Reklam
Kategoriler: Köşe Yazıları

Dünya komünist hareketi ve emperyalizm

Reklam

Bir vesileyle giriş yaptığımız komünistlerin ve genel olarak solcuların devrimci bir konumlanışla birlikte emperyalizm ile nasıl mücadele etmeleri gerektiği başlığında düşünmeye devam edelim.

Temel olarak, devrimci bir arayış, sosyalist iktidar perspektifi dediğimiz soyutlamanın ete kemiğe bürünmesinin yolunun öncelikle bulunduğunuz ülkenin koşullarında devrimin çıkarlarının, bir yandan onun yakınlaştırılması ve bir yandan da yaşamasının kolaylaştırılması için uygun koşulların mümkün olduğunca oluşturulması ve güvence altına alınması anlamına geldiğini tekrar not edelim.

*   *   *

Dünya komünist hareketi içerisinde büyük bir dağınıklık var. Maalesef hem yerel ölçeklerde ama hem de daha önemlisi uluslararası alanda tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar atomize olmuş ve etkisizleşmiş durumda olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor.

İşçi sınıfı ve emekçi kitleler arasında çeşitli gündemlerle hareketlenmeler yaşansa da sosyalist/komünist solun bu hareketler üzerindeki etkisi de genel olarak kapitalist düzene karşı biriken tepkilerin odağı haline de gelemiyor.

Sosyal demokratlar ile liberallerin sosyalist sol üzerindeki etkisi çoğu örnekte sosyal demokratların kuyruğuna takılan bir siyaset çizgisi yaratıyor. Özellikle seçimlere gerileyen bir mücadele biçimi “faşizme karşı birleşik mücadele” ezberleriyle düzen partileri için oy mücadelesine giriliyor.

Tarihin en büyük gelir ve servet dağılımı eşitsizliğinin yaşandığı, yine emperyalist müdahaleler ve neticesinde yaşanan savaşlar nedeniyle tarihin en büyük nüfus hareketlerinin görüldüğü, kapitalist-emperyalist sistemin krizlerini tam çözemediği ve yeni bir büyüme hikayesi için çok uğraşsa da bir türlü çıkış bulamadığı bir dönemde sosyalist/komünist solun ne toplumsal hareketler üzerinde yeterli etkisi ve bağı bulunuyor ne de siyasal bir güç olarak öne çıkabiliyor.

Görünürde bu durumdan gerçekten rahatsız olunduğunu söylemek bile güç. Bunun yerine düzen partilerinin kuyruğuna takılanların karşısında bir tepkiden ibaret kalan ideolojik bir kuraklık çıkıyor. Bu kuraklıktan da sonuçta devrimci bir seçenek çıkmıyor.

Bu noktaya tekrar döneceğiz…

*   *   *

Günümüzde emperyalist-kapitalist düzenin evrensel egemenliğinden bahsedebiliriz. Elbette bugün de hiç değilse sosyalizm iddiasını taşıyan, komünist partilerin iktidarda olduğu ülkeler var. Ancak bunlar artık Sovyetler Birliği ve dünya sosyalist sisteminin var olduğu geçtiğimiz yüzyılın son yarısındaki gibi doğrudan alternatif oluşturacak bir bütünlük taşımıyor maalesef.

Dolayısıyla emperyalist-kapitalist sistem içerisinde hemen tüm ülkelerin emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu ülkeler olduğunu bilmek gerekiyor. Ayrıca bu durumun dünya çapında yerel sermaye birikiminin, geçtiğimiz yüzyılın başında sınırlı sayıda emperyalist ülkenin tek başına sahip olduğu kimi özellikleri gösterebilmesine imkan sağladığı da açık. Ama yine de bu imkanın fark edilebilir şekilde sınırlı olduğunu da vurgulamak gerek.

Yine ifade etmek gerekir ki, 2. Dünya Savaşı’nı takip eden Soğuk Savaş yıllarında ortaya çıkan emperyalist sistemin emperyalist ülkeler arasındaki çelişki ve çatışmaları yumuşatma becerisinin sosyalist sistemin çözülmesinin ardından sürekli olarak aşındığı da görülüyor. Bu açıdan, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi başat ülkeler arasındaki tartışmaların giderek daha gözle görülür hale geldiğini söyleyebiliyoruz.

Bu durumda, genel olarak kabul edilenden farklı olarak çok kutupluluğun esasen uzun yıllardır bir ittifak içerisinde yer alan ülkelerin burjuva sınıfları arasında artan bir emperyalist rekabetin, çekişmenin, çatışmanın sonucu olduğunu söyleyebiliriz.

Bu rekabetin alanları olan Rusya, İran gibi ülkelerin gösterdiği direnci uçlara savrulmadan doğru koymak gerekir. Öte yandan, Çin’in yeni Sovyetler Birliği olmadığı, bildiğimiz anlamda sosyalizm-kapitalizm olarak iki kutuplu bir düzen yaşamış dünyada yeniden benzer bir ikiliği temsil etmediğini de görmek lazım. Bununla birlikte, Çin’i bu açıdan konumlandıracağımız yerde de fazla aceleci olmanın pek çok sorunlu yanlar barındırdığı da görülmeli.

