Güçler bileşkesi

"Kapitalist sistemde devlet sermayeyi koruyor derken aynı zamanda belirli zaman kesitinde veri sermaye gücünü eline geçirmiş olan patronun varsıllığı korumuş olmaktadır. Bir zamanda devlet himayesinde korunmuş olan varlığın bir dönem sonra sermayeye dönüşmesi piyasa koşulları ve patronun tercihine bağlıdır"

Ortaöğretimde fizik derslerinde hepimiz şöyle bir anlatımı hatırlarız. Bir cisme ters yönde etki eden iki gücün etkisi güçlünün yönünde görece zayıf olarak gerçekleşir. Şu anda ülkemizde siyasetin görüntüsünün, bir yandan Suriye’deki gelişmelerin toplumsal algılamasıyla maalesef olumlu, diğer yanda da giderek derinleşen kriz ortamında açıklanan asgari ücretin olumsuz etkisi altında şekillendiğini düşünüyorum. Her ikisini de olumsuz gördüğüm ayrı ayrı güçler de, güçler bileşkesi de beni derinden üzüyor.

Suriye meselesini, hem alan olarak beni aştığından, hem de geçen yazıda meseleyi aklımın aldığı kadarı ile ele almış olduğumdan burada irdelemeyeceğim. Ancak, şu kadarını söylemeden geçmek istemiyorum ki, Suriye meselesi bizim anlı şanlı siyasilerimizin olgunlaştırdığı, olumlu veya olumsuz süreçlerle, bugünlere taşıdığı bir konu değildir. Suriye meselesi, Ortadoğu konusunu da aşarak, küresel kriz ve küresel hâkimiyet kozlarının paylaşılması ve yeniden karılması meselesi ile ilgilidir. Halkımız Suriye meselesini bu açıdan tüm derinliği ile görebilse AKP’nin oylarının yükselmesi değil, yere çakılması gerekirdi. Bir yanda Ukrayna üzerinden kısmen yumuşatılmasına rağmen tam çözülememiş Rusya konusu ve devasa boyutuyla uykuları kaçıran Çin gerçeği siyasal alanda küresel sorun oluştururken, diğer yanda da nerdeyse yarım yüzyıla yaklaşırcasına devam eden küresel kriz de işin ekonomi veçhesini oluşturmaktadır. Birbirine sarmal olarak dolanmış siyasi-ekonomik sorunlar yumağında tüm haşmetiyle çalkalanan Ortadoğu; dünyanın merkezi, İsrail’in vatanını kurmaya çalıştığı kutsal alan ve kalkınmakta olan ekonomilere sömürüsüz kalkınma politikalarıyla destek olacağını yayan Çin’in de göz kırptığı bir bölge ve bir atlama alanıdır. Hal böyle olunca, sözde politikalarıyla övünen ve bugünlerde açılan olanaklara ağzı sulanan mikro politikacılara büyük ağabeyi herhalde sırıtarak bakıyor ve göstermelik nazik Batılı edasıyla fazla rencide etmeden ne tür görevler verilebileceğini düşünmektedir. Büyük Ortadoğu projesi, 2005 ile 2009 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Condoleezze Rice zamanında, belki de daha öncelerinde rampaya koyulmuş gibi gözüküyor. Hatta bölgede kilit ülke olabilen Türkiye’de Fetullah Gülen’in de desteği ile hangi kadroların, gerekirse 1940’ların sonunda doğurtulan Demokrat Parti olayına analojik olarak, bu kez de yine bir partiden doğurtularak Fetullah Gülen’in de desteği ile iktidara taşınacak ikinci hizmetkâr kadronun oluşturulması ve iktidara taşınması da planlanmış ve rampaya oturtulmuş olabilir. Sanırım bu örtülü uygulanan projeden bizzat oyuncular da haberdardı ki, İsrail’e karşı göstermelik pozlar altında, toplumun tüm eleştirileri de göz ardı edilerek fevkalade âlicenap davranılabildi. Böylesi sadık bir vazifenin belirli bir karşılığının olması da doğaldır. Bu karşılığın halka yediriliş biçimi de siyasi erk üzerindeki birinci gücün yönünü ve kuvvetini belirler. Siyasi kadro, hemen hemen tüm devlet organları marifetiyle halka yedireceği Suriye politikasını Ortadoğu’da etkili birinci güçmüş gibi çantasına koyabilir. Bu güç, maalesef, AKP’ye hizmet edici yönde etkili olacak birinci güçtür.

İkinci etki gücü olarak asgari ücret meselesine gelince, saptanan oranın kesinlikle komisyon tarafından değil, bizzat parti liderinin bilgi ve hâkimiyeti altında saptandığı kesindir. Bu düşüncem üç sebebe dayanmaktadır. Bunlardan birincisi, Suriye meselesinin halkın algısını aşarcasına hükümet lehine propaganda edilmesinin parti oylarını olumlu etkilemesidir. Osmanlı İmparatorluğunda da sıkça görüldüğü üzere, günümüzde de dış politika her durumda iç politikaya destek ya da onu baskılayıcı olarak kullanılmaktadır. Mevcut iktidar da Suriye’nin gerçek yüzünü perdeleyip, sahte parıltıları halka yansıtarak asgari ücret baskılamasını emekçilere yedirebilir. Bu şark kurnazlığının ne derece işe yarayacağını erken seçim talebi ve/veya seçim sonucunda görürüz.

