BOP ve Kürtler: Amerikan mandası ehven-i şer mi?

BOP ve Kürtler: Amerikan mandası ehven-i şer mi?

17-08-2024 12:50

21. yüzyılın başlangıcı ile birlikte ABD emperyalizmi tarafından ortaya atılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bölgede Kürt sorunu ve Kürt devletleşmesi açısından da açılan yeni bir perde olmuştu.

Neşe Deniz Babacan

BOP ve Kürt sorunu birlikte ele alındığında konunun ele alınması gereken birkaç yönü öne çıkmaktadır. Güncel olarak gelinen aşamayı da bu yönlerle birlikte değerlendirmek isabet olacaktır.
Bunlardan birincisi Kürt devletleşmesinin geldiği aşama olarak ifade edilebilir. Emperyalizm açısından ve BOP bağlamında Ortadoğu’da yapılmak istenen düzenleme operasyonun Kürt devletinin kurulması gibi bir yan taşıdığı açıktır. Bunun öncelikle Irak ve Suriye’nin parçalanması gibi bir tarafı olduğu bilinmekte idi. Son yirmi yıl içerisinde bu başlıkta yaşanan gelişmeleri yazımızın ilerleyen kısımlarında ele alacağız.

İkincisi, İran ve Türkiye gibi Kürt meselesi ile içli dışlı olan ülkelerin bu süreçte aldıkları ya da gelecekte alacakları pozisyonlar ile ilgilidir. Bu anlamda son yirmi yıl içerisinde NATO üyesi Türkiye ve emperyalizm ile “ihtilaflı” bir seyir izleyen İran’ın tepesinde “bölünme tehdidi”nin devam ettiğini dile getirmek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla gerek iki ülke arasında gerekse İran ve Türkiye’nin emperyalizm ile ilişkileri bağlamında BOP’un etkileri olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Üçüncüsü ve güncel anlamda da dikkate alınması gereken en önemli başlık İsrail’in pozisyonu ile ilgilidir. BOP’un önemli ayaklarından bir tanesinin İsrail’in güvenliği ve İran’ın geriletilmesi olduğu açıktır. Bu durum emperyalizmin Ortadoğu’daki bölgesel eksenlerinden biri İsrail-Kürdistan hattının dikkate alınması gerektiğini ve gelişmeleri bu çerçevede de ele almak zorunluluğunu beraberinde getiriyor.
Kürt siyasi hareketi ile İsrail üzerinden şekillenen eksenin tutkalının emperyalizm olduğu ve bu anlamda BOP’un her iki tarafa da olanaklar sağladığını söylemek ise yanlış olmayacaktır. Bahsettiğimiz konunun nesnel ve öznel yanlarına girmek gerekirse; nesnel kısmın Kürt siyasi hareketi, öznel kısmın ise İsrail tarafından inşa edildiğini ifade etmek durumundayız. Nesnel yan Kürt ulusalcılığının Filistin gündemindeki “kayıtsızlığı” olarak ele alınabilir. Genel anlamda İsrail saldırganlığına ve katliama karşı olmanın ötesinde Filistin’deki kurtuluş mücadelesinin Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi ile aynı kefeye koyularak “ihmal edilmesi” bu bahsettiğimiz boyutu oluşturmaktadır. Konunun bam telinin ise anti-emperyalizm olduğu ise herkes için açık olsa gerektir. Irak’ta Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), Suriye’de ise PYD’nin ABD ile yürüttüğü açık işbirliği bahsettiğimiz nesnel yanı güçlendiren önemli faktörler olarak not edilmelidir.

İsrail tarafından temsil edilen öznel taraf ise Filistin’e dönük saldırganlık ve İran’la olan ihtilaflı durumda cisimleşmektedir. Dolayısıyla, Filistin konusunda “ikircikli ya da ihmalkâr” olarak niteleyebileceğimiz Kürt ulusalcılığı İsrail’in güvenliğinin sağlanması denilen başlıkta anti-emperyalist cepheyi boşaltmıştır. Diğer taraftan İran’ın Kürtler açısından “sömürgeci ve işgalci” olarak tanımlanması da, emperyalizmin ve dolayısıyla Siyonizmin İran karşıtı pozisyonuna güç veren bir nokta anlamına gelmektedir.

