Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dünya genelinde ortaya çıkan ideolojik boşluk, emperyalizmin kontrolden çıkmasıyla sonuçlandı. ABD ve Batılı müttefikleri tarafından devreye sokulan projeler böylelikle daha kolay uygulanmaya başladı. Doğu bloku parçalandıktan sonra küçülen devletlere ve yeni kurulan devletçiklere Batılı emperyalist ülkelerin çıkarlarına uygun politikalar dayatıldı. Güçlü devletlerin ideolojik bloklara ayrılmasına sahne olan soğuk savaş dönemi bitince Rusya ve Çin gibi komünist geleneğe sahip ülkeler küresel kapitalizmin ekonomik paydaşları olmak zorunda kaldı. Yani ekonomik açıdan küresel kapitalizme bağlı olan her ülke, kâr odaklı işleyen küresel modelin bir parçası haline geldi. Soğuk savaş döneminde rakip blokların liderleri kolay kolay bir araya gelmezdi. Oligarkların, oligopollerin ortağı ya da sözcüsü konumunda olan neoliberal dünyanın liderleri ise çıkarları gereği kapalı kapılar ardında iş çeviriyor.
Şirketleri baş tacı eden neoliberal düzende ABD’nin aldığı siyasi kararlar bile ticareti durdurmaya yetmiyor. Örneğin Ukrayna krizi nedeniyle Rusya’ya uygulanan ambargo, başta Türkiye olmak üzere diğer bazı ülkelerin şirketlerince fiilen deliniyor. Yani ambargodan kaynaklanan pazardaki boşluk, bunu fırsat bilen şirketler tarafından hemen dolduruluyor.
Anımsanacağı gibi ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu’daki ulus devletleri yıkma süreci, 2001 yılındaki Afganistan işgaliyle başlamıştı. Böylelikle uluslar, kabilelerin, aşiretlerin yönetimine teslim edilmeye başladı. Dini ve etnik farklılıklar kışkırtılıp vekalet savaşlarıyla halklar birbirine kırdırıldı; hâlâ da kırdırılıyor.
Emperyalist devletlerle yerli iş birlikçileri arasında yapılan karanlık pazarlıklar kamuoyundan gizleniyor. Hakikat, iktidar medyasının sınırsız gücüyle karartılıyor. Değil sıradan insanlar, muhalefet partileri, gazeteciler, hatta uzmanlar bile hakikati mum ışığıyla arıyor. Oysa liberal demokrasi idealiyle hazırlanmış modern anayasalarda, bireyin temel hakları arasında doğru bilgi ve haber alma hakkı da yer alıyor. Bu hak, bireylerin bilinçli karar verebilmesi ve seçimle iş başına getirdiklerini denetleyebilmesi açısından yaşamsal önem taşıyor. Ne var ki yapay zekâ çağının iktidarları, halkları geri zekâlı yerine koyarak danışıklı dövüşlere inandırmaya uğraşıyor. Peki halktan sır gibi saklanan bir hakikatin halkın yararına olması mümkün mü?
Emperyalizmin rejim değiştirerek parçaladığı ülkelerde belirsizlik ve karmaşa hüküm sürüyor. Geçmişte Afganistan, Irak ve Libya’da yaşananların bir benzeri bugün de Suriye’de tekrarlanıyor. Terör örgütleri listesinde yer alan gruplar, emperyalizm lehine yürüttükleri savaşı kazanınca aklanıyor; ülke yönetmeye aday oluyor. Hatta postmodern dönemde itibarı artan feodalizm artığı söz konusu gruplar, otoriter rejimleri yıktıkları için demokrasi havarisi gibi görülüyor. Gerçekte bu durum, yerine ne koyacağıyla ilgilenmeden modernizme tepkisini yıkıcı biçimde gösteren postmodern yaklaşımla birebir örtüşüyor.
Suriye’de olası iktidar bileşenleri arasında sayılan emperyalist devletlerin desteklediği farklı gruplar var. Bu bağlamda bazı sol çevrelerde Esat gidince Suriye halkı için emperyalizme karşı birlik olma fırsatının doğduğu yönünde tuhaf bir görüş ileri sürülüyor. Ülke yönetiminde güç ve söz sahibi olmak için birbiriyle savaşan grupların birlik olması eşyanın tabiatına aykırı. Ayrıca senaryodaki rolünü oynayanlardan senariste başkaldırmalarını beklemek de boş bir hayal!
Sınıf mücadeleleriyle yazılan insanlık tarihinin bu evresinde sermaye sınıfının, aşiretler, cihatçı örgütler gibi feodal yapıları aparat olarak kullandığını akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Cihatçılar, Esat’ın heykellerini yıkarken İsrail, Golan’daki kasaba ve köyleri işgal etti; ardından hava saldırılarıyla ülkedeki stratejik tesisleri vurmaya başladı. Sadece bu hukuksuz girişimler bile Suriye’de zafer çığlıkları atan grupların gerçekte kime hizmet ettiklerini görmemize yeter. Emperyalistlerle uyum içinde çalışan silahlı grupların gündeminde ne vicdan var, ne de insan. Peki ne var? Ganimet aşkı var, şeytani iktidar planları var.
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan 7. Din Şurası’nda yaptığı konuşmada, “Coğrafyamızdaki kardeşlik bağları İslam ile güçleniyor; farklı ırkları bir arada tutan ortak din İslam’dır” diye buyurmuştu. İnsan hakları, hukuk, erdem gibi birleştirici evrensel değerler yerine ırk, din gibi ayrıştırıcı kimlikler üzerinden birlik sağlama gayreti sahadaki gerçeklerle örtüşmüyor. Başta Ortadoğu olmak üzere tüm İslam coğrafyası, kardeşlik bağlarıyla değil maalesef kanlı mezhep kavgalarıyla anılıyor. İslam, gerçekten kardeşlik bağlarını güçlendirebilseydi İsrail, Filistin’de soykırım yapmaya cesaret edebilir miydi? Ayrıca din kardeşliği yoksulluğu, sömürüyü ortadan kaldırmaya yetmiyor. Bu yüzden dünya emekçilerinin ya da ezilen halkların kardeşliği çok daha önemli ve elzem.
Gerçek kardeşlik bağları ancak doğaya ve emeğe saygılı insancıl bir düzenle güçlenebilir. Böylesi bir düzenin dayanak noktası da sosyalizmdir.
Bu haber en son değiştirildi 13 Aralık 2024 11:08 11:08
“Hakkımı Ver” sloganıyla TBMM’ye yürümek üzere Çankaya Belediyesi önünde toplandı. Güvenlik güçleri, eylemin izinsiz olduğu…
İsrail, İrlanda hükümetinin "aşırı İsrail karşıtı politikalar" uyguladığını iddia ederek, başkent Dublin’deki büyükelçiliğini kapatacağını açıkladı.
Dagül'ün hazırladığı, cihatçı terör örgütü HTŞ'nin ve diğer cihatçı grupların propaganda videoları troller tarafından sıklıkla…
AKP’nin iktidar yolculuğu “Kardeşim Esad” tan “Katil Esed” e, birlik beraberlikten, “O gün de yakın.…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ABD Dışişleri Bakanı Blinken'in Türkiye ziyareti sornrası yaptığı açıklamada "Blinken ile…
Atatürk Orman Çiftliği'nin kasasının boşaltıldığı ortaya çıktı. CHP'li Umut Akdoğan'ın açıklamasına göre çalışanlara ikramiye ödenemedi.