Asgari ücret konusunun başkan hâkimiyetinde belirlendiği yönündeki ikinci sebebim, olası bir erken seçim şansında, göstermelik komisyon tarafından belirlenmiş düşük asgari ücretin parti lideri ve seçime aday olarak girecek siyasinin şansını zorlayacak şekilde şahsî ve makam otoritesine dayalı olarak ani yükseltilme olasılığıdır. Bu noktada halkımızın, özellikle de emekçilerin bu çirkin siyasi numaranın yutulmadığını siyasilere iyi bir ders vererek anlatması ve öğretmesi gerekir. Hepimiz Albert Einstein’ın şu sözünü biliriz: İnsan bir kere aldanır, ikinci aldanış akıl düzeyi ile ilgilidir! Umarım halkımız ve emekçilerimiz Aziz Nesin’i hiç değilse bu konuda haksız çıkaracak şekilde siyasi kadroya bir daha unutamayacağı bir ders verir. Emekçi dostlarımız göstermelik seçim zamlarına rağmen o çok değerli oyunu, seçim öncesi kaşıkla verip seçim sonrasında kürekle alarak her daim kendisini kandırmış olan siyasi kadro aleyhine kullanır. Aksi durumda, mevcut siyasi kadro halkımızı bir kez daha kandırmış ve Suriye avantajına önemli bir destek sağlamış olur. Bakalım, göreceğiz!

Asgari ücretin utanç verici düzeyde saptanmasının üçüncü sebebi ise hükümetin asla inkâr etmediği sermayeye olumlu bakışıdır. Şöyle ki, yükselen kur ve faizler maliyetleri yükseltirken, piyasaların satış kapasitesini de daraltmış olarak, sermaye yatırımlarının kâr marjını sıkıştırmış, bazı alanlarda ise zarara dahi yol açmış olabilir. Bu koşulda asgari ücretin düzeyi, sermayenin piyasada kalma riskini yönetiyor olabilir. Görülüyor ki, bu mesele salt hükümet-sermaye dostluğunun ötesinde, adeta “sermaye vatandır” sloganına sarılınacak bir manzara sergilemektedir. Daralan ekonomik koşullarda sermayenin yaşamda kalabilmesi ilave maliyetler almaması koşuluna bağlı olabilir. Bu durum sektörler itibariyle farklılık arz edebileceği gibi, patronların kârdan fedakârlık etmedeki hasetleriyle de farklılık gösterebilir. Kısacası kâr–ücret çatışmasında kapitalist devlet yapısının birinci lehinde karar alacağı kesindir. Bu konuyu ileride daha derin tartışacağız.

Arz ettiğim üçüncü konuyu kapatmadan bir hususu belirtmemde yarar görüyorum. Patron davranışlarında gerek kriz dönemlerinde, gerek kriz benzeri koşul oluşturan maliyet yükselişi dönemlerinde üretimde verimlilik farkına bağlı olarak farklılıklar oluşur. Kriz ve maliyet yükseliş koşullarında verimli firmalar ayakta kalırken, verimsiz firmalar piyasadan çekilir. Birinci kategorideki Alfa firmalar piyasadan çekilen Beta firmaların yerini alarak monopol konuma geçip, kâr marjını koruyabilir, hatta olanaklar çerçevesinde yükseltebilir dahi. Bu konuda ilave etmem gereken ikinci nokta ise, lütfen dikkat edelim, kapitalist sistemde devlet sermayeyi koruyor derken aynı zamanda belirli zaman kesitinde veri sermaye gücünü eline geçirmiş olan patronun varsıllığı korumuş olmaktadır. Bir zamanda devlet himayesinde korunmuş olan varlığın bir dönem sonra sermayeye dönüşmesi piyasa koşulları ve patronun tercihine bağlıdır. Bu koşula bağlı olarak, kapitalist devletin siyasi karar ve/veya vergi sistemiyle patronu korurken, aynı anda ulusal sermaye stokunu da koruduğunu ileri sürmek detay koşullara bağlıdır.

Kapitalist sistemin ve sistemin bekçisi devletin gerçek görüntüsünün algılanabilmesi için asgari ücret konusu tartışmalarında sendikaların tutumlarına bir göz atmalıyız. Birincisi, sendikalar asgari ücret kavram ve olgusuna itiraz etmeden, tüm tartışmaları salt miktar üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bu yaklaşımın anlamı, sendikaların üretim aşamasında emek sömürüsü kavramı ile ilgili olmadığı, açıkça dillendirmediği sömürü olgusunun sorumluluğunu vergi politikası ve asgari ücret düzeyinin düşük tutulması gerekçesiyle devlete yüklüyor olduğudur. Kısacası, sendikal bakışla asgari ücret meselesi, sömürüsüz ücret konusunu perdelediği gibi, tüm sorumluluğu sistemin başgardiyanı devlete atarak, emeğe iş sağlayan ve çorba parası veren sermayeye salt serzenişle yetinmektedir. Bundan dolayıdır ki, patron-sömürü-siyaset ilişkisin birbiriyle kenetlenmiş olarak göremeyen sendikal yapıların, sistemin düzenleyici ve işleyişi sürdürülebilir kılmakla görevli üst-yapı kurumu olmanın ötesinde bir yeri ve işlevi yoktur.

Yazarın Diğer Yazıları
Güçler bileşkesi 31 Aralık 2024
Siyaset maşası 17 Aralık 2024
Hükümet kimin emrinde 19 Kasım 2024