Böyle bir dünya tablosunu nasıl okumak gerekiyor?

*   *   *

Bu nokta bugün dünya komünist hareketinin zayıf kalmasının nedenlerinden biri sayılmalı.

Devrimciliklerini yitirmiş, hatta işbirlikçi konuma gelmiş bir kısım partileri ayıralım. İki taraf bulunuyor.

Bir tarafta başta ABD olmak üzere emperyalizmin 1992’den bu yana tüm dünyayı yangın yerine çeviren kanlı ve yıkıcı müdahalelerine karşı her direnç odağını ve rolünü emperyalizm karşıtı mücadele açısından büyüten yaklaşımlar. Asyalıların, ABD’nin “arka bahçesi”nde mücadele etmek zorunda olan Latin Amerika’nın ve buralarla ilişkileri daha gelişkin grupların genel olarak paylaştığı bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar arasında ölçeklerini büyütemeyen partiler arasında Çin Komünist Partisi’nin doğrudan himayesini isteyen bir gruplaşma dahi söz konusu.

Bu grup içerisinde Venezuela’da iktidarda olan PSUV, Çekya’dan Bohemya ve Moravya Komünist Partisi, Büyük Britanya Komünist Partisi (Marksist Leninist) ve İspanya Halklarının Komünist Partisi gibi partiler yer alıyor.

Diğer tarafta ise başını Yunanistan Komünist Partisi’nin çektiği ve giderek daralan bir “tepki” grubu var. Bu taraf ise Çin ve Rusya’nın da emperyalist olduğunu söyleyip NATO ile eşitleyen ve Çin ve Rusya’ya dair uca savrulmalara karşı tepkiyle odağını kaybeden bir başka ucu temsil ediyor.

Bu grubun içerisinde yeni NATO üyesi olan ülkelerin komünist partileri ile Latin Amerika’da yaşanan ayrışmanın diğer tarafını oluşturan az sayıdaki partinin bulunması özellikle dikkat çekici. Bununla birlikte Komünist İnisiyatif adıyla Avrupa’daki 30 partinin bir araya geldiği platform, önce Rusya-Ukrayna Savaşı’nı emperyalistler arası bir savaş olarak gören bir açıklama yapan 18 partiye ve bugün Komünist Eylem adıyla 12 partiye gerilemiş durumda.

Bu iki gruplaşma arasında karşılıklı açıklamalar ve yazılar ciddi bir polemik de sürdürüle geldi.

Ancak her iki grubun da sosyalist devrim açısından bir arpa boyu yol aldığını söylemek mümkün değil.

*   *   *

Önce geçen haftaki köşe yazımda belirttiğim ana fikri burada bir kez daha ifade etmek gerekiyor. Komünistler meseleleri değerlendirip siyasetlerini, müdahale biçimlerini belirlerken tek bir kriterle değerlendirme yapmalıdır: Devrimin çıkarları… Bu açıdan, her ülkenin kendi koşullarında bir değerlendirme yapılması zorunludur.

Bununla birlikte emperyalizm çözümlemeleri Marksist teori açısından ele alınmak zorunda. Bu hususta bir değerlendirme yapmak için Lenin’in bize sağladığı teorik çerçevenin tarihsel bağlam içerisinde hala geçerli olduğu kabul edilmeli. Tarihsel bağlamın bir şerh düşmek olmadığını, sadece kapitalizmin gelişkinliğinin artması, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin tüm dünyada artık neredeyse bütünüyle silinip gitmesi, emperyalist-kapitalist sistemin sınır ötesi gelişiminin iki taraflı işler hale gelmesi gibi nedenlerin etkilerinin gözetilmesi gereğini ifade ettiğini vurgulamak gerekiyor.

Böyle bakınca, bağımlı ülkelerin sermaye gruplarının da sermaye ihraç etmesi, sanayi üretiminin bağımlı ülkelere doğru kayması, nüfus veya doğal kaynaklar yönünden aşırı büyük ülkelerin yarattığı sermaye birikiminin boyutu, özellikle teknolojinin gelişimi ve üretim süreçlerini ucuzlatması sayesinde bağımlı ülkelerin kimi başlıklarda öne çıkma çabaları, emperyalist planlara karşı çeşitli vesilelerle ortaya çıkan dirençler gibi olguların rolünü bunlardan bir veya birkaçının rolünü uçlara çekmeden, bir tür bu tarihsel etkilerden arındırarak değerlendirme gereği ortaya çıkıyor.

