Bilal Erdoğan’ın çelişkisi ya da münevverliğe öykünmenin bahtsızlığı

Güya modernizm eleştirisi üzerinden İslamcı münevver ayaklarına siz siz olun kanmayın. Peşinden gittikleri fesli Kadirlerin, Necip Fazılların, Abdülhamitlerin Gazali’nin torunları olduğunu iyi bilin.

Bilal Erdoğan’ın politik görüşlerine dönük bir yazı değil bu. Burada söylenebilecek çok şey var. Malum kendisi AKP’nin Kocaeli’de düzenlediği ‘İnsan Hakları Eğitim Kampı’nda yaptığı konuşmasıyla gündemde.

Örneğin sığınmacılar gündeminde doğrudan Suriyeli sığınmacıların suç sayısı ya da oranının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının suç sayısı ya da oranından az olduğunu söyleme gereği duyuyor. Suriyeli sığınmacılar sorunu ülkemizin en önemli sorunu iken, bu durumu sorun olarak görmek yerine, tersinden sığınmacı alan ülkelerin ekonomik olarak daha da zenginleşeceğini ifade etmekten çekinmiyor.
Bunun anlamı şudur: Suriyeli sığınmacılar ucuz emek gücü! Ama AB’nin sığınmacı gettosu mu olmuşuz, Suriyeliler niye yurtlarından olmuşlar, ABD ve İngiliz emperyalizmi Siyonizm için Suriye’yi niye yıkmaya çalıştı gibi sorular onun ideolojik dünyasında başka yanıtlara sahip.

Sonra EYT konusuna değiniyor, kendisinin de EYT hakkına sahip olduğunu belirterek erken emekliliğin karşısında olduğunu söylüyor. Yani “Bakın ben bile bu haktan yararlanıyorum ama buna rağmen doğru bulmuyorum. Çünkü ben bir ekonomistim.” diyor. Fakat kendisinin EYT’li olması için kaç yaşında sigortalı olduğunu ve neden sigortalı ‘çalışmak durumunda’ kaldığını söylemiyor. Milyonlarca insan sigortasız çalışırken onun o yaşta sigortalı gösterilmesinin ne anlama geldiğini ülkemiz insanı çok iyi bilmektedir, mesela.

Tıpkı babası gibi kendisinin de ekonomist olduğunu söyleyerek aslında dile getirdiği konulara nasıl vakıf olduğunu ya da kifayetini belirtmeye çalışıyor, göstermek istiyor. Kendini ekonomist olarak gören Bilal Erdoğan’ın ekonomi hakkında görüşlerini yukarıda kısaca yazdıktan sonra şimdi de tarih ve ideoloji alanına dönük sözlerine şöyle bir bakalım.

Ama ilk saptama şu: Sonuna kadar ideolojik bir isim. Batı görmüş tam bir siyasal İslamcı. Söylemlerinde İhvancılık ruhu var!
Gençlere sesleniyor ve şu cümleleri dile getiriyor: “Bir Adam Smith okurken, yanına bir İbn-i Haldun koyun. Bir Karl Marx okurken, yanına İbn-i Sina koyun. Bizim de düşünce büyüklerimizi ihmal etmeyin. Mehmet Akif ne anlatmaya çalışıyor. Cemil Meriç’in derdi ne? Hiç olmazsa bunu anlayalım çünkü onlarda şunu göreceksiniz. Batı’nın endüstri devriminden sonra aşağılık kompleksine sahip bir entelektüel sınıfımız oluşuyor. Yani bak aldılar, yürüdüler, biz geride kaldık. Onlar ileri, biz geri.” Bu isimlere Nurettin Topçu’yu da eklemesinden, kendi ideolojik dünyasını entelektüel bir çerçeveye sığdırma gayreti hissediliyor.

Batı karşısında, bizim “entelektüel sınıfın”, gençlerin son dönem moda deyimiyle “ezik” olduğunu düşünüyor. Kendince çağdaşlaşma, batılılaşma, modernleşme vs. gibi kavramsallaştırabileceğimiz seküler kesimin düşünce dünyasını kendince eleştiriyor. Ya da bilim-din, doğu-batı, dincilik-laiklik, muhafazakarlık-çağdaşlaşma, Cumhuriyet-Osmanlı, İslam dünyası-Hristiyan dünyası vs. ne derseniz deyin bu ikilikler üzerinden batının (modernizmin) karşısında doğunun ya da İslam dünyasının aslında üstün olduğunu, ama bunun bilinmediğini söylüyor. “Batıcıların” gözüyle bakmayın demeye getiriyor bunu anlatmaya çalışıyor.

Öncelikle Adam Smith ve Marks gibi yazarlarla birlikte İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Haldun, İbn Rüşd gibi dönemin İslam uygarlığının önemli isimlerini okumayı salık vermek reddedilebilir mi? Bu isimlerin, aynı zamanda, kendi bilgi birikimlerini doğrudan Yunan felsefesi üzerine inşa ettiklerini ve onu ileriye taşıdıklarını da ekleyerek tabi.

