Sıra arkadaşım, eğride durup doğruyu yapmak mümkün mü?

Genç Köşe'de İstanbul Üniversitesi'ndeki "duvarsız üniversite" gündemi ele alındı.

Yusuf Işık

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün ara tatilde aldığı ve “duvarsız üniversite” adıyla duyurduğu karardan beri öğrenciler arasında büyük bir rahatsızlık başladı ve dönem açılışında fikirler pratiğe dökülerek bir eylemlilik süreci açılmış oldu.

Sürecin başından beri kimi zaman makul görünmek için kimi zaman da olabilecek en geniş kitleye ulaşmak için bazı düsturlar belirlendi, bunların en temeli de sürece siyasetin bulaştırılmaması ve öğrenci öğrencidir mantığı ile hareket edip siyasi söylemde bulunmadıkça hiç bir öğrencinin süreçten dışlanmaması, siyasi söylemde bulanan öğrencilerin de koşulsuz şartsız süreçten dışlanması oldu.

Amaç bakımından bu yol başarısız oldu da sayılmaz aslında; çünkü amaç niceliksel olarak en geniş kitleye ulaşmaktı ve eylemler nicelik yönünden hatrı sayılır bir kitleye de ulaştı. Ancak göz önünde tutulmayan nitelik yerle yeksan olmaya kadar düştü, bunların üzerine bir de demokrasi fetişizmi eklenince durum devrimciliğe de devrimci ahlaka da “sela okutmaya” kadar vardı. Bu yazıda ele alacağımız nokta ise sürecin niceliksel değil niteliksel kısmı olacak.

Eylemlilik sürecinin niteliksel açıdan geri kalmasının en büyük sebebi aslında rahatsızlığa sebebiyet veren kararın zaten siyasi olduğunun unutulmasıdır. Kimi zaman bu tahlilin de yapılması ama buna rağmen yanıt verilirken siyasetin görmezden gelinmesi hatta en geniş kapsama ulaşabilmek adına siyasetin öcüleştirilmesi, yani genel olarak üniversitelerin ve gençliğin tarih boyunca iktidarlar tarafından apolitize edilmesi durumu aynen devam ediyor. Ayrıca  buna karşılık vermek yerine bu durum aynen devam ettirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla doğalında da direniş alanı olması gereken yer şenlik alanına dönmüş oluyor. Bu durumun en tepeye vurduğu nokta ise olayların siyasi bir boyut kazanmaması, ülke emekçilerinin gündemleriyle bağdaştırılmaması için uzlaşmaz tavırdan taviz vermek oldu.

Örgütlülüğün değil hareketin kutsanması, kalıcı değil gelip geçici rüzgarlar doğururken; devrimcinin en temel görevi olan halka öncülük etme misyonu ise kitle kuyrukçuluğuna kurban gidince fikir ile zikrin çatışması da doğal olarak gerçekleşiyor.

Sağ siyasetin faşizme, gericiliğe ve sermayeye alan açma girişimine karşı dururken çözümü, topyekûn  siyaseti suçlamakta, sağ siyasetin karşısına siyasetsizliği koymakta, sivil toplumculukta değil; emekten, ilericilikten ve kamuculuktan yani sol siyasetten geçen bir yolda aramak gerekir çünkü çözümün yattığı yer tam olarak burasıdır. Okumuş insan emekçi halka karşı sorumludur demeden, üniversite gündemi memleketin gündeminden bağımsız değildir demeden, her alanı bir mevzi olarak görüp kurtuluş mücadelesini her alanda vermek yerine mücadeleyi yalnızca bir alana sıkıştırarak varılacak hiç bir sonuç gerçek anlamıyla özgürlüğü ve bağımsızlığı kazandıramaz.