Bilim ve laiklik

Marceau Pivert ‘in sözleriyle “O bir bilim insanıdır, elbette bir laboratuvar insanıdır ama kendisini yalnızca çalışmaya, doğa kuvvetlerini araştırmaya değil, toplumsal mesele gibi zahmetli bir konuya adamaktan da çekinmeyen bir bilim insanı, bir eylem insanıdır"

Herhalde birliktelikleri hakkında en son yazı hazırlanacak iki öğe bilim ve laiklik olsa gerek, çünkü tam bir ‘malumun ilanı’ durumu söz konusudur burada. Öyle ya, eğer bilimi bilinmeyenin araştırılması, nedenlerin bulunması, var olan bilginin sorgulanması olarak tanımlayacak olursak, elbette bunu yapacak kişinin kafasında hiçbir önyargı, dogma olmaması gerekir. Yani, en azından, dini duygularını laboratuvarın dışında bırakması, din işlerini bilim işlerine karıştırmaması gerek. “Din, insanın kavrama yeteneğinin ne denli zayıf olduğunun dışa vurumudur” sözünü nerede okumuştum anımsamıyorum ama bence bilim için laikliğin zorunluluğunu çok iyi anlatır. Tıpkı Nobel ödüllü Samuelson’a atfedilen “Güneşe tapılan bir ülkede ısı kanunları iyi anlaşılmaz” sözü gibi; herhangi bir tapınma durumunda doğanın yasalarının araştırılamaz. Zaten aydınlanmanın, laikliğin, bilimin sloganı ortaktır: ‘sapere aude’ (bilmeye cesaret et).

O zaman şu soru akla gelebilir; ‘İslami bilimin parlak dönemleri nasıl açıklanacak?’ Doğrusunu söylemek gerekirse, bilim tarihinde dinle birlikte anılan bir dönem yoktur. Demek istediğim, Yahudi bilimi, Budist bilim, İslami bilim gibi bir kavram yoktur; ancak belirli bir coğrafyadaki sosyoekonomik yapı, o bölgeyi bilimde öne çıkartabilir. ‘İslam biliminin parlak yılları’ denilen dönem, tüm doğuda bilimin yükseldiği dönemdi ve kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde doğunun, batıya göre daha ileride olmasına bağlıydı. Kaldı ki zamanın Çin, hatta Hint bilimiyle kıyaslandığında İslam coğrafyası pek zayıf kalacaktır.

İslam’ın bilimde önde olduğu çok kısa bir dönem de vardır tarihte. Abbasiler zamanında egemen düşünceden ayrılan (‘itizal’ eden, mutezile) bir grup, kutsal kitabın Allah’ın sıfatı olmadığı, sadece ürettiği bir eser olduğunu düşünüyordu. Böyle bakınca, Kuran tarihselleşiyor ve toplumsal gelişime koşut olarak yorumlanabiliyordu. Bu görüş, Abbasilerden Halife Memun zamanında, kısa bir süre (813-833) iktidarda kalmış ve o dönemde bilim açısından çok parlak bir dönem yaşanmıştır. Ancak kısa sürmüş ve Halife Müvekkil sert bir biçimde bastırmıştır.
Şimdi diyeceksiniz ki, böylesine ‘malumun ilanı durumu’ için neden bu kadar yazdın? Aslında amacım yaklaşık bir yıl önce Ginko Kitap’ın bastığı Paul Langevin’in ‘Bilim ve Laiklik’ kitabından bahsetmekti ama konunun çekiciliği bana lafı uzattırdı. Neyse, Mustafa Öcal’ın çevirdiği kitapta Deniz Uztopal’ın dönemi ve kitabı açıklayan kapsamlı bir önsözü de olduğunu söylemeliyim.

Paul Langevin 1872- 1946 yılları arasında yaşamış bir Fransız fizikçi. Doktorasını Pierre Curie’nin yanında yaptıktan sonra, aynı enstitüde çalışmaya devam eder. Manyetizma, özel görelilik kuramı, ikizler paradoksu gibi pek çok çalışmasıyla adını fizik tarihine yazdırmıştır. Kitabı oluşturan konferansı düzenleyen Marceau Pivert ‘in sözleriyle “O bir bilim insanıdır, elbette bir laboratuvar insanıdır ama kendisini yalnızca çalışmaya, doğa kuvvetlerini araştırmaya değil, toplumsal mesele gibi zahmetli bir konuya adamaktan da çekinmeyen bir bilim insanı, bir eylem insanıdır”. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında antifaşist mücadelenin öne çıkan isimlerinden birisiyken, savaş sonrası Fransız Komünist Partisi temsilcisi olarak Paris Belediye Meclisinde yer almıştır. Fizik ve Barış alanında çok sayıda ödülü olan Langevin 25 kez aday gösterilmesine karşın Nobel Fizik Ödülü’nü, olasılıkla politik tutumu nedeniyle, alamamıştır. Yanılmıyorsam Yaşar Kemal’in bile adaylığı bu kadar çok gündeme gelmemişti.

Cep boy, 64 sayfalık bu kitaba aslında kitapçık demek daha doğru olacak; üstelik önsöz, giriş, biyografiler, kapanış konuşması da yarısını oluşturuyor. Yani anlatmaya başlarsam neredeyse tümünü aktarmış olacağım. O zaman diyorum ki sadece birkaç alıntıyla yetineyim:

*Düşüncenin spesifik uğraşına (bilimsel düşünce) duyulan bu güvenin laik tutum dediğimiz şeyin temeli olduğuna inanıyoruz.
*Sonuç felaket olsa bile onu öngörmek ve anlamak, gelişigüzel dış iradelere teslim olmaktan daha güven verici, ahlaki olarak daha sağlamdır.
* Savunmak ve geliştirmek istediğimiz laik düşüncenin farklı çağlarda bilimin bulgularına dayandığı su götürmezdir.

Ve Marceau Pivert’in kapanış konuşmasındaki son cümlesi “Bilim sayesinde tüm engelleri azaltacağız, tüm musibetleri defedeceğiz ve özellikle de savaş canavarının üstesinden geleceğiz… İnsanlık bilim insanları sayesinde, bilimsel yöntemler sayesinde, laik zihni oluşturan disiplinler sayesinde savaşı yenecektir.”

Yazarın Diğer Yazıları
Bilim ve laiklik 1 Eylül 2024
Carmina Burana 18 Ağustos 2024
Sputnik şoku 4 Ağustos 2024