Halkı harekete geçiren güç lider ya da örgüttür

Şimdi, şu iki noktayı çok net anlamamız gerekiyor: birincisi Laiklik Meclisi’nin tarihsel yeri ve görevi; ikincisi ise, sol cenahın, kendi iç tartışmaları ile zenginleşmesini yaşarken, örgütsel olarak bütünselliği koparmadan halkın mücadelesinde mihenk oluşturması.

Bu dünyadan göçmüş olan hocam Prof. Dr. Oktay Yenal uzun yıllar Dünya Bankası’nda görev yapmış idi. Hatıratını derlediği kitapta, Dünya Bankası programını uygulamak üzere bir Afrika ülkesine vaki ziyarette yetkililerle yaptığı teması anlatır. Konu şudur: Dünya Bankası, ilgili ülkeye bir miktar yardım yapacaktır. Ancak, bilindiği üzere, bu yardımın belirli “kemer sıkma” politika dayatmaları da vardır. Anlatım şöyle sürdürülür: konuşmanın en hararetli yerinde ülke yetkilisi masadan kalkıp, pencerenin önüne gider ve bu davranışı anlayamayan Oktay Hoca’yı da yanına çağırır. Pencereden baktığında Oktay Hoca’nın gördükleri yoksulluk ve sokaklarda yatarcasına sürünen insanlardır. Olayı hâlâ anlayamayan Oktay Hoca’ya yetkili şunu söyler: “Beyefendi, öneri ve tekliflerinizi ben anlıyorum, fakat bunu halkıma anlatamam!”

Bir siyasi liderin uluslararası alandaki gücü, bütünleşerek arkasına aldığı halkından gelir. Benzer karşılıklı ilişki ya da tepki, bir zamanlar Sovyet lideri Mihail Gorbaçov ile ABD başkanı Ronald Reagan arasında oynatılan temsili görüşmeyle de topluma yansıtılmıştı. Şöyle ki, örneğin Gorbaçov Reagan’a bir tehdit savurduğunda, Reagan halkına dayanarak bu tehdidi halkına yediremeyeceğini söyleyip geçiştiriyordu, aynı şekilde tersi de canlandırılıyordu. Bir siyasi liderin halkına dayanması “halkla bütünleşme” ifadesini hak edecek şekilde liderlik yapmasıyla olasıdır. Açıktır ki, bir siyasi liderin halkla ilişkisi ve dayanışma derecesi, halka sağlanan ekonomik, siyasi, hukuki koşullar yanında, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi tüm alanları kapsayan demokratik ve adil koşulların mevcudiyeti ile olasıdır.

Türkiye’deki koşullara şöyle bir bakalım. Devletin polisine “benim kim olduğumu biliyor musun” ukalalığının yapıldığı, devlet dairelerinde siyasilerin araya koyulduğu, bunun dışında her işin para ile çözüldüğü, hemen hemen her ay yaşanan kadın cinayetleri karşısında adalet ve siyaset makamlarının sessiz kaldığı bir ülke siyasi liderinin uluslararası toplantılarda fazla suya sabuna dokunamayacağı gibi, uluslararası genel politik yürüyüşü değiştirebilecek herhangi bir çıkış da yapamayacağı çok açıktır. Bu lider iç politikaya yönelik yabancı politik liderler için çok sert ve tehditkâr sözler sarf edebilir. Ancak, her ülkenin konsoloslukları bu çıkışların ülke içi politika ile ilgili olduğu raporunu da ülkelerine faksla geçmekten geri kalmaz. Şöyle bir düşünelim, karşılıklı görüşmelerde nazik davranıp ülke içi siyasette farklı davranan bir siyasinin uluslararası alanda itibarı olur mu? Evet, olur! Bu sahte “olur” sözcüğünün arkasındaki anlam ve amaç, zafiyet içinde ikili oynayan siyasinin zayıflığından yararlanan sömürgecilerin sempatik tavırlarla ülke üzerindeki emperyalist emellerini uygulatmaktır. Acaba neden yüzün üzerinde maden ocaklarımıza etrafı kirleterek, zeytinlikleri mahvederek yabancıların çökmesine izin verilmektedir ki! Yapımına ortak olduğumuz savaş uçağı projesinden nasıl ve neden çocuk kovulur gibi kovulabiliyoruz ki! İçte durum içler acısı, dışta da durum bu ise, siyasi tercihimizi neden bir türlü gözden geçiremiyoruz ki!

