Elbise biçmek: İslamcılık, Siyonizm, emperyalizm
16-10-2024 11:53Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması günlerinden başlayarak bugüne kadar gelen süreçte İslamcı siyasetlerin içerisinde tekfircilik ile doğru orantılı şekilde işbirlikçilik ve buna paralel olarak Siyonizm ile buluşma hep var oldu.
Zafer Aksel Çekiç
Ortadoğu, tarih boyunca savaşların eksik olmadığı bir coğrafya olmuştur. Antik dünyanın en verimli topraklarına egemen olma mücadelesi modern zamanlarda en verimli petrol kaynaklarına egemen olma mücadelesini dönüşmüş ve savaşlar eksik olmadı.
Emperyalizm, çıkarlarını korumak için bölge halklarının sefaleti pahasına bir tür “havuç ve sopa siyaseti” ile aynı anda farklı düşüncelerindeki farklı grupları birbirlerine karşı kullanması zaman zaman kafaları karıştırıyor kuşkusuz.
Aynı anda, hem Osmanlı’dan ayrılmaları için Arapları kışkırtan İngilizler eş zamanlı olarak Yahudilere de İsrail’i vaat ediyordu. Sovyetler Birliği’nin etkili olmasına karşı tedbirlerin alındığından emin olmak için bir yandan Arapların Yahudilere karşı savaşmalarına göz yumarken bir yandan da Yahudilerin savaşı kaybetmemesi için gerektiğinde devreye giriyorlardı.
Örneğin, 1979’da İran’da kurulan mollalar rejimi son tahlilde Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirilen “Yeşil Kuşak” projesinin bir uzantısı sayılabilecek iken kabul edilebilecek ölçünün ötesinde bir radikallik gösterdiğinde Saddam Hüseyin’in Irak’ı sopasıyla terbiye edilmek istenmişti. Aynı Saddam Hüseyin, İran ile yıllar süren savaşın ardından “yara sarmak” üzere Kuveyt’i diyet olarak istediğinde önce cesaretlendirilmiş sonra ülkenin bölünmesi ve ABD’nin bölgeye yerleşmesi için ülkenin fiili işgaline kadar giden savaşların bahanesi yapılıyordu.
Benzer şekilde, anti-emperyalist Cemal Abdünnasır’ın ölmesinin ardından Sovyetler Birliği ile mesafeyi açan Enver Sedat’a bile tahammül edemeyip Hüsnü Mübarek’in önünü açan emperyalizm uzlaşmacı Mübarek’i bile sonunda engel görüp “Arap Baharı” diyerek siyasal İslamcıları başa geçirirken onların da üzeri kısa sürede çiziliyordu.
SİYASAL İSLAM’IN KAPİTALİZM İLE İMTİHANI
Siyasal İslam, kitle desteğini bulmak için her zaman yoksul emekçi yığınlarına gider. Bu açıdan iktidara gelinceye kadar mezhep farkı da gözetmeksizin tüm İslamcı hareketlerin “halkçı” talepleri önüne çıkardığı görülür. Ancak bu İran’da bile bir kapitalizm karşıtlığına veya hiç değilse alternatif arayışına neden olmamıştır.
Arap şeyhliklerin doğal kaynakları bölüştürerek nüfuslarını sermaye sahibi haline getirmelerine bakılınca bunlar açısından böyle bir gündemin olmadığı tartışmasızdır. Müslüman Kardeşler örgütü ve benzerlerine bakınca kitleselleşmenin sağladığı sermaye birikiminin çok kısa sürede “davanın” yerini aldığını görebiliyoruz.
Bunlara karşın, Musaddık iktidarının İran’a mirası olan yoksullukla mücadele söylemini devralan mollalar rejiminde de Amerikan karşıtlığının kapitalizm karşıtı ve anti-emperyalist bir niteliğe bürünmesi söz konusu olmuyor.
Latin ülkelerinde güçlenebilen dindar ve sosyalist hareket ve figürlere rağmen İslam dünyasında ortaya çıkan isimlerin ise sonuçta sosyalizm yerine İslamcı ideolojiyi öne çıkarttıklarını ve yoksulluğu öven popülist söylemlerin ötesini geçmediklerini görüyoruz.