Evet, Mehmet Akif’i okumak gerek. Mehmet Akif’in aynı zamanda Abdülhamit karşıtı olduğunu da ifade ederek, örneğin.

Yine Aynı Abdülhamit’in örneğin İbn-i Haldun’u yasakladığını da söyleyerek, bilerek.

Cemil Meriç ya da Nurettin Topçu gibi muhafazakâr isimlerin aynı zamanda sosyalistliklerine de değinerek.

Bilal Erdoğan, batının sanayileşme sonrasında ilerlemesi karşısında Türk aydının ezik olduğunu ve batı karşısında kompleks duyduğunu savlıyor. Fakat söylemediği şu: Türk aydının Osmanlı’nın ve genelde İslam dünyasının geri kalmasının altındaki nedenleri ortaya koyarken, bunun nedenlerinin bugün bizatihi Bilal Erdoğan’ın temsil ettiği çizgiden kaynaklandığını söylemiyor. Yine aynı şekilde Türk aydınının bu çizginin karşısında bir başka bir çizgiyi temsil ettiğini görmezden geliyor ya da söylemek işine gelmiyor.

Bakınız, batı dünyasında İbn-i Rüşd, İbn-i Sina ve İbn-i Haldun çok iyi bilinmektedir. 12. ve 13. Yüzyılda kiliseye karşı devrimci fikirlerin ortaya çıkması Aristoteles’in yeniden keşfiyle ve başta İbn-i Rüşd’ün eserleriyle olmuştur. Modern felsefenin doğuşuna kaynaklık etmiştir. Keza İbn-i Haldun özellikle 19. Yüzyılda batıda üzerinde çokça durulan isimlerin başında gelir. Ama İslam dünyası İbn-i Rüşd’ü ve İbn-i Haldun’u çok iyi bilmezken Gazali ise batıda çok tanınmıyor.

Ama İbn-i Sina dinden çıkmakla suçlanmış, evi basılmış, kitapları yakılmış ve Osmanlı’da kitaplarının okunması medreselerde yasaklanmıştı. İbn-i Sina kafirlikle suçlanmıştı.

Keza Farabi de…

Yine İbn-i Haldun’un kitabı Abdülhamit tarafından yasaklanırken, Cumhuriyet döneminde çevrilmiş ve basılmıştı.

İbn-i Rüşd, Gazali’yi hakikat arayışında olmaksızın dönemin felsefecilerini eleştirdiği için eleştirmiş, Gazali çizgisinin karşısında yer almıştır. Gazali’nin İslam’ın Ortaçağ kapısını açan Tehafütü’l-Felasife eserine karşı İbn Rüşd, Tehafüt’t-Tehafüt, yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” kitabını yazmıştı. Bu kitap başta olmak üzere İbn Rüşd’ün eserleri yasaklanmış, 1000 yıldır medreselerde okutulmamıştı. Ta ki Cumhuriyet dönemine kadar.

İmam Gazali; İmam Eş’ari ve İmam Şafii ile birlikte nakilci ekolü temsil etmiş, İbn Sina, Farabi ve İbn Rüşd gibi isimlerin tersine, aklın yetersiz olduğu tezini savunmuştur.

Felsefeyi ve aklı, İslam dünyasında yasaklayan ise Gazali’den başkası değildi. Nizami medreselerini kuran Selçuklu veziri Nizamülmülk, medreselerin başına Gazali’yi getirmişti. O medreseler, Selçuklu’dan Osmanlı’ya İslamcılığın kaleleri olarak işlev görmüştü.

Gazali’nin temsil ettiği İslam ve İslamcılık zihniyetinin bayraktarlığını bugün sizce kimler yapıyor? Bu çizginin evrimsel süreci bugün kimler tarafından sürdürülüyor?

Bilal Erdoğan, gerçekten, neyi temsil ediyor? Hangi ideolojik çizginin ya da hangi ideolojik formasyonun taşıyıcısı? Ya da politik olarak temsil ettiği çizginin tarihsel uzanımı nereye dayanmaktadır?

İbn-i Rüşdlerin mi, İbn-i Sinaların mı, İbn-i Haldunların mı, Mehmet Akiflerin, Nurettin Topçuların mı, Cemil Meriçlerin mi?

Yoksa fesli Kadir’in, Necip Fazıl’ın, “ulu hakan” Abdülhamit’in, Nizamülmülk’ün, Gazali’nin dünden bugüne gelen tarihsel çizgisine mi?
İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Farabi vs. okumayı önermek, Gazali çizgisiyle hesaplaşamayanlara düşebilir mi? Düşüncede, ideolojide, siyasette bir tutarlılık gereksiz mi bir ayrıntı mı?

Güya modernizm eleştirisi üzerinden İslamcı münevver ayaklarına siz siz olun kanmayın. Peşinden gittikleri fesli Kadirlerin, Necip Fazılların, Abdülhamitlerin Gazali’nin torunları olduğunu iyi bilin.

Ama siz Adam Smith’i, Marks’ı, İbn-i Rüşd’ü, İbn-i Sina’yı, İbn-i Haldun’u okumayı sakın ha unutmayın!

Bir de felsefeyi!