Cambazın numarası bitmez
"Topluma sunuluş biçimiyle problemin ele alınış çekline bakınca, içinden geçtiğimiz küresel sorunlar ve sıkıntılardan sistem değil, sistemin yanlış yönetimi sorumlu olarak gösterilmektedir"
Claus Schwab, Dünya Ekonomi Forumu Başkanı, büyük bir eda ile dünya ekonomi ahvalinin iyi gitmediğini, dolayısıyla “Büyük Sıfırlama” olarak ifade ettiği yeni yüzlü bir kavramdan söz etmektedir. Claus Schwab’ın amacını anlayabilmek için, başkanlığını yaptığı Dünya Ekonomi Forumu’nun menşeini ve amacını saptamak ve bu kurumun doğum tarihine göz atmamız gerekmektedir. Bu konulardaki açıklamalara, yazının sonunda belirttiğim, benim de kullandığım kaynaklardan ulaşılabilir. (1)
Yıl 1941, İkinci Paylaşım Savaşı’nın tüm şiddetiyle sürdüğü dönemde, dünya kapitalizmin liderliğini İngiltere’den ABD’ye geçiren önemli bir toplantı gerçekleştiriliyor: ABD’de kurulan Dış İlişkiler Komisyonu. Bu komisyonun amacı, “Amerikan finans ve sanayi sermayesinin ihtiyacı olan materyalleri mümkün olan en az zahmetle elde edebilmek için gerekli ekonomik ve askeri hâkimiyetin tüm dünyada kurulması” olarak belirleniyor. Savaş sonrasında Avrupa’nın Marshall yardımı ile ayağa kalkma süreci tamamlanınca, 1954 yılında Bilderberg Komisyonu kuruluyor, Japonya’nın da gruba katılmasıyla 1973 yılında Üçlü Komisyon –Trilateral Commission- kurularak, Sovyetler ve Çin etrafında kapitalist hâkimiyet kalesi örülüyor. Bu ana direklerin kapitalist dünyayı devamlı denetim ve yıllık yönlendirme organları olarak da Dünya Ekonomik Forum’u, Davos toplantıları vb gibi objektif ve uluslararası örgütler görüntülü yönlendirme merkezleri de kurulmuş olup, halen de faaliyettedirler. İşte, hemen hemen her yıl ülkelerin seçili iş insanları ve siyasetçilerinin iftiharla katıldıkları(!) bu toplantılar bir kolektif bilgi alış-veriş merkezi olarak değil, bir tür örtülü yönlendirme, hatta gelişmekte olan ekonomilere dayatma merkezleri olarak faaliyet gösterirler. O kadar ki, farklı gelir düzeyindeki ülkeler farklı odalarda toplanır, yönlendirme toplantıları ise daha farklı odalarda nazikâne icra edilir. İşte, “Büyük Sıfırlama” kavramını gündeme sokmaya çalışan Claus Schwab da, algılandığı şekliyle objektif bir kuruluş olmayıp, böylesi örtülü işlevlerle kapitalizmin bekası işlevi ile yükümlü siyasi bir kuruluş olan Dünya Ekonomik Forumu’nun başkanıdır.
Bu girişi hafızamızda tutarak, sanki bir bomba imiş gibi ya da büyük bir değişiklik olarak topluma sunulan Büyük Sıfırlama ile neyin kastedildiğine bir bakalım. Söylenenler, sistemin oluşturduğu gelir eşitsizliği, salgınlar, küresel ısınma, eriyen buzullar gibi yıllardan beri söylenen, hatta bu uğurda defalarca uluslararası alanda sözler verilip, tutulmayan toplantılarda dillere pelesenk olan konulardan ibarettir. Evet, konular fevkalade önemlidir, dünyamızın ve insanlığın karşı karşıya kaldığı söz konusu bu konular bir olasılık değil, bir kesinliktir. Ne var ki, bir yanda az sayıdaki belirli kesimlerin kısa dönemde sağladıkları olağanüstü kazanç, öte yanda ise, tüm topluma ileri bir dönemde yayılacak olan maliyetler söz konusudur. İşin daha ilginç yanı da şudur ki, küresel çapta karar verici grubun, hâkimiyetleri altındaki akademi, silahlı güçler ve medya araçları ile toplumu etkileyen ve baskılayan birincilerden oluşmasıdır.