Dördüncü nokta ise bölgesel savaş konusu ile ilgili değerlendirilebilir. BOP’un, emperyalist işgal, savaş ve vekalet savaşları, ılımlı İslâm projesi ve cihatçı örgütlerin desteklenmesi ile açmış olduğu perde bugün yeni biçimler kazanarak güncellenmeye çalışılıyor. 2014-2015 dönemi itibari ile İslâmcı örgütler ile iş birliğini kenara koyarak Kürt siyasi hareketi ile işbirliğine ağırlık veren ABD’nin Ortadoğu’yu dizayn politikasını bir de bu eksende değerlendirmek gerekmektedir. Bu noktada, Irak’ta Barzani yönetimi aracılığı ile konsolide olan özerk yönetim, ABD’ci bir eksende şekillenen Irak merkezi yönetimi ve NATO üyesi Türkiye’nin Irak politikası doğrultusunda girmiş oldukları yol Amerikan barışının önemli bir ayağı olarak nitelenebilir.

Tüm kanatlarıyla birlikte Kürt siyasi hareketi, üçüncü dünya savaşı tahlili yaparken Ortadoğu’daki savaş tablosunu ise Kürt devletleşmesi açısından bir fırsat olarak görmektedir. Bununla birlikte İran ve Türkiye’nin emperyalist ve işgalci bir güç olarak tanımlanması ulusal kurtuluş mücadelesi için bir motivasyon kaynağı olarak kullanılırken, esas düşman olan emperyalizm geri plana atılmaktadır. Bu durumun yakın geçmişte IŞİD’e karşı mücadele adı altında anti-emperyalist mücadelenin geri çekilmesini teorize eden ve pratikte hayata geçiren bir anlayışı da beraberinde getirdiği unutulmamalıdır.

Ortadoğu’da bir tarafında emperyalizmin ve İsrail’in olduğu, bölgesel savaş olasılığının güçlendiği bu dönemde Kürt siyasi hareketinin gerek bölgesel güçler gerekse emperyalizm arasında bir dansa girişmesi yüksek bir olasılıktır. Bu dansın çıktısının ne olacağı ise yaklaşık son yirmi yıllık dönemde çeşitli örneklerle ortaya çıkmıştır. Şimdi bu sürecin detaylarına kısaca göz atabiliriz.

EMPERYALİZMİN GÖLGESİNDE ULUSAL KURTULUŞÇULUK

Türkiye’yi de kapsayacak şekilde Ortadoğu’da Kürt meselesi önemli bir başlık olarak karşımızda durmaya devam ediyor. Meselenin önemine emekçi temelli bir bakış açısıyla yaklaşım geliştirmek istiyorsak o zaman Marksist bir yaklaşıma ve Leninist bir politikaya ihtiyacımız olduğu açıktır. Ancak bölgede Kürt siyasi hareketinin yönelimleri bunların dışında bir çizgide, emperyalizmin belirleyiciliğinin gölgesinde gelişmektedir. Pratik sonucun ise Kürtler için Amerikan mandasının gündeme gelmesidir. Burum genel anlamda ehven-i şer olarak lanse edilmektedir.

Bunları ifade ettiğimiz zaman, Kürt siyasi hareketi cephesinden, öyle bir şeyin asla gündeme gelmeyeceğinin ve meselenin Amerikan mandası değil statü arayışı olduğunun söyleneceğine emin olabiliriz. Ancak tarih, yakın dönem siyasi gelişmeler ve güncel durum pek de öyle söylemiyor.

STATÜ ARAYIŞINDAN ADIM ADIM MANDACILIĞA

Bilindiği üzere manda yönetimleri 20. yüzyılın başlarında kendi kendini yönetme kapasitesi olmadığı öngörülen ya da böyle bir kapasitenin geliştirilmesi gerektiği söylenen uluslar ya da devletler için emperyalist hegemonyanın tarif ettiği yönetim biçimlerinden bir tanesi olarak gündeme gelmişti. Ancak ilk başta emperyalizmin uydusu haline gelen yapıların refaha kavuşacağı propaganda edilse de, manda yönetimlerinin emperyalist sömürgeciliğin bir türü olduğunun görülmesi için fazla zaman geçmesine gerek kalmamıştır. Dolayısıyla, dünya üzerinde bugün mandacılığın ezilen halkların kurtuluşu ya da ulusal kurtuluş mücadeleleri açısından hiçbir meşruiyeti bulunmamaktadır.
Filmi hızlı bir şekilde günümüze sarabiliriz. Bugün Ortadoğu’da Kürt siyasi hareket(ler)ini mandacılığın kucağına iten faktörleri ele almak gerekirse şu başlıkları ifade etmek doğru olacaktır.