Çünkü halk anonimdir; halkı örgütleyecek, ona dayanışma içinde yol sunabilecek örgütlenme gereklidir, aksi durum halkı perişan eder. 15 Temmuz’da ne olduğu belli olmayan askeri harekât tiyatrosunda(!), top ve tankın karşısına, topluma yansıtılmaya çalışıldığı gibi halk çıkmadı. O meşum kalkışın karşısına parti yandaşları, önceden planlanmış şekilde örgütlü olarak çıktı. Aksi durumda, hiç kimse çocuğunu da yanına alarak ağır silahlarla kuşanmış askerin karşısına çıkma akılsızlığını gösteremez. Bu tür halk hareketleri ancak ülkenin yabancı güçler tarafından işgali ve düzenli ordunun yetersiz kaldığı son kertede, parti aşkına değil, vatan aşkına yaşanır! Nitekim Kurtuluş savaşımız bu tür ani çıkışlar ve fedakârlıklarla doludur. Meşum olduğu kadar malum olması da muhtemel 15 Temmuz kalkışında, AKP yasasıyla adeta özel parti polisi/ordusu oluşturabilecek kadar ağır silahlarla donatılmış polis ve İstanbul merkezli ordu birlikleri geri dururken halkın sokağa dökülmesi kahramanlık olarak değil, ancak bir parti organizasyonu olarak düşünmek akla daha yakın geliyor. Olayın tüm yanlışlığına ve tarihe geçecek hazin hikâyesine karşın, ilginç ve başarılı bir parti örgütlenmesi olduğunu da teslim etmek gerekir!

Rusya-Ukrayna savaşı, Ortadoğu meselesi, İsrail’in vadedilmiş devletini kurma vahşeti bu odakta Türkiye’yi önemli görevlere gebe kılmaktadır. Bundan kaçınmanın tek yolu NATO dışında bağımsız kalmaktır. Ne var ki, zaman içinde NATO’ya bu denli bağlanmış olup, sadece Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Ege Ordusuyla harekâtı yürütebilmek ve Birinci Körfez Savaşı’nda örtülü görüşmelerle para ile bağlanan çirkin anlaşmanın Meclis’te ittifakla alınan kararla ABD askerlerinin ülkemizde konuşlanmasının engellenmesi dışında NATO’nun tüm direktiflerine uymuş olarak bu zamandan sonra ne yapılabilir ki? Çok şey yapılabilir, yeter ki siyasi erk samimi olarak halkını yanına alabilsin! Ülke halkının siyasi beka uğruna bölünmesi,  uygulanan siyasi baskı ve buna karşı halkın nefrete varan tepkisini bilen dış güçler siyasi liderin kendisine iletilen emperyalist telkinlere/emirlere itaat dışında nelere kadir olabileceğini/olamayacağını bilmez olur mu? Nitekim direktifle Suriye’ye gereksiz müdahale, sökülen Sünni halkın ülkeye alınıp Avrupa’ya rüşvet karşılığı tampon görevi görülmesi, emperyalist dış güçlerin emelleri dışında, ne ülkeye hizmettir, ne de dünya sulhuna!

Şimdi, şu iki noktayı çok net anlamamız gerekiyor: birincisi Laiklik Meclisi’nin tarihsel yeri ve görevi; ikincisi ise, sol cenahın, kendi iç tartışmaları ile zenginleşmesini yaşarken, örgütsel olarak bütünselliği koparmadan halkın mücadelesinde mihenk oluşturması. Mevcut siyasi iktidar giderek gücünü kaybederken, emperyalistlere daha sıkı sarılmaya mecburdur. Her gün biraz daha kötüleşen ekonomik durum karşısında halkı uyutarak baskılamanın/tutmanın en etkili yolu dinciliktir. Günümüzde Diyanet işlerine devlet üniversiteleri kadar para tahsis ediliyorsa, bunun anlamı halkı dinle sömürmek ve uyutarak, emperyalistin emellerinin uygulanmasında toplumsal kalkışın ya da direnişin önlenmesidir. İkincisi ise, siyasi habis emellere karşı halkın uyanık tutulması, bilgilendirilmesi ve örgütlenmesi sol örgütler üzerinden yapılıyor olacağından, kendi içinde akademik ve/veya pratik tartışmaların zenginleştirici niteliğini koruyarak, örgütsel ayrıştırıcı davranışlardan uzak durulması toplum selameti ve mücadele gücünün yükseltilmesi açılarından elzemdir.