Fenerbahçe’den Selvi’ye cevap: Fetullah’a ‘dön’ diye yalvarıyordu
Fenerbahçe, Süper Kupa finalinin Suudi Arabistan’da oynanması önerisini Başkan Ali Koç’un yaptığını iddia eden Abdulkadir Selvi’ye tepki gösterdi. Sarı-lacivertli kulüp, iktidar yanlısı yazarın yalan ve iftira dolu sözlerine resmi internet sitesinden cevap verdi.
Suudi Arabistan’daki Süper Kupa finalinin ertelenmesine neden olan Atatürk tişörtü ve pankartlarının yasaklanması tartışması devam ediyor. Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, TFF’nin geçen ay yalanlamış olmasına rağmen maçın Suudi Arabistan’da oynanması önerisinin Ali Koç’tan geldiği iddiasını tekrarlayınca Fenerbahçe’yi kızdırdı. Selvi aynı konuşmada ayrıca Fenerbahçe’nin maçta açmak istediği Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü için de 15 Temmuz darbe girişimine gönderme yaptı.
Fenerbahçe Kulübü, resmi internet sitesinden yayımladığı açıklama ile köşe yazarı ve yorumcu Abdulkadir Selvi’nin iddialarına sert tepki gösterdi.
Sarı-lacivertli kulüpten yapılan açıklamada, iktidar yanlısı yazarın iddiaları yalanlanırken, “Bu şahsın, ortaya koyduğu tüm bu yalan, iftira dolu, kul hakkı yiyen günahkar tavrının hedefi Kulübümüz ve Başkanımız Ali Y. Koç’tur” ifadeleri yer aldı.
Fenerbahçe’nin yaptığı açıklama şu şekilde:
“Abdülkadir Selvi isimli şahsın, Süper Kupa Finali iptal sürecine dair ilk günden itibaren ortaya koyduğu yalan yanlış ve iftira dolu söylem ve köşe yazıları üzerine bu açıklamayı yapma zarureti doğmuştur.
Bu şahıs, Süper Kupa iptal gündemi doğrultusunda kendisine bir misyon belirlemiş,
Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı yazılar ve CNN Türk ekranlarında dile getirdiği iftiralarla gerçekleri manipüle ederek, konuyu farklı bir zemine çekmeye, komplo teorileri ve isnat dolu suçlamalarla ‘kendince’ bir alan yaratmaya çalışmaktadır.
Bu şahsın, ortaya koyduğu tüm bu yalan, iftira dolu, kul hakkı yiyen günahkar tavrının hedefi Kulübümüz ve Başkanımız Ali Y. Koç’tur.
“Maçın Suudi Arabistan’da oynanmasını Ali Koç teklif etti”
“Maçın oynanacağı son gün Fenerbahçe tişört ve pankart talebi ile protokolü bozdu, süreci gerdi”
“Fenerbahçe Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ sözü ile FETÖ mesajı vermeye çalıştı”
“Futbol üzerinden siyasi mühendislik hedefledi”
“Larnaka maçında da Türk bayrağı ve pankart olmaması yönünde bir protokol imzaladı” gibi tamamıyla gerçek dışı bilgiler içeren ve haddini aşan bir yaklaşımla yalanlarını zirveye ulaştırmıştır.
Sporla alakası olmayan, gazetecilik etiğinden nasibini almamış, konulardan bihaber şekilde aldığı talimatlar ve servis edilen bilgiler ile gazetecilik yaptığını sanan bu şahsın, kamuoyundaki karşılığı herkesin malumudur.
İlk olarak; Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ve Başkanımız Ali Koç’un ne geçmişte ne bugün siyasetle ilgisinin olmadığı net ve sarihtir.
Ayrıca;
Pek çok maçımızda kullandığımız Atamızın ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ sözünün, İsrail-Filistin savaşına yönelik olarak tüm dünyaya barış çağrısı yapma hedefinden başka hiçbir anlam taşımadığı,
Yaşanan bu sürecin ne sebep ne sonuçları itibarıyla sadece Fenerbahçe Spor Kulübü ile ilgisi olmadığı, ortalama zekaya sahip herkesin anlayabileceği gerçeklerdir.