EMPERYALİZMİN ÇIKARLARI

1-) Başta ABD olmak üzere bugün emperyalizmin Ortadoğu’da çıkarlarını temsil eden başlıklar, İsrail’in güvenliği, başta İran olmak üzere Direniş Ekseni’nin geriletilmesi, iki kutuplu dünya döneminde ortaya çıkmış olan seküler ve bağımsızlıkçı rejimlerin tasfiyesi, petrol ve doğalgaz kaynakları ve transfer yolları üzerinde hegemonyanın devamı, daha güncel bir başlık olarak Rusya’nın bölgedeki askeri, siyasi etkinliğinin ve Çin’in iktisadi etkinliğinin sınırlandırılması/dengelenmesi olarak tarif edilebilir.

EMPERYALİST SİYASET

2-) İki kutuplu dünya konjonktürünün sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşü sonrasında ABD emperyalizmi Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) devreye sokmuştur. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu’daki tüm savaşların, katliamların ve sınır değişikliklerinin en temel nedeni BOP olarak ele alınmalıdır. Bu noktada ABD’nin Eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2003 yılında “Ortadoğu’da Türkiye de dahil 22 ülkenin sınırları değişecek” sözlerini hatırlamak yerinde olacaktır.

Tüm bunlar için emperyalizm işgal, savaş, siyasal İslâm ve cihatçı terör aracılığı ile bölgeye müdahale, ekonomik-siyasi yaptırımlar ve bölgedeki işbirlikçilerinin her düzeyde tahkimatı gibi yollara gitmiştir. Bölgedeki ülke ve siyasi hareketlerin pozisyonları da bunlar üzerinden belirlenmektedir. Bu noktada en önemli ayracı ortaya koymak gerekir. Anti-emperyalizm ve emekçi halkların çıkarları üzerinden bir bağımsızlık mücadelesi verilmediği noktada, eninde sonunda emperyalizmin güdümünde bir siyasi hatta girildiğinin kabul edilmesi gerekmektedir. İster NATO üyesi bir ülke olun, ister Irak’ın parçalanması üzerinden özerklik elde edin ya da Suriye’nin parçalanması üzerinden statü kazanın pratik sonuç pek de değişmemektedir.

SÜREÇ IRAK’LA BAŞLADI

3-) Bu anlamıyla Kürdistan Demokrat Partisi’nin ve Barzani ailesinin Irak’taki emperyalist müdahalenin hemen ardından özerk bir yönetime kavuşması, Kürt milliyetçi çizgisi tarafından bir kazanım olarak lanse edilse de Amerikan gölgesi altında bir yönetimine geçildiğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Amerikan desteği ve kimi zaman Fransa ile geliştirilmeye çalışılan ilişkiler her zaman Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin “gelişmesine destek” olarak ifade ediliyor. Oysaki ortadaki temel olgu Kürtlerin kazanımlarından ziyade emperyalizmin çıkarları olmaktadır. Buradaki çıkarlar silsilesini ise birinci maddede ifade etmeye çalışmıştık. Bu çıkarlar ile uyumlu olunduğu sürece size yaşam şansı tanıyan bir emperyalist anlayıştan bahsettiğimiz açıktır. Bunun için Barzani yönetiminin 2017 yılında ortaya attığı “Kürdistan Bağımsızlık Referandumu”nun Amerikan yönetimi tarafından zamansız görüldüğü için veto edildiği sürece göz atmak yeterli olacaktır. ABD’nin vetosuna rağmen İsrail’in referanduma destek mesajı vermesi ise ABD ile İsrail arasındaki bir çelişkiden daha çok İsrail’in bölgesel çıkarlarının cisimleşmesi olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede bir değerlendirmeye yazımınızın ilk bölümünde yer vermiştik.

