Carmina Burana

Yani demek istiyorum ki, geçmişi olanın geleceği de vardır. Önemli olan öğrenci hareketlerini tarihsel dizgedeki yerine oturtabilmektir. Carmina Burana boşuna oluşturulmadı.

Geçenlerde bu yıl içerisinde yazılarımı sonlandıracağımı söyledikten (1) sonra beni bir telaştır aldı, ‘hangi konuları eksik bırakmışım’ diye eski yazılarıma bakmaya başladım. Örneğin, bir önceki yazım da böyle bir kaygının sonucuydu. (2) Aslında bu davranışımın bir anlamı yok, kitap yazmıyorum ki bilim/akademi genel başlığı altında bazı konuların eksikliği sorun olsun. Ama gerçeklik bu olsa da ben yine eksiklikleri aramaktan kendimi alamıyorum ve derken bir tane daha buldum: üniversite öğrencisinin akademideki ağırlığına, hak ettiğinden az değinmişim.

Öğrencilerin akademi yaşamının, eğer yıl kaybı olmazsa, iki ila altı yıl arasında değiştiğini düşününce genel olarak üniversite mücadelesinde ancak geçici olarak yer alacakları ve bu yüzden de ilgisiz kalabilecekleri düşünülebilir. Böyle bir bakışın haklılık payı olsa da gençliğin verdiği dinamizmle, öğrencilerin hiçbir soruna duyarsız kalamadığını biliyoruz. Evet, bugün üniversitenin tüm bileşenlerinin mücadelesinde çok net bir gerileme var ve bunu tartışmaya bile gerek yok ama haksızlık da etmemek gerek; öğrenciler diğer kesimlere oranla hala daha fazla seslerini çıkarabiliyorlar. Yine de çok eskiden, ben öğrenciyken, öğrencinin etkisi daha fazlaydı. Üstelik, öğrenci talepleri arasında sadece kendi sorunları değil, üniversitenin tüm bileşenlerinin sorunları ve dahası çözüm önerileri de olurdu. Hazır laf eskiye gelmişken, en eskiye bakmakta yarar var.

Pek çok araştırıcıya göre ilk üniversite on birinci yüzyılda İtalya’nın Bologna kentinde kurulmuştur. Kiliseden bağımsız bir kurum olan Bologna Üniversitesi, mesleki öğrenim görmek isteyen öğrenciler tarafından finanse edilmekteydi. Hal böyle olunca üniversitenin rektörünü öğrenciler kendi aralarından seçmekte ve öğretmenlerin maaşları da yine öğrenciler tarafından ödenmekteydi. Öğrencilerin çoğunluğunu İtalya’ya Alplerin kuzeyinden gelenler oluşturuyordu. Kendilerini, özellikle kalacak yerler için istenen yüksek rakamlara karşı koruyabilmek amacıyla lonca tarzı örgütlenmeye gitmişlerdi. Öğrenciler topluca şehri terk etme tehdidiyle şehri yola getirebiliyor, fiyatları belirli bir düzeyde tutabiliyordu. Kaldı ki bu bir blöf değildi, çok sayıda örneği vardır. Anımsatmalıyım, bahsettiğim dönemde üniversitenin binaları kendisine ait değildi, yani şehir değiştirmeleri görece daha kolaydı. Neyse, şehirden sonra sıra akademisyenlere gelmişti. Hocaların maaşlarını öğrenciler ödediği için, bu mücadelede de başarılı oldular. Profesörlerin izinsiz şehirden ayrılamayacağı ve izin aldıkları durumlarda bile geri dönüşlerinin güvencesi olarak kaparo bırakmaları gerektiğinin resmen yönetmeliklere konulması bile dönemin havası hakkında fikir verebilir sanırım. Bu yapı iki yüzyıl kadar devam etmiş ve üniversitenin yönetimi on üçüncü yüzyıldan itibaren yerel yönetimlere geçmiştir. Ne var ki öğrenci rektör geleneği on yedinci yüzyıla kadar az da olsa sürmüştür. (3) Demek istediğim, öğrencilerin akademinin başat aktörü olduğu günler de görmüştü bu dünya.

