Bozkurt işareti ne anlatıyor?
Açıktır ki, bozkurt işareti NATO’nun Türkiye’deki Gladio örgütlenmesinin karşılığı olan faşistlerin simgesinden başka bir şey değildir. 1990’lı yıllardan önce hiç kullanılmayan bu simgenin Türklüğü temsil ettiğini söylemek ise tarihe biraz takla attırmak anlamına geliyor.
Semboller, siyasi ve toplumsal süreçlerde önemli bir yer kaplıyor. Zamandan, mekândan ve ideolojiden bağımsız semboller siyasette ve toplumda bulunmuyor. Örneğin türban, geleneksel bir başörtüsü değil, doğrudan siyasal İslamcılığın simgesidir. Bugün de benzer bir tartışma kurt şeklini andıran el işaretinin Türk faşizmini mi yoksa Türk ulusunu mu temsil ettiği üzerinden yürütülüyor. Daha doğrusu bizzat ülkücü faşist hareketin kullandığı bozkurt işareti, bugün sanki bütün dünya Türklerinin ortak simgesiymiş gibi sunulmaya, propaganda edilmeye çalışılıyor.
Ulusal takımın futbolcularından birisinin gol sevinci sonrası iki eliyle kurt işareti yapması, bunun bir siyasal simge olarak UEFA tarafından soruşturulmak istenmesi üzerinden yürüyen bu tartışma bugün ülke gündemlerinden birisi haline geldi.
Ancak tartışma bir uluslararası maçta ortaya çıkan siyasal bir simge meselesinin çok ötesinde Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yakından ilgilendiren bir durum arz etmektedir. Tartışma AKP-MHP ittifakına, Süleyman Soylu’dan Sinan Ateş cinayeti üzerinden MHP’nin “yıpratılması” ya da “suçlanması” gündemine, oradan Suriye’nin kuzeyindeki durum üzerinden milliyetçiliğin aslında soldan sayılması gerektiğine dair bir dizi tartışmayla birlikte ele alınıyor. Öz itibariyle ise “milliyetçiliği bugün kriminalize ediyorlar, AKP ile arasını bozmaya çalışıyorlar, amaç Türkiye’nin emperyalizme boyun eğmesini sağlamak” şeklinde özetlenebilecek bir tezin tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.
Düzen siyasetinde ana konulardan birisi Türkiye’de faşizmin kalelerinden birisi olan Ülkü Ocakları’nın eski başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi. Bugün yargılananlar ve suçlananlar kendi yol arkadaşları; MHP ve Ülkü Ocakları yöneticileri, faşistler, eskiden devrimcileri vururdu şimdi kendi adamlarını bile vurur hale geldiler. İnsan kaçakçılığı, uyuşturucu trafiği ve mafya, bugün milliyetçilerin yani MHP ve Ülkü Ocakları’nda toplanmış siyasi bir gücün politik-ticari faaliyeti olduğu için mafyatik hesaplaşmalar artık kimseyi şaşırtmıyor.
Ancak bizi şaşırtan asıl mesele ise faşistler tarafından suikasta uğrayan faşist birisinin neredeyse demokrasi kahramanı mertebesine taşınması. Özellikle CHP’nin yeni ve eski liderlerinin bu konudaki tutumu CHP’nin solculuk namına neyi temsil ettiğinin bir göstergesi olarak karşımızda duruyor.
Buradan şu okuma yapılıyor: CHP, AKP ile MHP’nin arasını bozmak istiyor. Hatta AKP’nin liberal kanadı da bunu savunuyor. Bu durum, sadece MHP tarafından şikâyetle karşılanmıyor aynı zamanda ulusalcı diye bilinen bazı kesimler tarafından da eleştiriliyor. Şaşırtıcı yanlardan birisi de bu.
Bu noktada devam ediliyor ve milliyetçiliğin bugün etnikçilik olarak algılandığı ancak eskiden milliyetçiliğin halkçılıkla eşdeğer bir anlama geldiği söylenerek milliyetçiliğin “soldan bir güzellemesi” de yapılıyor. Ulus devletlerin oluşumunun bir ideolojisi olarak ortaya çıktığı söylenen milliyetçilik bugün emperyalizminin neo-liberal döneminin önündeki en büyük dirençlerden birisi olarak kodlanarak kutsanabiliyor ya da daha hafif deyimle meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Bütün bu politik tutum ve kavramsallaştırma, eninde sonunda emperyalizme karşı duruşla ilişkilendiriliyor. Ancak en büyük sorunu faşizme yönelik analizin bu saptamada eksik olması.
Biraz daha açarsak; bugün Türkiye’de sermaye, emperyalizm ve gericilik karşıtlığından herhangi birisini geri çekerek solculuk yapamazsınız. Sermayeye hayır demeden anti-emperyalist olamazsınız, ya da gericiliğe hayır derken emperyalizmi yok sayamazsınız. Sol siyaset, bugün milliyetçilik tartışmasında da benzer bir akıl yürütmeyi önüne koymak zorundadır. Emperyalizme hayır derken, faşizmi yok saymak nasıl mümkün değilse, faşizme karşı dururken emperyalizm bağlantısını yine aynı şekilde ortaya koymak zorundasınız.
O açıdan yapılan milliyetçilik savunusu, özünde emperyalizme karşı duruşun bir gereği olarak sunuluyorsa işte burada büyük bir mantık hatası işlenmektedir.