Bu nedenle, tüm kriterlerin birlikte değerlendirilmesi ve bu arada her bir başlıkta ve toplamda belirli bir ağırlığın ortaya çıkmasının aranması gerekiyor. Elbette emperyalist güçler arasında bir tercih yapılması söz konusu olamaz. Fakat bu “yesinler birbirlerini” demek değil aksine devrimi yakınlaştıracak seçeneğe odaklanmak anlamına gelmeli.

*   *   *

Bu açıdan Rusya’nın emperyalizmin kuşatma siyasetine karşı aktif direnişini anti-emperyalist bir mücadele saymak mümkün değil. Zira ülkesini savunan bir ülke olmakla birlikte emperyalist sistemle kökten bir karşıtlığı olmadığını her fırsatta gösteriyor. Ancak bütün ekonomisi hammadde ticaretine bağlanmış bir ülkeyi emperyalist sayıp doğrudan ABD’nin karşısında bir kutup olarak koymak ve bunları eşitlemek de başka bir körlük sayılmalı.

Kural olarak, zayıf tarafa karşı durmak en nihayetinde, öyle veya böyle, isteseniz de istemeseniz de güçlüden yana olmak anlamına gelecek veya daha nazik bir ifadeyle bu sonucu doğuracaktır. Üstelik bir NATO ülkesinin komünist partisi olarak NATO’yu zayıflatmak için mücadele etmek varken rakibinin de emperyalist olduğunu kanıtlamaya çalışmak ve bunun üzerinden esas olarak NATO’nun müdahalelerini meşrulaştıracak bir çizgide yürümek devrimci bir tavır olamaz.

Nihayetinde soru basittir… Türkiye’de veya Yunanistan’da veya bir başka NATO ülkesinde devrim olasılıkları NATO’nun Ukrayna’da yenildiği koşullarda mı yoksa kazandığı koşullarda mı gelişecektir? Yanıt da esasında basittir. NATO’nun dengesizleşmesi esas olmalıdır.

Sağlama açısından soru diğer açıdan da sorulabilir. Rusya’nın kazanmasının veya kaybetmesinin Türkiye’de veya Yunanistan’da veya bir başka NATO ülkesinde devrim olasılıkları yönünden bir etkisi var mıdır? Aynı zamanda NATO’nun yenilgisi anlamına gelmesine bir kenara bırakırsak, gerçek bir etkiden söz edemeyiz.

Öyleyse bu seçeneklerin siyaseten ne önemi var. Komünistler bir masal yazma merakında olamazlar, görevleri sosyalist iktidarın kurulması için mücadele etmektir. Bu kadar sade…

Yoksa iki cami arasında kalmış beynamaza dönüp emperyalist ilan ettiğiniz ülkelere emperyalist diyemez, Ukrayna’da işgalci saydığınız Rusya’nın Suriye’deki varlığını görmezden gelmek zorunda kalır, kimsenin bakmadığına güvenip dışarıda yaptığınız açıklamaları içeride yumuşatmak zorunda da kalırsınız.

*   *   *

Madalyonun diğer tarafına ve bu tartışmadaki yanlış tutumlara ilişkin değerlendirmelerle bir sonraki yazıda devam etmek üzere şimdilik burada bitirelim.

Bu haber en son değiştirildi 28 Ekim 2024 12:36 12:36

Reklam

Önceki Haberler

118 iktisatçıdan hükümete asgari ücret çağrısı

Asgari ücret konusunda kamuoyunda tartışmalar hızlanırken, 118 iktisatçı ortak imzaladıkları basın açıklamasında asgari ücret artışlarında…

28 Ekim 2024 22:38

Erdoğan’ın doktoru kendi eserini eleştirdi

Erdoğan'ın özel doktoru Prof. Dr. Cevdet Erdöl, yenidoğan çetesi skandalında özel hastaneleri suçlayarak, "Sağlık sistemimiz…

28 Ekim 2024 18:22

Kazada yaralanan motokuryeye özel hastane müdahale etmedi

İstanbul'da bir özel hastane, trafik kazası sonucu yaralanan bir kuryeye yaklaşık 15 dakika müdahale etmedi.…

28 Ekim 2024 17:55

TKH’den 29 Ekim açıklaması: Yeni bir Cumhuriyet, Sosyalist Türkiye!

Türkiye Komünist Hareketi'nden yapılan 29 Ekim açıklamasında "Bağımsız, laik, devletçi bir Cumhuriyet ancak Sosyalizmle mümkündür"…

28 Ekim 2024 16:30

‘Yenidoğan çetesi’ne yönelik şikayetlerin sayısı 350’ye ulaştı

Bebek acil hastalarının önceden anlaşılan özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip ölümlerine neden olan "yenidoğan…

28 Ekim 2024 16:11

Depremde yıkılan Saitbey Sitesi’nde önemli gelişme:Kamu personellerine soruşturma izni

6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 45 kişiye mezar olan Saitbey Sitesi’nde kamu personellerinin soruşturulmasına izin…

28 Ekim 2024 15:21
Reklam