Denizlerin mücadelesi neydi?
"Şüphesiz onların yaptıklarını bir kaç sayfaya sığdırmak mümkün değil fakat yine de onların bunu ne için yaptığını söylemek gerekiyor olabilir. Onlar, insanın insanı sömürmediği; eşit, adil ve özgür bir ülke yolunda canlarını verdiler ve bir meşale oldular. “Değişmez bu düzen” diyenlere karşın, bu düzenin alaşağı edilebileceğini eylemleriyle kanıtladılar."
Deniz’in idama gitmeden hemen önce babasına yazdığı mektupta da söylediği gibi: ”İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.” Ve bugün o kısa ömürlerine, kendilerinden sonra gelen nice kuşaklara devrettikleri güçlü mirası sığdırıp, bize yarınlara olan umudun derin inancını gösteren o öğretiyi noktalamalarının üzerinden 52 yıl geçti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 52 yıl önce bugün sermayenin eli kanlı cellatları tarafından katledildiler. Henüz yirmili yaşların başlarında olan bu üç genç devrimci, ömürlerinin henüz başında, sömürü düzeninin sahiplerini o denli korkutmuştu ki; düzenin sahipleri, bu büyüyen meşaleyi söndürebilmenin tek yolunu onları katletmekte görmüştü. Düzenin bu korkusunun niçin oluştuğunu görebilmek için öncelikle bu üç devrimcinin neyi ne için yaptığını anlamak gerekiyor.
27 Mayıs 1960 darbesi; Adnan Menderes iktidarının memleketi emperyalizme peşkeş çekmesine, bir grup toprak ağasını zenginleştirip halkı yoksulluğa mahkum etmesine, memleket yurttaşlarının temel hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmasına karşı ortaya çıkmış ve emekçi halk nezdinde meşru bir düzlemde yer almıştı. Darbe sonrasında oluşan hak ve özgürlükler ortamıyla birlikte; sendika, siyasi parti kurma hakları emekçilere tanınmış, yeni yayınlar ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine 1961 yılında, çeşitli sendikacıların ve aydınların öncülüğünde Türkiye İşçi Partisi kurulmuş ve seçimlerle birlikte memleket sathında güçlü bir etkiye sahip olmuştur. İşte bu yıllarda o dönemin gençliği; memleket sorunlarına çözüm bulabilmek, emperyalizmin boyunduruğundaki ülkemizin bağımsızlığını kazanmak, eşit ve özgür bir düzeni Türkiye’ye getirmek için TİP saflarında mücadeleye başlamıştır. Bugün ismini şanıyla andığımız 68 kuşağı ise bu gelişmelerden bir kaç yıl sonra ortaya çıkmıştır.
Darbenin hemen ertesinde gericiliğin ülke topraklarına tekrar yayılmaya başlaması, emperyalizmin ülkemize dönük müdahaleleri ve sermaye düzeninin istibdatçı yüzünü gören gençlik; “Okumuş ve okuyan gençlik, emekçi halkına karşı sorumludur” şiarını edinmiş ve işe koyulmuştur. Emperyalizmin dünya çapında yeni pazar arayışında olduğu ve birçok coğrafyayı kana buladığı bu dönemde, ülkemizde ABD sömürgesi olarak bu çarkın içine girmiş ve bağımsızlığını yitirmiştir. Vietnam, Küba gibi göz önündeki örnekler ülkemizdeki devrimcilere ilham olmuş ve “Tam Bağımsız Türkiye” düşüncesiyle devrimci bir mücadelenin ateşi tekrar yakılmıştır. ABD’nin sahip olduğu dönemin en büyük savaş filolarından 6. Filo işte bu süreçte ülkemize gelmiş ve bu topraklar aynı yarım asır önce olduğu gibi sokaklarında yine işgalcileri görmüştür. Yerli işbirlikçiler emperyalizmin askerlerini iyi ağırlamak için sıraya girmiş; restaurantlar, kahvehaneler, caddeler ve hatta kaldırım taşları dahi onlara iyi görünmek için yenilenmiştir. Bu durumu gören ve daha fazla sessiz kalamayan yurtsever gençlik, geceleri mekanlardan çıkan askerlerin başına çuval geçirmiş, üzerine kızıl boya atarak onları protesto etmiştir. 17 Temmuz, işte hatıralarda güçlü bir şekilde kalan bu protestonun doruk noktasıdır: Dolmabahçe limanında bekleyen ABD askerleri, Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından denize dökülmüş ve bu da tarihe 6. Filo olayları olarak geçmiştir.
Sadece bununla yetinmeyen gençlik yine sonrasında Ankara’da “Vietnam Kasabı” olarak ünlenen Robert Komer’in aracını yakmış, yürüyüşler düzenlemiş, işgaller başlatmış, bunların hepsinde de emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı güçlü darbeler vurmuştur. Fakat o dönem sadece devrimci gençlik değil, bugün ülkemizde halihazırda yönetimde olan siyasal islamcılarda yaşıyordu; o dönem de onlar da kendilerine verilen görevi yapmıştır. Örneğin, Denizler ABD askerlerini denize dökerken onlar filonun gemisini kıble bellemiş ve namaz kılmışlar; 6. Filoyu protesto eden gençliğe karşı savaş açtığını belirtmiş ve tarihe Kanlı Pazar ismiyle geçecek olayı organize etmişlerdir.
O dönem Milli Türk Talebe Birliği ve Komünizmle Mücadele Derneği adı altında yürüyen bu insanların bugün ülkemizi yönetmesi bizler açısından şaşırtıcı değildir. Fethullah Gülen’inden Abdullah Gül’üne tüm bu isimler emperyalizmin aparat olma görevini yerine getirmiş ve sonuç olarak ödüllendirilmişlerdir. Protesto eylemlerinden sonra adlarına dava üstüne dava açılan Denizler yine durmamış ve bu sömürü düzenini alaşağı etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. İşte birkaç örnekle Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in mücadelesi bunları içeriyordu.
Şüphesiz onların yaptıklarını bir kaç sayfaya sığdırmak mümkün değil fakat yine de onların bunu ne için yaptığını söylemek gerekiyor olabilir. Onlar, insanın insanı sömürmediği; eşit, adil ve özgür bir ülke yolunda canlarını verdiler ve bir meşale oldular. “Değişmez bu düzen” diyenlere karşın, bu düzenin alaşağı edilebileceğini eylemleriyle kanıtladılar. Düzen, onları katlederken bu mücadeleyi bitireceğini sanmıştı fakat yanıldığı bugün, 52 yıl sonra, tekrar ortaya çıkmıştır. Her zaman birileri yeni ve özgür bir yaşamın taşıyıcısı olmaya devam edecek. Dün bunu yapan üç devrimci, bugün bayrağı bize devretmiştir. Biz de Deniz’e, Yusuf’a ve Hüseyin’e verdiğimiz sözü tutacak; Sosyalist Türkiye’yi kuracağız. İdam edilişlerinin 52. yılında, onları tekrardan anmak ve mücedelelerini yükseltmek için yazdığımız bu metni yoksulların şairi Adnan Yücel’in dizeleriyle bitirmek istiyoruz.
“Saraylar saltanatlar çöker kan susar birgün zulüm biter. menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler. bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler…”
Yarına gidenlere ve onların izinde yarına yürüyenlere saygıyla…