Peki, durum böyle ise niçin böyle bir çıkışa gereksinme duyulmuştur? Çünkü sistem artık ciddi sinyal vermektedir. Küresel ısınma ekonomik işleyişi, hatta bireysel ve toplumsal sağlığı tehdit etmektedir. Bu düzeydeki gelir eşitsizliği ileri dönemlerde denetlenemez bir hal alabilir. Ortaya çıkan bir salgın tüm varsıl ekonomileri de sararak, önü alınamaz kitle ölümüne yol açıyor olabilir. Daha sayılabilecek birçok felaketler artık gün gibi aşikâr oldu. Hepsinden de öte, yaşananlar ve yaşanacak olanlar sistem için tehlike oluşturarak, sistemi ve sistemin bekçilerinin de geleceğini tehlikeye atma düzeyine ulaşmış bulunmaktadır. Kısacası, yaşanacak tehlikeler artık sistem içi önlemlerle baskılanarak atlatılabilecek kapasiteyi aşmış bulunmaktadır. Hal böyle olunca, sistem-dışı olarak algılanabilecek Kovid olayını bir tehdit başlangıcı gibi göstererek, sistem üzerindeki hâkimiyeti yitirmeden, gidişatı bir hal yoluna koymak gerekmektedir. O nedenle, Claus Schwab Kovid olayından başlamıştır. Aslında Kovid olayı da, özü itibariyle sistemik patoloji olmakla beraber, genel algılamada bir tür salgın olarak bilinmekte, hatta süreç de genel halka bir tür yaygın bulaşıcı hastalık olarak, yani bir sistem meselesi olarak değil, fakat tıbbî bir sorun olarak yansıtılmaktadır. Kovid’in öncülüğünde meseleyi ortaya atmanın mantığında, yapılacak düzenlemelerde sistem içinde kalınarak, ancak söylemlerde sistem görüşünün geri plana çekilmesi anlayışı başattır. Sözün kısası, Büyük Sıfırlama söylemi ile kapitalist uygulamalarla güçlenmiş çevreler bizzat kendi ajanları olarak algıladıkları Dünya Ekonomik Forumu Başkanı üzerinden kendi taleplerini dile getirmiş oldular. Bu durum şunu gösterir ki; birincisi, şikâyetler bizzat mağdurlardan değil, güçlü çevre sözcülerinden, sanki tüm mağdurların şikâyet ve talepleri alınarak sonuca ulaşılmış havasında kamuoyuna yansıtılmaktadır; ikincisi, öneriler de yine örtülü olarak güçlü kesimin adına ve çıkarına yapılmaktadır. Kısacası, hem tanıda hem de çarede ezilenler değil, tüm toplumlara bugünkü manzarayı yaşatan güçlü kesimler başat konumdadır.
Topluma sunuluş biçimiyle problemin ele alınış çekline bakınca, içinden geçtiğimiz küresel sorunlar ve sıkıntılardan sistem değil, sistemin yanlış yönetimi sorumlu olarak gösterilmektedir. Eğer kapitalist sistem işleyiş dinamikleri ile toplumları ve küresel görüntüleri bugünkü aşamalara taşımışsa, sistemde değişiklik yapmadan, salt bazı sistem dinamikleriyle oynamanın oluşturabileceği sonuçlar da bugünkünden çok farklı olmayacaktır. Kaldı ki, sistem dinamikleri üzerinde değişiklik yapmanın da bizatihi sistem ideolojisi doğrultusunda olacağının da unutmaması gerekmektedir.