FETÖ söylemleriyle Türk futbolunu, asırlık kulübümüzü yan yana getirme cüretinde bulunan bu şahsın FETÖ ile ilgili gerçek duruş ve duygularını kamuoyunun daha iyi anlaması için Yeni Şafak gazetesindeki 9.12.2013 tarihli köşe yazısını özellikle hatırlatmak istiyoruz.
Bu şahısla ilgili hukuki adımların başlatıldığını kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.
FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ ”
SELVİ O YAZIDA FETULLAH’A ‘DÖN’ DİYE YALVARIYORDU
Selvi, Fenerbahçe’nin açıklamasında işaret ettiği 9 Aralık 2013 tarihli “Hocam Türkiye’ye dön artık” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“Ağlamaktan gözlerinizin şiştiği, ‘Her gün sırtımdan bir hançer yiyorum’ diye hayıflandığınız şu günlerde, Peygamberimiz’in vefatından sonra Hazret-i Ebubekir’in gösterdiği dirayete benzer bir şekilde dönüp başımıza gelseniz hocam.
Sizin orada olmanız bazı komplo teorilerine de yataklık ediyor.
Ne olur hocam, gün bu gün. İş şirazesinden çıkmak üzere. Türkiye’ye dönün artık.”
Yazının tamamı şöyle:
Sen kim oluyorsun diyebilirsiniz.
Senin haddine mi düştü diye uyarabilirsiniz.
Haklısınız derim.
Bense, ızdıraplı bir insanım.
“Bana ızdırap veren. Yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder” diyen Bediüzzaman”ın ızdırabını taşıyorum.
Dershane tartışmasının başladığı andan itibaren, İslami kaygı taşıyanların benden daha ızdıraplı olduğunu gördüm.
Öğrendim ki Hocam, sizin de ağlamaktan gözleriniz şişmiş.
Bilin ki sizde gözyaşları, bizde kalbimize damlayan kan damlaları oldu.
İçinden çıkamadık hocam.
Mevlana’nın gönül dili yerine Ergenekon”un tehdit dilini kullanır olduk.
Kur’an’dan ayetlerle, Peygamberimiz’in hadisleriyle, Sahabe-i Kiram”ın nakilleriyle, İmam-ı Rabbani”nin, Gazali’nin, Şahı Nakşi Bendi’nin, Mevlana Celalettin-i Rumi’nin, diliyle konuşurduk biz.
Onun yerini en hafifinden beddualar, tehditler, kasetler, dinlemeler, takipler aldı.
Bugün kirli metotlarla ve kirli ittifaklarla karşı karşıyayız.
Aydınlık ve Sözcü’nün saldırılarına karşı sizi savunurduk. Şimdi Başbakan’ın dershaneler konusuna çözüm bulmak amacıyla görevlendirdiği yetkili kişiler Sözcü ve Aydınlık üzerinden tehdit edilir oldu. “Onurunla istifa et. Biz seni ortada bırakmayız” deniliyor. “Sen iyi bir insansın. Başbakan’ın seni sevdiğini biliyoruz. Başbakan’ı sen ikna edebilirsin. Bu işi (dershaneler) bırak, senin önün açık. Biz seni bakan yaparız. Ama seninle ilgili Sözcü ve Aydınlık’ın elinde kasetler var. Biz onu ev, araba verir hallederiz” diye tehdit ediliyor.
Kim bunlar hocam? Kasetle, Sözcü’yle, Aydınlık’la ne işleri olur? Sözcü’nün, Aydınlık’ın elindeki kasetlerden bunların haberi nasıl olur? Bu yapılarla kurulan ilişkiler nedir? Hangi evle, hangi araba ile hangi kasetleri çözüyorlar? Resmi sıfatları nedir bunların?
Bir de işin vefa boyutu var.
Müslümanın en mümeyyiz vasıflarından biri ahde vefa değil mi?