Bu örüntü, ruhban sınıfı olmadığıyla övünen İslamcıların orta çağ toprak sahibi kilisesinin yerine sermaye sahibi dini veya politik görünümlü kitle örgütlenmelerini koyduklarını gösteriyor. Dolayısıyla emperyalizm eninde sonunda kendisiyle uyumlu, uysal ve işbirlikçi aktörler bulmakta zorlanmıyor. Türkiye’de FETÖ, Irak’ta Kesnizani, Suriye’de İhvan bulunabildiği gibi gömlek değiştirmeyi gönüllü olanlar da kolaylıkla bulunabiliyor.
ŞİİLİĞİN DİRENİŞ EKSENİ İSTİSNA MI?
Özellikle Sünni İslamcılığın öne çıktığı yerler bu şablonu büyük ölçüde ve kolaylıkla oturuyor. Bununla birlikte, emperyalizmin hedefindeki İran ve Suriye’nin kendi varlıklarını korumak için geliştirmek zorunda kaldıkları direniş hattı açısından aynı kolaylıkla uygulanamayacağını ifade etmek gerekiyor.
Örneğin, Şiiliğin, bu açıdan bir motif oluşturduğu söylenebilecekse de bu durumun bütünlüklü bir anti-emperyalist çizgiyi ifade etmediğini söylemek gerekiyor. Suriye’nin başını çektiği Filistin ve Lübnan’ın da yer aldığı Levant bölgesinde aralarında gerçek anlamda anti-emperyalist ve sosyalist olan örgütlerin de bulunduğu milliyetçi/yurtsever/bağımsızlıkçı ideolojinin daha egemen olduğunu ve daha seküler bir bağlamda gelişmiş bir çizgi varken İran’dan Yemen’e doğru uzanan güney tarafında ise esas olanın din olduğunu söylemek gerekiyor.
Bu açıdan, Lübnan Hizbullah’ını dahi İran ve Yemen’den ayırmak mümkün. Tersinden bugün Gazze ile dayanışmak için İsrail’e karşı doğrudan silahlı müdahale gerçekleştiriyor olsalar da yaşanan iç savaşta Şiiliğin en gerici kolunun egemen olduğu Husilerin geçmişte sosyalist Demokratik Yemen’e karşı kurulan “Kuzey Yemen”in parçası olduğunu unutmamak gerekiyor.
Bu anlamda, Şiilik üzerinden geliştirilen direniş ekseninin belirli birkaç istisna dışında genel kuraldan bağımsızlaşamadığını söylemek gerekiyor. Bu açıdan devreye Muhammet Peygamber’in ticaret yapması ve özel mülkiyetin düzenlenmesi de girince kapitalizmle doğrudan bir karşı karşıya gelişin gündeme gelemediğini de görebiliyoruz. Siyasal İslamcı ideolojilerin tamamında kapitalizme bir karşıtlık varmış gibi söylemler geliştirilse de bunlar temelde yoksul kitlelere yönelik popülist bir söylemden öteye gidemiyor.
Bu açıdan, sermaye sınıfının ideolojilerinin birbirleriyle ortaklaşmasında çok zorlu yollar olmadığını vurgulamak lazım. O yüzden başka dindaşlarını din dışı ilan etmekte birbirleriyle yarışan dinci gerici ideolojilerin sıra “kafir”/”gavur” kimselere geldiğinde çıkarlar üzerinden ortaklaşılması her zaman mümkün oluyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması günlerinden başlayarak bugüne kadar gelen süreçte İslamcı siyasetlerin içerisinde tekfircilik ile doğru orantılı şekilde işbirlikçilik ve buna paralel olarak Siyonizm ile buluşma hep var oldu. Zira, İslamcılık ve Siyonizm bir elmanın iki yarısı olarak emperyalizmin bölgedeki ortakları olarak geçen yüzyılın başından beri bölge halklarının başına bela olmuş durumda.