkisi de o durum… İçimizdeki devrim sevgisi ve devrimci değerler ne yazık ki “siyaset yapmamıza” engel oluyor.
Çünkü siyaset denince biz burjuva siyaset değil devrimci siyaset anlıyoruz!