Hani şu 2004 MGK belgesi var ya hocam.
3 Kasım 2002″den bu yana dindarlar başta olmak üzere bu ülke insanların daha iyi yaşaması, cemaatlerin daha rahat hizmet etmesi, başörtülülerin Meclis”e girebilmesi, kamuda çalışabilmesi için mücadele veren bu kadrolar incindi hocam.
2004 tarihinde MGK”da alınan karar gereğince dershaneler kapatılıyor şeklindeki değerlendirmelere sizin de paye vermeniz bu kadroları yaraladı.
Dışişleri Bakanı olduğu zaman yurtdışındaki okullara yardımcı olunması amacıyla genelge yayınladığı için askerin husumetini üzerine çeken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün üzüldüğünü ve bu ithamı hak etmediğini düşünüyorum.
Gülen hareketi ile ilişkileri AK Parti hakkındaki kapatma davasına konu olan Başbakan Erdoğan’ın, “Çirkin bir kampanya” dediğini zaten biliyorsunuz.
Yurtdışındaki okulların sıkıntıları için Putin’den Aliyev’e, Barzani’den Nur Sultan Nazarbayev’e kadar birçok devlet ve hükümet başkanıyla bizzat görüşen Başbakan Erdoğan incinmedi sadece, yurtdışına her çıktıklarında Gülen okullarını ziyaret etmeyi ihmal etmeyen Bakanlar Kurulu üyeleri de üzüldü.
Yurtdışında birçok okulun sorununun çözümü için bizzat devreye giren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun neler yaptığını bilen bilir. Davutoğlu”nun bu tür ithamlardan dolayı memnun olduğunu zannetmiyorum.
Verdiğimiz bunca emekten sonra bize karşı bu vefasızlık yapılır mıydı diyenleri işittim.
Hele ki, Oslo’da PKK ile dershanelerin kapatılması konusunda anlaşmaya vardılar şeklindeki kara propaganda yok mu? Derinden yaralamış onları.
Aynen, “PKK kadar hatırımız yok mu? Dershaneleri kapatmasınlar” şeklinde Başbakan’a gönderilen mesajda olduğu gibi…
Bilin ki dershane tartışması giderek farklı mecralara taşıyor.
Arabuluculuk yapabilecek olan insanlar da bir mekanizma tarafından kısa sürede tasfiye ediliyor.
Bir güç iki tarafı kavga ettirmek için, elinden gelen her şeyi yapıyor.
Adım adım üzerimize doğru gelen dehşetli tehlikeyi görüyoruz.
Sizin de gördüğünüzden eminim.
Haddime değil ama bu yara daha fazla enfekte olmadan bir mekanizma oluşturulabilir.
İsmi istismar konusu yapılmasın ama çözüm süreci gibi bir şey.
İsmini siz koyun.
Bu konuda uluslararası bir unvanı olan, nükleer görüşmelerde görev yapmış, çözüm sürecinin önemli ismi MİT Müsteşarı Hakan Fidan olabilir.
7 Şubat”tan dolayı Hakan Fidan ismi üzerinde bir çekinceniz olursa, şu ya da bu olur demek bana düşmez. Siyasi, bürokrat ya da bir gönül adamı.
Onu siz belirlersiniz.
Benim tek derdim bu işten cemaatin de AK Parti’nin de daha fazla zarar görmemesi.
Aslında birçok hamiyet sahibi gibi benim gönlümden geçen ne biliyor musunuz?
Memleket denilince gözlerinizin dolduğunu biliyorum.
Ağlamaktan gözlerinizin şiştiği, “Her gün sırtımdan bir hançer yiyorum” diye hayıflandığınız şu günlerde, Peygamberimiz’in vefatından sonra Hazret-i Ebubekir’in gösterdiği dirayete benzer bir şekilde dönüp başımıza gelseniz hocam.
Sizin orada olmanız bazı komplo teorilerine de yataklık ediyor.
Ne olur hocam, gün bu gün. İş şirazesinden çıkmak üzere. Türkiye’ye dönün artık.”