SURİYE’DEKİ GELİŞMELER

4-) Diğer taraftan 2011 itibariyle Suriye’ye dönük emperyalist müdahale özellikle 2014 sonrasında ABD’nin Kürt siyasi hareketi (PYD) ile askeri, siyasi ve ekonomik bir işbirliği içerisine girmesi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Bu düzlem günümüzde de varlığını devam ettirmektedir. Yine birinci maddeye dönersek şunları görürüz:
– Suriye’nin istikrarsızlığı ve parçalanması İsrail’in çıkarınadır. Fırat’ın doğusundaki ABD ile Kürt siyasetinin işbirliği önemli bir güvencedir.
– İran’ın ve Direniş Ekseni’nin Suriye’deki etkinliğine karşı ABD’nin Suriye’deki varlığı, askeri üsleri ve Kürt siyasi hareketi ile yaptığı işbirliği de bir tutamak noktası olmaya devam etmektedir.
– Suriye’nin petrol sahalarının önemli bir kısmı bugün PYD’nin ABD ile birlikte egemenlik altına aldığı alanlarda bulunmaktadır. Suriye yönetimi bugün ABD varlığını işgal olarak tanımlamaktadır.
– 2014 sonrasında Rusya’nın Suriye’de pozisyon alması emperyalist planları bozucu bir rol oynamıştır. Bu noktada ABD’nin Fırat nehrinin batısında şeriatçı ve cihatçı güçler aracılığı ile, doğusunda ise Kürt siyasi hareketi ile birlikte Suriye’ye dönük parçalama siyasetine devam ediyor olması dikkate alınmalıdır. Ortada ABD ile Rusya arasında bir denge politikası bulunmamaktadır. Mesele Suriye’nin parçalanıp parçalanmayacağı ve buradan Irak benzeri bir yapıya geçilip geçilmeyeceği olarak görülmelidir. Güncel olarak bölgesel savaş gündeminin açılması, İsrail’in Filistin’e dönük saldırganlığı, Irak’ta başlayan Amerikan barışı gündemi ile birlikte Kürt siyasi hareketinin alacağı pozisyon adım adım görülecektir.

Bu veriler ile birlikte Kürt siyasi hareketi açısından Suriye düzlemi statü talebinin ve özerklik arayışının devreye sokulduğu bir siyasal zemine denk gelmektedir. Bir kere daha ifade etmekte yarar var: Statü talebi, özerklik arayışı ve ulusal kurtuluş mücadelesi anti-emperyalist hatta, emekçi sınıfların bağımsızlığı ve son tahlilde işçi sınıfının iktidar mücadelesine endeksli kurulduğu oranda gerçek anlamda bir kurtuluş mücadelesi karakteri kazanabilir. Ancak emperyalizmle işbirliği yürütülen bir siyasetin Amerikan mandasını ehven-i şer olarak görmekten başka bir sonucu olmadığı açıktır. Teoride de pratikte de şaşmayan bu doğru dönüp dolaşıp bir kere daha karşımızda durmaktadır.

AMERİKAN PARASIYLA, TOPUYLA, TÜFEĞİYLE KURTULUŞ OLMAZ

Kürt siyasi hareketinin bu noktaya gelişinde siyasal ve ideolojik alanda küreselleşmeci neo-liberalizme diz çöküş olduğunu bu noktada ifade etmek gerekmektedir. Geçmişten bugüne ulusal kurtuluş mücadelesi bağlamında elde edilen statünün bölge devletleri ya da büyük güçler arasında bir pazarlık kozu olarak kullanılmaya çalışılması Kürt siyasi hareketinin ajandasında yer alan başlıklardan bir tanesi olagelmiştir. Ancak özellikle 1990’lı yıllardan itibaren sosyalizmden ve sosyalistten siyasetten kopuş önce Avrupa Birlikçi çizgiyi, devamında ise Ortadoğu’da Amerikan işbirlikçiliğini getirmiştir.

Bugün bölgeye bakıldığında Kürtler için Amerikan gölgesi altında bir devletleşmenin öngörülüyor olması Kürt emekçileri için kurtuluş anlamına gelmeyecektir. ABD’nin kendi hegemonyasına almak istediği kesimler, çevreler, siyasi hareketler, toplumlar ve milletler için dağıtmaktan çekinmeyeceği parası, silahı ve siyasal açılımları mevcuttur. Ancak bunların ne için kullanıldığı ve neye hizmet edeceğinin hesap edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu açıdan ABD ile yapılan işbirliğinin Kürtlere kazandıracağı bir şey bulunmuyor. En basit şekilde ifade etmek gerekirse örneğin Suriye ve Irak’da savaşlar eksik olmuyor, emekçilerin ekonomik durumları daha da iyiye gitmiyor, bölge halkları arasında düşmanlık azalmıyor, Kürtler ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda gerçek ve büyük bir kazanım elde etmiş olmuyorlar.
İşin içindeki en büyük sahtekârlığın ise Kürt egemenlerinin, burjuvalarının, milliyetçilerinin ve işbirlikçilerinin tüm bu yaşananları pozitif bir süreç olarak propaganda ederek halkı kandırmaları olduğunu söylemek gerekiyor. Bugün Amerikan mandasını savunarak Kürtlerin kurtuluşunu savunmak arasında büyük bir çelişki bulunmaktadır.

O yüzden Amerikan barışına hayır, ABD emperyalizmiyle savaşa evet!