Biraz da Claus Schwab’ın önerilerine eğilelim ve bu zatın ilgili konuda yazdığı kitapta da bakalım küresel ısınma, gelir eşitsizliği, Kovid gibi salgınlar ve sair bugün canımızı yakan ve geleceğimizi tehlikeye atan konuların düzeltilmesine hizmet edebileceği düşünülen ne tür önlemler sıralamış. Beş maddede toplanan öneriler şunlardan oluşmaktadır:
– Toplumsal sözleşmelerin daha kapsayıcı hale getirilmesi;
– Doğa dostu, yeşil ekonomi;
– İnsanı temel alan teknoloji ve dijitalleşme;
– Paydaş kapitalizme geçiş;
– Küresel ve bölgesel işbirliklerinin güçlendirilmesi.
Sayılan önerilere geçmeden, 10.12.1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden söz etmek istiyorum. Bu ulvî sözleşme(!) her türlü hakkı insana yakışır görürken, bir yanlışlık olsa gerek, 17. Maddesinde aynen şu ifadeye yer vermiştir: “Herkes, tek başına ya da toplu olarak mülkiyet hakkına sahiptir.” Madde muğlaktır, zira mülkiyet hakkı “tek başına” ifadesi başka anlamda, “toplu olarak” ifadesi ise başka anlamda okunabilir ya da anlaşılabilir. Ancak, tek başına mülkiyet hakkı, bildirgenin diğer maddelerinde sayılan hakların insanlardan alınmasına yol açmış olan temel koşuldur. Böylece, kapıdan kovulanın bacadan içeri alınmasının, sistem dışına çıkılmadan sistem içi marjinal ayarlamalarla işi çözer gibi yapmadan başka bir anlamı yoktur.
Schwab’ın ustaca geliştirdiği beş madde teker teker ele alınıp incelendiğinde, işin içine biraz devlet olgusu da katılmakla beraber, yine patron-emekçi ilişkisi, yine sömürü düzeni, her sömürü düzeninde olduğu üzere gelir ve servet dağılımı sorunu yaşanacaktır. Bu yazının boyutunu aşan böylesi geniş yorumu hepimiz yapabiliriz. Bu meseleye yazı boyutu dışında, okuyucu bilincine saygısızlık yapmamak adına bu işe girişmedim. Fakat şu son sözü söylemeden de, izninizle, yazıyı bitirmek istemiyorum: sermaye araçları üzerindeki mülkiyet ilişkisi ya da korkulu rüyamıza dönen yapay zekâ olgusu kamusal mülkiyet dokusu içine yedirilmedikçe, toplumların temel ekonomik ilişkileri ticari ilişkiler dışına çıkarılmadıkça aynen sosyal demokrasi oyunları, Piketti’nin aşırı servetlerin Tobin vergisi ya da benzeri önlemlerle törpülenmesi vs gibi cambazlıklarla kapitalizmin bazı araçları belki kısmen ve geçici olarak düzeltilebilir, fakat sistemin işleyişi er ya da geç durumu eski haline getirir, aynen geçmişin bugünü yaratmasında olduğu gibi.
NOTLAR
1) Albritton, Robert, Bob Jessop and Richard Westra (ed.) (2010), Political Economy and Global Capitalism, Anthem Press
Yılmaz, Gaye (2000), Kapitalizmin Kaleleri-I, Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu
Yılmaz, Gaye (2001), Kapitalizmin Kaleleri-II, Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu
Not: Değerli okurlarım, uzun süredir sizlerle fikir paylaşımında bulundum. Beni de çok zenginleştiren bu sürece, torunlarımın mezuniyetine katılabilmek için kısa bir süre ara vermek durumundayım. Bu mazeretimin makul görüleceği inancımla, sizlere 03 Haziran Pazartesine kadar veda ediyorum. Sağlıcakla kalınız!