Elbette bu etki sadece üniversiteyle sınırlı değildi; doğal olarak toplumsal, hatta kültürel yaşama da kalıcı izleri olmuştur üniversite öğrencilerinin. Şimdi burada kısa bir ara verip, yazının başlığına değinebilirim. O dönemde Bologna, Salerno ve Paris gibi kentlerde hukuk, tıp, teoloji ve felsefe öğrenimi görmek için kent kent dolaşan öğrencilerin konakladıkları yerlerde eğlenmek için söyledikleri şarkılar, Carl Orff’un yorumuyla üne kavuşur. Ortaçağ Latincesi ve Ortaçağ Almancası ile yazılmış 308 şarkı Burana Yazmaları (Carmina Burana) olarak bilinir. Aslı Bavyera Kütüphanesindedir. İşte bir örnek:

“Bir zamanlar öğrenmek baş tacıydı.
şimdiyse üstümüze miskinlik çöktü;
bilime nasıl da saygı duyulurdu,
geçiyor artık kumarbazın sözü.”(4)

Sanırım öğrencilerin Carmina Burana’yı daha farklı dinlemeleri gerekiyor.

Türkiye’de de üniversite öğrencileri sadece kendi çevrelerini değil, tüm ülkeyi etkileyecek, hatta yön verecek işler yapmıştı. İttihat ve Terakki’den günümüze, siyasi hareketlerin çoğunun temelinde öğrenci örgütlenmeleri olduğu söylenebilir. Sadece Darülfünunda örgütlenen Mekatib-i Aliye Cemiyeti, İstanbul’un işgali sırasında işgalcilerden yana tavır alan, Anadolu’daki hareketi kötüleyen ve bu konuda yazılar yazan müderrislerden Ali Kemal, Rıza Tevfik ve Cenap Şahabettin’in Darülfünun’dan uzaklaştırılmasını talep edip ve tarihe ‘Darülfünun Grevi’ adıyla geçen süresiz boykotu örgütlemişti. Sonrasında dernek kısa süre içerisinde kapatılmadan sönmüş, üyelerinin hemen tümü ya Anadolu’ya geçmiş ya da İstanbul içerisinde Anadolu’ya lojistik destek sağlayan yapılara katılmıştı. 1960’lı yıllardaki öğrenci dernekleri de kısa süre içerisinde kendi etki alanlarının çok dışına çıkmıştır. Örnekse Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) veya sonrasında Dev Genç. Ancak bu derneklerin sadece genel siyasetle ilgilendiği sanılmamalıdır. Özellikle dönem içerisinde boykot komitelerinin hazırladığı talepleri içeren kitapçıklar son derece olgun metinlerdir. (5) Öyle ki, üniversite yönetimleri bu metinlere birer kitapçık da onlar çıkartarak (6) yanıt verme gereğini duymuşlardır.

Yani demek istiyorum ki, geçmişi olanın geleceği de vardır. Önemli olan öğrenci hareketlerini tarihsel dizgedeki yerine oturtabilmektir. Carmina Burana boşuna oluşturulmadı.

(1)https://yurtsever.org.tr/2024/philipp-schwartzin-farki-530320/
(2) https://yurtsever.org.tr/2024/sputnik-soku-532218/
(3) Haskins CH. Üniversitelerin Doğuşu. Çev.: Korkmaz, S., Albaraka Yay., 2022.
(4) Carmina Burana. Çev.: Şen, R., İyi Şeyler Yay., 1998.
(5) İstanbul Üniversitesi İşgal Komiteleri Konseyi. İstanbul Üniversitesi Genel Reform Tasarısı ve Fakültelere Özgü İstekler. 1968.
(6) Üniversite Olayları. İstanbul Üniversitesinin Belgelere Dayanan Açıklaması. İstanbul Üniversitesi Yay., 1969

Yazarın Diğer Yazıları
Bilim ve laiklik 1 Eylül 2024
Carmina Burana 18 Ağustos 2024
Sputnik şoku 4 Ağustos 2024