Bugün Türkiye’de yapılan bu. Özellikle ulusalcılar tarafından emperyalizm karşıtlığı üzerinden faşizm meşrulaştırılmaya çalışılıyor. (Onlar buna milliyetçilik diyor). Tekrar etme pahasına sorulması gereken soru şu: Faşizmi yok sayarak emperyalizme karşı durulabilir mi? Tıpkı sermayeye karşı çıkmadan politik bir tutum alınamayacağı gibi.
Ukrayna’da neo-Nazilerin arkasındaki emperyalist güçlerin kim olduğu biliniyor. O yüzden örneğin Ukrayna-Rusya savaşında Rusya’nın yanında yer alıp, Türkiye’de ise bozkurtçuluğu övemezsiniz. Eğer mesele emperyalizm karşıtlığı ise faşizmin, yani Ukrayna’da neo-Nazilerin, Suriye’de cihatçıları ya da Türkiye’de Gladio’nun karşısında yer almak zorundasınız.
Bütün bu noktalar aslında bir yere varmak için yazıldı. O da ulusal bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun özgünlüğü ile ilgili. Evet, Türkiye Cumhuriyet’i 1923 yılında “sola doğmuştur”. Çünkü yanı başında Ekim Sosyalist Devrimi’nin yardımı ile solun iklimine doğmuş, emperyalist işgale karşı kuruluşunu gerçekleştirmişti. Ulusal devletlerin emperyalist sömürgeciliğe karşı kurulması bu açıdan tarihin ileri tarafını oluşturur, ilerici ve soldadırlar. Sonrasında sömürgeciliğe ve mandacılığa karşı bütün ulusal kurtuluş mücadeleleri de bu açıdan bizdendir ve soldadır. Öncelikle bunun altı çizilmek durumunda. (Tersinden emperyalizm tarafından böl-yönet politikasıyla kurulan küçük ulus devletler, “kendi kaderinin tayin hakkının” tezahürü değil, kaderini emperyalizme teslim etmenin örneğidir.)
İkinci nokta ise, 1990’lardan hemen sonra iki kutuplu dünyanın çözülmesi sonrasında küreselleşme olarak kodlanan emperyalizmin saldırganlık dönemi… Ulus devletleri hedefe koydular, böl-parçala-yönet diyerek ulus devletleri düşman ilan ettiler. Libya, Yugoslavya, eski Sovyet bloku ülkeleri, bizzat SSCB gibi. Bugün Irak ve Suriye… Küreselleşme adıyla ulus devletlerin sonunun geldiğini, sınırların kalktığını iddia ettiler. Amaç emperyalizme tam bağımlı küçük polis devletleriyle dünyayı emperyalizmin egemenliği altına almaktı. Bu açıdan ulus devletler, bir yandan kapitalizmin gelişmesi/işlemesi için bir model iken diğer yandan bugün emperyalizme karşı duruşun da bir siyasal ölçek boyutunu teşkil ediyor. Burada az ve orta gelişmişlikteki ülkelerin ulusal devlet normuna sahip çıkmak sol siyasetin önemli tutamak noktalarından birisi olarak değerlendirilmelidir.
Fakat bugün at izi ile it izi birbirine karıştırılıyor. Faşizm ile ulus devletler arasındaki ayrım yok sayılıyor, ulusalcı siyasetin sömürgeciliğe karşı bağımsızlığı ile doğrudan emperyalizmin yönettiği faşizminin simgeleri birbirinin yerine konularak tam bir hokkabazlık sergileniyor.
Öncelikle Türkiye’de MHP tarafından temsil edilen faşist hareketin, doğrudan emperyalizminin aparatı olarak ortaya çıktığı kalın harflerle yazılmalıdır. 1952 yılında NATO’ya giren Türkiye’de Türkçü ve İslamcı iki siyasal hareketin bizzat NATO tarafından kurgulandığını, beslendiğini ve doğrudan emperyalizminin hizmetine sokularak kullanıldığını çok iyi bilmek lazım. Alparslan Türkeş ile Ruzi Nazar ilişkisini hatırlatıp, Türkiye’de Gladio örgütlenmesinin doğrudan faşist hareket ile bağını ortaya koyup bugün bozkurt işareti ile emperyalizme karşı savunulan “ulusalcılığın” uzaktan yakından ilgisi olmadığını yazmak zorundayız.
Kimse kimseyi cahil yerine koymasın!
“Türk milliyetçiliği” adı altında doğrudan NATO’nun psikolojik harp daireleri tarafından tüzükleri, programları, bayrakları, söylemleri yazılan faşizm bugün MHP-BBP-Ülkü Ocakları tarafından temsil ediliyor.
Açıktır ki, bozkurt işareti NATO’nun Türkiye’deki Gladio örgütlenmesinin karşılığı olan faşistlerin simgesinden başka bir şey değildir. 1990’lı yıllardan önce hiç kullanılmayan bu simgenin Türklüğü temsil ettiğini söylemek ise tarihe biraz takla attırmak anlamına geliyor. Jön Türklerden Kemalistlere kadar kimsenin kullanmadığı bu simgeyi Türklerin simgesi diye paketlemek, biraz kart-kurt edebiyatını andırmaktadır.
Kimse faşizmi ülkemizde şirin göstermesin!
Faşizm, emperyalizmin ve sermayenin emekçi sınıflara karşı kullandığı bir araçtan başka bir şey değildir.
Bozkurt işaretli faşistlerin, Türkiye topraklarında tekbirlerle hangi saldırıları, cinayetleri, katliamları yaptıklarını halkımız çok iyi bilmektedir.